Türkler
Bu şiirin başlığına, “Türk denilince, aklınıza ne gelir?” sorusu ile başlıyorum ve önce bu konudaki derlediğim bilgilerden kısa bir özet sunuyorum.
1) AYET-İ KERİME’LERDE TÜRK’LER: "-Ey iman edenler! Aranızdan kim dininden dönerse (şunu) bilsin: Allah onun yerine öyle bir millet getirecek ki, Allah onları sever, onlar da Allah’ı severler. Mü’minlere karşı mütevazi, kâfirlere karşı ise (fevkalade) onurlu ve güçlü, Allah yolunda cihat eden ve hiçbir kınayanın kınamasından korkmayan bir millet getirecektir. Bu Allah’ın bir lütfudur ki, onu dilediğine verir. Allah’ın lütfu ve nimeti geniştir, O bilendir. (Maide suresi, ayet 54)
Birçok müfessir, bu ayet-i kerimede kastedilen milletin, Abbasilerin zayıflamasından sonra öne çıkan "Türk Milleti" olduğunu ifade etmiştir. Elmalılı Hamdi YAZIR, "Hak Dini Kur’an Dili" adlı tefsirinde, bu ayeti şöyle yorumluyor. "...Bu defa Allah, Türkleri göndermiş; Araplar’ın kadrini bilemeyip, zayi ettikleri Devlet-i İslâm-ı ele alarak, İstanbul’a ve oradan Dünya’nın her tarafına yaymışlar…” Hatta, büyük alim Celal YILDIRIM ise; bir adım daha öne atarak, "Bu vazife, halen Türk Milletinin üzerindedir." diyor.
Fil Suresi’nden de anlaşılacağı gibi, Allah; (C.C.) o günün süper güçleri olan Bizans, Pers, Habeşistan.. gibi ülkelere, “Mekke, Medine, Taif gibi kutsal şehirlerin fethedilmesini mucizelerle engelliyor. Dünya yaratıldığından beri, bu 3 kutsal şehir hiçbir güç tarafından ele geçirememiştir. Tâ ki; 1070 yılında gelinip, bu kutsal topraklar Selçuklular tarafından fethedilmesine kadar. Daha sonra, 1174 Türk Eyyubi’ler devleti; 1250 yılında yine Türk Memlüklü Devleti ve 1517 yılında ise; yine Türk Osmanlı Devleti Yeryüzü yaratıldığından bu yana kutsal topraklar 4 kez ve yalnızca Türk devletleri tarafından fethediliyor.
2) HADİS-İ ŞERİFLER’DE TÜRK’LER:
A) "Kostantiniyye mutlak fetholunacaktır. Onu fetheden komutan, ne güzel komutan; o asker, ne güzel askerdir." (Peygamber Efendimizin buyurduğu gibi, İstanbul’un fethi sadece Türklere nasip olmuştur. Çok yakın gelecekte bu fetih, iki defa daha tekrar edecektir. Geniş bilgi için bakınız, bu site içinde Hz. Mehdi bölümü)
B) Ashaptan insanlar, Peygamber Efendimize sormuşlar; "Ya, Rasullallah!.. İslam dinini direk birinci elden, Sen bize anlattın. Nasıl ibadet edeceğimizi, Sen bize öğrettin. İslâm yolunda mallarınızı harcayın dedin, verdik; İslâm için, cihat edin ve mertebelerin en yükseği olan şehitliğe yükselmemizi söyledin, bir çoklarımız da İslâm için şehit olduk. Senin her dediğini, harfi harfine yaptık. Takva olarak, bizden daha üstün birileri var mıdır?" dediler. Peygamber Efendimiz (sav) de, "evet vardır” dedi. "Öyle bir millet gelecek ki, Onlar; beni görmedikleri halde, beni görmüş gibi iman edecekler. İslâm’ı yüceltip, İslâm adaletini ve medeniyetini Dünya’ya yaymaya çalışacaklar ve onlar İslâm’ın koruyucuları olacaklar. İşte ONLAR, BENİM CENNETTEKİ KARDEŞLERİMDİR. Takva bakımından da, sizden üstündürler.”
C) ‘Türkler size dokunmadıkça siz de onlara dokunmayınız” Allah’ın ümmetime verdiği mülk ve saltanatı, ellerinden ilk olarak alacak kavim Kantura oğullarıdır’ (Kantura oğulları=Türkler)
D) 1) ‘Siz küçük, çekik gözlü, kırmızı yüzlü, basık burunlu, çehreleri sanki örs üzerinde dövülmüş ve üzeri derilerle kaplanmış sağlam kalkanlar gibi bir kavim olan Türkler ile savaşmadıkça, kıyamet kopmayacaktır. 2) Siz, kıldan örülmüş çorap giyen bir kavimle savaşmadıkça kıyamet kopmayacaktır.’ (Her ikisi de, mecaz olarak Türk’leri ifade eder.)
E) Türk dilini öğreniniz, çünkü Türklerin çok uzun sürecek bir hâkimiyetleri vardır. (Kaşgarlı Mahmut, Divanı Lügat-it Türk,
F) Benim ümmetimi öyle bir kavim sürüp, kovalayacaktır ki; onların yüzleri (yuvarlak ve) enli, gözleri (çekik ve) küçük, çehreleri sanki üzeri derilerle kaplanmış kalkanlar gibidirler. Onlar, üç defa Arabistan yarımadasına kadar ilerleyeceklerdir. İlk istilada onların önlerinden kaçanlar kurtulacaktır. İkinci istilada, hücuma uğrayanlardan bazıları helâk olacak ve bazıları da canlarını kurtaracaklardır. Üçüncü istilada ise, onların kökleri kesilecektir (artık istilaları, son bulacaktır) işte onlar Türklerdir. Nefsim yed-i kudretinde olan Allah’a yemin ederim ki, Türkler (çok yakın bir gelecekte) atlarını Müslüman mescitlerinin direklerine bağlayacaklardır. (=Müslüman ülkeleri fethedeceklerdir.) Not. Burada kastedilen Türkler, mecaz olup Türk (yurdu Türkistan) civarından gelen Moğolların olduğunu geçmişteki tarihi savaşlardan dolayı kesinlikle ortaya çıkmıştır.
G) Türkler size ilişmedikçe sizde onlara ilişmeyiniz. Çünkü milletimin mülkünü ve Allah’ın ona olan ihsanını, en evvel Kantura nesli (Türk) alacaktır. İmam Taberani (Mu’cem’ül-Kebir ve Mu’cem’ül Evsat isimli eserinde)
H) Habeşliler sizle uğraşmadıkça siz de onlarla uğraşmayınız. Hele Türkler size dokunmadığı sürece, siz de Türkler’e (sakın) dokunmayınız! Yukarıdaki hadis-i şerif Cüveydi tarafından şöyle nakledilmiştir: “Türkler sizlere dokunmadıkça, siz de Türkler’e dokunmayınız. Zira onlar çok sert ve haşin tabiatlı kimselerdir.” Yine aynı hadis-i şerifi, Hamavi ise ashabdan Hz. Muaviye’den şöyle nakletmiştir: “Sakın onların üzerine süvari birlikleri göndermeyiniz (harp etmeyiniz) Türkler ve Habeşliler size dokunmadığı sürece, siz de onlara dokunmayınız.”
İ) İmam Taberani, Hz. Muaviye’den şöyle nakleder: İbn-i Zi’l Kelâ anlatıyor: Bir gün Muaviye’nin yanındaydım. Ermeniye vilayetinin valisinden posta geldi. Muaviye valinin mektubunu okudu, hiddetlendi; sonra kâtiplerinden birini çağırdı ve ona valinin tahriratına şöyle yaz, dedi: ‘İdarendeki araziye Türkler’in akın ve yağma ettiklerinden bunun üzerine arkalarından takip kuvvetlerini sevk ettiğinden ve bu takipçilerin yağma edilen şeyleri onlardan istirdat etmiş olduklarından bahsediyorsun. Anan sana matem tutsun, sakın bir daha öyle bir harekette bulunma, Türkleri kışkırtma ve onlardan hiç bir şey istirdat etme. Çünkü ben Resulullah’dan işittim. Buyurdu ki; “Türkler, yavşan otu biten yerlere (Avrupa’ya) kadar ilerleyeceklerdir.”
J) Hıfz, on kısma ayrılmıştır: Dokuzu Türkler’de, biri diğer insanlardadır. Hıfz kelimesi, bazı kitaplarda; hafızlık, kavrama kabiliyeti olarak tercüme edilmiştir. Merhum Mehmed Vani Efendi’ye göre ise; muhafazakârlık yani dinini, milletini, vatanını, maddi ve manevi değerlerini, örf ve âdetlerini, namusunu koruma duygusunun her milletten çok Türk milletindedir.
Taberi şöyle anlatmaktadır: Hz. Peygamber Arap kabilelerin hücumu yılında (Hendek savaşı) Medine’nin etrafında kazılmak istenen hendeğin sınırlarını çizdi... Biz hiçbir zaman bu sınırları aşmak istemiyorduk. Salman hendekten çıkarak Hz. Peygamberin bulunduğu yere geldi. Bu sırada O, bir Türk çadırını kurmakla meşgul bulunuyordu.
K) Ebu Said el-Hudri demiştir ki; Hz. Peygamber Ramazanın ilk on gününde itikâfa girmiştir. Sonra ortasındaki on günde tentesi üzerinde hasır bulunan bir Türk çadırında itikâfa girmiştir. (Resulullah (s.a.v.) in, Türkler ile irtibatta olduğu kastediliyor.)
L) Resulullah Efendimiz bir gece rüyasında peşine önce siyah bir koyunun, sonrada bir beyaz koyunun takıldığını görüyor. Sabahleyin mescid-i saadete gelip namaz kıldırdıktan sonra, sırf iltifat olsun diye bu rüyanın yorumunu, Ebubekir Sıddık Hazretlerine bırakıyor. Bu iltifata hem sevinen, hem de mahcup olan Ebubekir (r.a): “Mademki, öyle arzu buyurdunuz, yorumunu yapayım. Ey Allah’ın Peygamberi!.. Peşinize ilk takılan siyah koyun Arapları, sonra da takılan beyaz koyun beyaz bir ırkı temsil eder. Yani önce Araplar size inanıp peşinize takılacak, sonra da; beyaz bir ırk İslam’a girip size uyacak...” rüyadaki siyah koyun Arapları, beyaz koyun ise Türkler’i işaret etmiştir. Çünkü bir müddet sonra, beyaz yüzlü olan Türkler İslâm’a şereflenmişler ve can-ı gönülden İslâm’a hizmette pusula olmuşlardır.
M) Ata, bana İbnu Hişam’ın; kadınları erkeklerle karışık olarak, tavaftan yasakladığı zaman dedi ki: "O bunu nasıl yasaklar, Resulullah (sav)ın zevceleri bile, erkeklerle birlikte haccettiler!" Ben, Ataya sordum: "Onların beraber Haccı, örtünme emrinden önce miydi, sonra mıydı?" "(Evet, kasem “yemin” olsun) buna, ben örtünme emrinden sonra şahid oldum!" diye cevap verdi. Ben tekrar sordum: "Pekala, erkeklere nasıl karışırlardı?" Şu cevabı verdi: "Erkeklere karışmazlardı, Hz. Aişe (ra) erkeklerden ayrı olarak tavaf ederdi, onlara karışmazdı." Hatta, bir kadın kendisine: "Ey müminlerin annesi, yürü (Hacerül-Esved’e elimizi değerek) istilam edelim!" demişti de, Hz. Aişe ona: "Sen dilediğin şekilde git" deyip kendisi gitmekten imtina etmişti. Onlar geceleyin kim oldukları bilinmez halde çıkarlar, (erkeklerle beraber tavaf yaparlardı.) [Beytullaha girmek istedikleri zaman da, erkeklerin tamamen çıkarılmış olmalarına kadar durup beklerler, sonra girerlerdi.] (Ata devamla): "Ben (Mekke kadısı) Ubeyd İbnu Umeyrle birlikte, Müzdelifedeki Sebir dağında mücavir (yani ikamet eder) olan Hz. Aişe (ra)nin yanına giderdim" dedi. Ben hemen sordum:
N) "Pekâlâ Hz. Aişenin örtüşü ne idi?" "Keçeden yapılmış küçük bir Türk çadırının içindeydi. Çadırın bir perdesi vardı. Aişe, Resulullah (sav) ile bizim aramızda, bu perdeden başka bir şey yoktu. Ben Hz. Aişe’nin üzerinde gül renginde bir zıbın gördüm."
Ebu Sekine (ki Muharrerlerden bir kimsedir) Resulullah (sav)ın bir sahabesinden naklen anlatıyor: "Resulullah (sav) buyurdular ki: "Sizi bıraktıkları müddetçe, siz de Habeşileri bırakın. Sizi terkettikleri müddetçe, Türkleri terkedin.
O) Ümmetimin hakimiyetini ilk defa ortadan kaldıracak olan Benû Kantûra’dır." Bu hadisi Taberâni, Hz. Muaviye rivayeti olarak kaydetmiştir. NOT: " Benû Kantûra, Kantûra’nın evladları anlamında olup; Hazreti İbrahim (A.S:) cariyelerinden birinin adıdır. Rivayete göre; bu cariyenin bir kısım çocukları oldu. Bunlardan Türkler çoğaldı. Türkler; Sünnî İslâm’ı, bir taraftan Fars kaynaklı Şia tehlikesine karşı ve diğer taraftan da, Haçlılar başta olmak üzere; diğer düşmanlara karşı, en az bin yıllık bir süre ile korumuş, kollamış ve İslâm’ı himayesi altına alarak.. ona, hem şeref vermiş ve hem de onunla şereflenmiş ve Allah’ın övgü ve desteğine kavuşmuştur. Allah (C.C.) ve İslâm adına savaşmış ve çok yakında, yine savaşacak. Bu savaşma bilince kavuşmuş olan Türk’lere ve Türk soyuna, ne mutlu. Bu hasletleri ile aşağıdaki hadis-i şerifte de görüldüğü gibi, Allah’ın rahmetine de kavuşmuş ve bir rahmet toplumu da olmuştur.
P) “Allah’ın rahmeti, daima gönül birliği yapmış toplumla baraberdir.” Beyhakî, kitâbü’z-Zübdi’l-kebîr. 2/162.
3) BEDİÜZZAMAN HAZRETLERİNİN DİLİNDEN TÜRK’LER:
A) Ramazanoğlu’nun naklettiği hatıralardan birinde, 1950 senesinde, ülkede DP döneminin başlaması ile Bediüzzaman Hz. leri ile Pakistan Milli eğitim bakanı Ali Ekber Şah arasında yaşanır. Üstad, ona ismi ile hitap ederek, bir konuşma yapıyor. ‘Ali Ekber kardeşim’ diyor ‘sizin hatırınıza şöyle bir şey gelebilir. Biz o meseleyi, Risale-i Nur’un filan yerinde şöyle hallettik. Sizin hatırınıza böyle bir şey gelebilir, biz o meseleyi Risale-i Nur’un filan yerinde böyle hallettik’ diye diye, o sormadan tam 70 sualin cevabını veriyor. Ali Ekber Şah, üstadın ayağına kapanıyor. Ağlıyor. Diyor ki ‘Üstadım ben bir hafta kalayım, bana ders ver. (Bedüzzaman Hz.leri cevap veriyor.) Sen siyasettesin, ben seni, bu defa kabul ettim. İkinci bir defa, kabul etmem. Ancak, sana verdiğim bu ders, 20 senelik ders. Seni, 20 senelik talebem olarak kabul ediyorum..’ diyerek iltifat ediyor. Şah da, Bediüzzaman’a diyor ki ‘Üstadım, Türkler senin kıymetini bilmiyor. Gel, ben seni Pakistan’a götüreyim.’ Üstad aynen şu cevabı veriyor. ‘Hayır. Yara burada başladı, tedavi burada görecek. Türk milleti bin senedir âlem-i İslam’ın bayraktarlığını yaptı, bundan sonra da yapacak. Ben; eğer Mekke, Medine’de yaşıyor olsaydım, (yine) buraya gelirdim. Cenab-ı Hakk ayet-i kerimede buyuruyor ki’, Türkçe, meali ile ‘Öyle bir kavim gönderdim (ki). Onlar, Allah’ı sever. Allah da, onları sever.’ ‘Ben de, bu beyanı ilahi karşısında düşündüm. Bunun, bin seneden beri; âlem-i İslam’ın bayraktarlığını yapanın, Türk milleti olduğunu bildim. Ve Türk milletine hizmeti, vazife telakki ettim.”
B) Bediüzzaman Hz. leri, İslâm ve Kur’an hizmeti adına, Türk milleti hakkında çok öğücü sözlerinden birisi şudur. “İşte, ey ehl-i Kur’an olan şu vatanın evlatları! Beş altı yüz sene değil, belki Abbasiler zamanından beri, bin senedir Kur’an-ı Hakîm’in bayraktarı olarak bütün cihana karşı meydan okuyup, Kur’an-ı ilan etmişsiniz. Milliyetinizi Kur’an’a ve İslâmiyete kal’a yaptınız. Bütün Dünya’yı susturdunuz. Müthiş tehacümatı (saldırıları) defettiniz. Ta ki; (mealen) “ Ey, iman edenler! Sizden her kim dininden dönerse, Allah onların yerine öyle bir kavim getirir ki; Allah onları sever, onlar da Allah’ı sever. Onlar müminlere karşı alçak gönüllü, kâfirlere karşı izzet sahibidirler. Allah yolunda cihad ederler ve dil uzatanların kınamasından da korkmazlar..” (Maide suresi, 54) ayetine güzel bir musaddak (örnek/misal) oldunuz….”
C) “ Bediüzzaman Hz.lerine göre; Türkler Fahr-i Kâinat (aleyhissalâtu vesselâm)’ın da övgüsüne mazhar olmuştur. Türkler hakkında sena-i Peygamberî (Peygamberin övgüsü) muhakkaktır.
D) BEDİÜZZAMAN SAİDİ NURSİ Hz.lerinin bakış açısıyla: İslâm’ın bayraktarlığını Türk milleti’nin yapacağını söylemiştir. Bu müjdeyi bizlere, Bilinmiyen Taraflarıyla Bediüzzaman Said Nursi adlı kitabının 233-234 sayfalarında Necmeddin Şahiner şöyle açıklar. “Allah-ü Zülcelal Hazretleri, Kur’an-ı Kerim’in Maide suresi 54. Ayetinde şöyle buyurur; ÖYLE BİR KAVİM GÖNDERECEĞİM Kİ; ONLAR ALLAH’I, ALLAH’DA ONLARI SEVER”. Ben de, bu beyan-ı İlâhi karşısında düşündüm. Bu kavim bin yıldan beri Alem-i İslâm’ın bayraktarlığını yapan Türk Milleti olduğunu anladım.
F) Yine, Bediüzzaman Hz.leri buyurur: “Emin olunuz ki biz Kürtler, başkalarına benzemiyoruz. Yakinen biliyoruz ki, içtimai hayatımız; Türklerin içtimai hayatından neş’et eder.(neş’et: ortaya çıkar/meydana gelir)
G) Yine Bediüzzaman Hz.leri buyurur: “’Lisan-i Kürdi caiz, Arapça vacip, Türkçe lazım..”.
Said Nursi Hazretleri’nin Türk’e bakışı, Türkçülerden evlâdır. Millî, yani İslâmîdir: “Çünkü, Cenâb-ı hak, bin seneden beri Kur’ân’ın hizmetinde istihdam ettiği ve ona bayraktar tâyin ettiği bu vatandaşların (Türklerin) muhteşem ordusunu ve muazzam cemaatini, muvakkat ârızalarla inşallah perişan etmez. Yine o nûru ışıklandırır ve vazifesini idâme ettirir.” Ali İlbey’in, “Said Nursî Hz.lerinin Türk’e Bakışı Türkçülerden Evlâdır.” başlıklı çalışmasında ise şunları derlemiştir. Meşrutiyet’te ve Cumhuriyetin başında olduğu gibi günümüzde de İslâm millet anlayışını temel almayan Türkçü / milliyetçilerin laik bir fonksiyon yükledikleri İslâm, modern-ulus Türklüğü bütün şartlarıyla belirleyen bir âmil değildir. Bundan dolayıdır ki, Türk’ün İslâmî millet vasıflarını Batılı seküler bir formasyona sokan Türkçülere Said Nursi Hazretleri haklı tarizlerde bulunur ve nasihat eder. Türklerin ancak İslâmiyet zemininde millet hüviyetiyle var olabileceğini anlatan yazılarına devrin Türkçüleri karşı propaganda yaparlar. Bunun üzerine sitemkarâne bir şekilde Türkçülere cevap verir: “Şeytanın telkini ile ve ehl-i dalâletin ilkaâtıyla, bana karşı propaganda ile hücum eden ve mühim mevkîleri işgal eden bâzıları..., kardeşlerimi (Türkleri) aldatmak ve asabiyet-i milliyeleri tahrik etmek için diyorlar ki: ‘Siz Türksünüz. Mâşâallah, Türklerde her nevî ulemâ ve ehl-i kemâl vardır; Said bir Kürddür. Milliyetinizden olmayan birsiyle teşrik-i mesâi etmek, hamiyet-i milliyeye münâfîdir
Doksan yıldır Türk isminin zarf ve mazrufunu sûistimâl ve iğfal eden arızalı Atatürkçü Cumhuriyetin kurbanı, bu ülkenin hâmi ve bânisi Türklerin hâkim millet otoritesinin sarsıldığı (üzülerek ifade ediyorum) bugün, Said Nursi’nin Türkçülere verdiği cevaplardan ders çıkarmanın zamanıdır.
Türkiye’nin Müslüman Türkleri olanlar, Türk-î Osmanî zamanlarındaki gibi Türkleri İslâmî millet karizmasıyla Kürtler nazarında selahiyattar kılmak isteyenler, Türklüğü ulus çukuruna düşüren Atatürk milliyetçilerinin ve aynı zeminde duran Türkçü / ulusalcıların yanlışlarından meydana gelen faturanın bugün Türklere çıktığını kavrayanlar, Mektubat’ın 29. kısmını yüreğiniz yanarak, fakat azimle okumanız gerek: “Senin gibi ahmaklar lâzım ki, Macar kâfirleri veyahut dinsiz olmuş ve frenkleşmiş birkaç Türkleri, muvakkaten dünyaca dahi faidesiz uhuvvetini kazanmak için, üç yüz elli milyon hakîki, nûrânî menfaattar bir cemâatin (Türklerin) bâkî uhuvvetlerini terk etsin. (…) Delilleriyle menfî milliyetin mâhiyetini ve zararlarını gösterdiğimizden, ona havale edip, yalnız o Üçüncü Meselenin âhirinde icmâl edilen bir hakîkati burada bir derece izah edeceğiz. Şöyle ki: O Türkçülük perdesi altına giren ve hakîkaten Türk düşmanı olan hamiyetfüruş mülhidlere derim ki: ‘Din-i İslâmiyet milletiyle ebedî ve hakîki bir uhuvvet ile, Türk denilen bu vatan ehl-i îmânıyla şiddetli ve pek hakîki alâkadarım. Ve bin seneye yakın, Kur’ân’ın bayrağını cihânın cihât-ı sittesinin etrafında gâlibâne gezdiren bu vatan evlatlarına, İslâmiyet hesâbına, müftehirâne ve taraftarâne muhabbettarım. Sen ise ey hamiyetfüruş sahtekâr! Türkün mefâhir-i hakîkiye-i milliyesini unutturacak bir sûrette mecâzî ve unsurî ve muvakkat ve garazkârâne bir uhuvvetin var.
“Senden soruyorum: Türk milleti, yalnız yirmi ile kırk yaşı ortasındaki gâfil ve heveskâr gençlerden ibâret midir? Hem, onların menfaati ve onların hakkında hamiyet-i milliyenin iktizâ ettiği hizmet, onların gafletini ziyâdeleştiren ve ahlâksızlıklara alıştıran ve menhiyâta teşcî eden frenkmeşrebâne terbiyede midir? (…)Hamiyet-i milliye bundan ibâret ise, ve terakkî ve saadet-i hayatiye bu ise; evet, sen böyle Türkçü isen ve böyle milliyetperver isen, ben o Türkçülükten kaçıyorum, sen de benden kaçabilirsin! Eğer zerre miktar hamiyet ve şuurun ve insafın varsa, şimdiki taksimâta bak, cevap ver. Şöyle ki: Türk Milleti denilen şu vatan evlâdı altı kasımdır: Birinci kısmı ehl-i salâhât ve takvâdır, ikinci kısmı musîbetzede ve hastalar tâifesidir, üçüncü kısmı ihtiyarlar sınıfıdır, dördüncü kısmı çocuklar tâifesidir, beşinci kısmı fakirler ve zaifler tâifesidir altıncı kısmı gençlerdir. Acaba bütün evvelki beş tâife Türk değiller mi? Hamiyet-i milliyeden hisseleri yok mu? Acaba altıncı tâifeye sarhoşçasına bir keyif vermek yolunda, o beş tâifeyi incitmek, keyfini kaçırmak, tesellîlerini kırmak hamiyet-i milliye midir, yoksa o millete düşmanlık mıdır? ‘El hükmülil ekser’ sırrınca, eksere zarar dokunduran düşmandır; dost değildir.”
“Eğer Türk milleti, yalnız altıncı tâife olan gençlerden ibâret olsa ve gençlikleri dâimî kalsa ve dünyadan başka yerleri bulunmasa, sizin Türkçülük perdesi altındaki firenkmeşrebâne harekâtınız, hamiyet-i milliyeden sayılabilirdi. Benim gibi hayat-ı dünyeviyeye az ehemmiyet veren ve unsuriyet fikrini, firengî illeti gibi bir maraz telâkkî eden ve gençleri nâmeşrû keyif ve hevesâttan men’e çalışan ve başka memlekette dünyaya gelen bir adama, ‘O Kürddür, arkasına düşmeyiniz’ diyebilirdiniz ve demeye bir hak kazanabilirdiniz. Fakat, mâdem ki Türk nâmı altında olan şu vatan evlâdı, sâbıkan beyân edildiği gibi altı kısımdır. Beş kısma zarar vermek ve keyiflerini kaçırmak, yalnız bir tek kısma muvakkat ve dünyevî ve âkıbeti meş’um bir keyif vermek, belki sarhoş etmek, elbette o Türk milletine dostluk değil, düşmanlıktır. Evet ben unsurca Türk sayılmıyorum; fakat Türklerin ehl-i takvâ tâifesine ve musîbetzedeler kısmına ve ihtiyarlar sınıfına ve çocuklar tâifesine ve zaifler ve fakirler zümresine bütün kuvvetimle ve kemâl-i iştiyakla müşfikâne ve uhuvvetkârâne çalışmışım ve çalışıyorum. Altıncı tâife olan gençler dahi, hayat-ı dünyeviyesini zehirlettirecek ve hayat-ı uhreviyesini mahvedecek ve bir saat gülmeye bedel bir sene ağlamayı netice veren harekât-ı nâmeşruâdan vazgeçirmek istiyorum.”
“İşte bu beş tâife ki, Türk milletinin altı kısmından beş kısmıdır; menfaatlerine çalışıyoruz. Altıncı kısım ki, gençlerdir. Onların iyiliklerine karşı ciddî uhuvvetimiz var. Senin gibi mülhidlere karşı hiçbir cihetle dostluğumuz yok! Çünkü, ilhâda giren ve Türkün hakîki bütün mefâhir-i milliyesini taşıyan İslâmiyet milliyesinden çıkmak isteyen adamları Türk bilmiyoruz. Türk perdesi altına girmiş frenk telâkkî ediyoruz! Çünkü, yüz bin defa Türkçüyüz deyip dâvâ etseler, ehl-i hakîkati kandıramazlar. Zîrâ, fiilleri, harekâtları onların dâvâlarını tekzib ediyor.”
“İşte ey frenkmeşrepler ve propagandanızla hakîki kardeşlerimi benden soğutmaya çalışan…! Bu millete menfaatiniz nedir? Birinci tâife olan ehl-i takvâ ve salâhâtın nûrunu söndürüyorsunuz. Merhamete ve timâr etmeye şâyan ikinci tâifesinin yaralarına zehir serpiyorsunuz. Ve hürmete çok lâyık olan üçüncü tâifenin tesellîsini kırıyorsunuz, ye’s-i mutlaka atıyorsunuz. Ve şefkate çok muhtaç olan dördüncü tâifenin bütün bütün kuvve-i mâneviyesini kırıyorsunuz ve hakîki insâniyetini söndürüyorsunuz. Ve muâvenet ve yardıma ve tesellîye çok muhtaç olan beşinci tâifenin ümitlerini, istimdatlarını akîm bırakıp, onların nazarında hayatı mevtten daha ziyâde dehşetli bir sûrete çeviriyorsunuz. İkâza ve ayılmaya çok muhtaç olan altıncı tâifesine gençlik uykusu içinde öyle bir şarap içiriyorsunuz ki; o şarabın humarı pek elîm, pek dehşetlidir. Acaba bu mudur hamiyet-i milliyeniz ki, o hamiyet-i milliye uğrunda çok mukaddesâtı fedâ ediyorsunuz. O Türkçülük menfaati, Türklere bu sûretle midir? Yüz bin def’a el’iyâzü billâh (Allah korusun). Asabiyet-i câhiliye, birbirine tesânüd edip yardım eden gaflet, dalâlet, riyâ ve zulmetten mürekkep bir mâcundu.”
Şimdi anladınız mı, Türklerin İslâm milleti vasfının zayıflatılarak, yanlışlar üzerine kurulu en doğru siyasi sistem Cumhuriyet’le (daha doğrusu Kemalizm’le) bünyesindeki Kürtleri dahi tutamamasının sebeplerini?
İLÂVE YAZI: FİKİR DÜKKÂNI DİLİNDEN TÜRKLER
Türklerin makbul olanlarına Semerkand Türkleri, Nizam-ı Âlem Türkleri ve Semavî Türkler denir. (Semavî Türkler ifadesi Savaş hocama aittir). Cumhuriyet ve Atatürk Türklüğü ile Tanrının Türkleri ehven Türklüktür.
Latin alfabesine Türk alfabesi, Latin harflerine Türk harfleri diyenler İslâm’ın mayasından ve hamurundan meydana gelmiş Türk değil, kıpkızıl Atatürkçü ve Kemalist Türk’tür.
Türkçe’nin mefahirini, ilmini ve izzetini Kur’ân dili ve elifbasında değil, Orhun Âbideleri’nde arayan Türkçülerin Türklüğü “posa”dır, uzak durunuz. Türkçe’nin irfanı Kur’ân’dadır, Orhun Âbideleri’nde değil.
“Türkler (nasıl bir Türklükse) tarih boyunca gittikleri her yerde ve en son Arap alfabesini ve dinini kabul ederek hep asimile olmuşlardır” diyen şizofren Türkçü-milliyetçilerin Türklüğüne maazallah bulaşmayınız.
M. Kemal’in, “Doğuşumdaki tek olağanüstülük, Türk olarak dünyaya gelmemdir” sözündeki Türklük, İslâm geçmişi redd-i miras eden pozitivist Türklüktür ki, Müslüman Türklükle uzaktan yakından bir ilgisi yoktur. (Ali İLBEY- [email protected])
4) ÇEŞİTLİ KAYNAKLARDA TÜRK’LER:
A) Tarihimizi daha iyi inceleyip, araştırdıkça bu örneklerin yüzlercesi ile karşılaşmak mümkündür. Birçok tarih, din ve felsefe kitabında, Arap ve Türk kaynaklarında Türk milleti için, "Milleti memduha, övülmüş millet" “İlâhi nusretle müeyyed, (Allah’ın yardımı ile kuvvetlendirdiği) millet," İ’lay-ı kelimetullah ile muvazzaf (Allah isminin yüceltilmesi ile görevli) millet" tabirleri kullanılır. ( Elmalılı Hamdi Yazır 1960) Abbasiler’den sonra İslâm’ın bayraktarlığını Selçuklu, Osmanlı devleti vs. ele almıştır ve bugüne kadar da gelinmiştir. Dikkat ederseniz kardeşlerim, konu; “Türklük değil, Müslümanlık’tır. (Yani; ırkçılık, kafatascılık.. değil, İslâm’a, imana ve onları gönderen ve getirene.. hizmet ve bu yolda ölmektir. (Şehit olmaktır.) Fakat kılıçın kabzasında, hep Türk’ler var. (Yani; komuta, sevk ve irade.. pusula, hep Türk’lerde olacaktır.)
B) Kaçkarlı Mahmut, Divan-ı Lügati’t Türk isimlieserinde, Buhara ve Nişabur hadis imamlarından şu hadis-i kutsiyi rivayet etmektedir. : “Ulu ve Aziz olan Allah, diyor ki; Benim, Türk ismini verdiğim ve Doğu’da yerleştirdiğim bir takım askerim vardır ki, her hangi bir kavme karşı gazaba gelecek olursam, o Türk askerimi; işte, o kavmin üstüne saldırtırım.”
C) Divan-ı Lügati’t Türk: Türk dilinin toplu sözlüğü anlamına gelen bu yapıtı, 1072-1074 yılları arasında ve 11.yüzyılda Kaçkarlı Mahmut yazmıştır. Yapıtın yazılış amacı, Araplar’a Türkçe’yi öğretmek ve Türkçe’nin edebiyat dili olarak Arapça’dan üstün bir dil olduğunu kanıtlamaktadır. Arapça olarak yazılmış, 7500 Türkçe sözcüğün açıklaması yapılmıştır. Bir anlamda bu yapıt, Türkçe’nin ilk dilbilgisi kitabı olma özelliği taşır. (Kaynak: www.Videodersane.com) Ayrıca, Kaşgarlı Mahmud Divân-ı Lügati’t-Türk’deki önsözüne şöyle başlar; “Esirgeyen, koruyan Allah’ın adıyla.. ve devam eder: "Allah’ın, devlet güneşini Türk burçlarından doğurmuş olduğunu ve Türkler’in ülkesi üzerinde, göklerin bütün dairelerini döndürmüş olduğunu gördüm. Allah, onlara Türk adını verdi. Ve yeryüzüne hâkim kıldı. Cihan imparatorları Türk ırkından çıktı. Dünya milletlerinin yuları Türklerin eline verildi. Türkler, Allah tarafından bütün kavimlere üstün kılındı. Hak’tan ayrılmayan Türkler, Allah tarafından; hak üzerine, kuvvetlendirildi. Türkler ile birlikte olan kavimler, aziz oldu. Böyle kavimler, Türkler tarafından her arzularına eriştirildi. Türkler, himayelerine aldıkları milletleri, kötülerin şerrinden korudular.Cihan hâkimi olan Türklere herkes muhtaçtır, onlara derdini dinletmek, bu suretle her türlü arzuya naili olabilmek için, Türkçe öğrenmek gerekir.." (Kaynak: www.Vikipedi ansiklopedisi)
D) EVLİYA ÇELEBİYE GÖRE: ORTA ASYADA’DAN ANADOLU’YA YAYILIŞ: Evliya Çelebiye göre, Ahmet Yasevi Hz.leri Diyarı Rum’a; (Anadolu’ya) önce Hacı Bektaş-ı Veli’yi ve daha sonrada O’na yardımcı olmak üzere Sarı Saltuk’u gönderir. Yasevi’de meşhur tahta kılıcını kuşatarak, Rumeli’yi fethetmek üzere Dobruca’ya gönderip; Rumeli’nin, coğrafi ve manevi fethini de, böylece başlatır. Yahya Kemal ise, “Mâverâ’da Söyleniş” adlı şiirinin bir beyitinde;
Geldikti. Bir zaman Sarı Saltuk’la Asya’dan,
Bir, bir; diyar-ı Rum’a dağıldık.. Sakarya’dan. (Kaynak: Beşir Ayvazoğlu, Zaman 28-Şubat-2013)
5) DÜNYA’DA KONUSUNDA İSİM YAPMIŞ; saygın ve çok özel insanlardan bazılarının, Türkler hakkında olumlu olarak söyledikleri: Dünyada iki bilinmeyen vardır. Biri kutuplar, diğeri Türkler. Albert Sorel. Kılıcı insafsız bir beceriyle kullanan Türk’ün eli, yendiği insanların yarasını sarmakta da ustadır. Lord Byron Türkler kahramandırlar, dostlarına zarar vermezler. Yüce Türk milleti tuttuğu eli bırakmaz, sözünden dönmez, iyi ve kötü günlerde dostundan ayrılmaz. Böyle bir ulusla el ele vermek yeryüzünde her zorluğu yenmek için sonsuz bir güç ve yetenek kazanmak demektir. Comenius (Çek Bilgini) Türk’ün şefkat ve insaniyet duygusunu inkar mümkün değildir. Bu duygu insanı atalete sevk edip sefaleti artırmakla beraber, teşkilatı düzensiz bir toplumun bir derdine tek çare demektir. Türk ırkının soyluluğunu gösteren diğer duygular, yani en küçük iyiliklere karşı besledikleri minnet ve şükran duygusu, ölmüşlere karşı besledikleri minnet ve şükran duygusu, büyük bir nezaketle yapılan konukseverlik adeti ve hayvanlara saygı alışkanlığı gibi faziletlerin, inkârı da mümkün değildir. Edmondo De AMICIS Türkçeyi öğrenmek benim için büyük bir mutluluk oldu. Çünkü Türk’ü anlamak için, kendisiyle mutlaka tercümansız konuşmalıdır. Tercüman, ışığı örten zevksiz bir perde oluyor. Gelland (Fransız Bilgini) Türklerin yalnız sonsuz bir cesareti değil, iradeleri sersemleştiren bir sihirbaz zekası vardır. İşte Türk, bu zekasıyla zafer kazanır, uygarlıklar yaratır ve insanlık dünyasında en şerefli hizmeti başarır. Zaten, Avrupa’nın yarısını; yüzyıllarca boyunduruk altına almak, başka türlü mümkün olamazdı. Çarnayev (Rus Komutan) Silahlı milletin en canlı örneği, Türklerdir. Bu; diyar köylüsünün orak, katibinin kalem ve hatta kadınlarının etek tutuşunda, silaha sarılmış bir pençe kıvraklığı vardır. Türk ata biner gibi oturur, keşfe yollanan asker gibi uyanık yürür. Moltke Artık Türkler’le savaşmam. Onlar çok cesur ve iyi insanlar. Andreas Phitiades "Türk gibi ölüme gülerek bakan bir eri,(askeri) başka hiçbir ulusta bulamazsınız. Yalnız ona iyi bir komutan gerektir. " Mulman Türkler muhakkak ki, Avrupa tarihinin ve yakın Asya tarihinin bildiği, en halis efendi milletidir. Kayzerling "Türk milleti, iki bin yıldır profesyonel askerdir. Bütün Türklerin mesleği, askerliktir. Dünyanın hangi ordusuna sorarsanız sorun, Türk askerinin karşısında düşünmenin, hiç de kolay olmadığını veya olamayacağını size söyler." Donaldson Türk kadınlarının en büyük süsü, Türk oluşlarıdır. Onlar; süslenmek için elmas veya zümrüt takınmıyorlar, belki üzerlerinde taşıdıkları o taşları süslemiş ve kıymetlendirmiş oluyorlar. Çünkü her Türk kadını, canlı bir inci ve paha biçilmez bir pırlantadır. Lady Mary Wortley Montagu İnsanlari yücelten iki büyük meziyet vardır: Erkeğin cesur kadının namuslu olması. Bu iki meziyetin yanında hem erkeği, hem kadını şereflendiren bir meziyet daha vardır. İcabında tereddütsüz canını feda edebilecek kadar vatanına bağlı olmak. İşte Türkler bu meziyetlere ve fazilete sahip kahramanlardır. Bundan dolayıdır ki Türkler öldürülebilir, lâkin mağlup edilemezler Napoleon Bonaparte Türk, asillerin asilidir. Yapma olmayan, gösterişi bulunmayan, bu pek yüce asalet; ona, tabiatın hediyesidir. Pierre Loti "Poltava’da esir oluyordum. Bu, benim için bir ölümdü, kurtuldum. Buğ nehri önünde tehlike daha kuvvetli olarak belirdi... gene kurtuldum. Fakat bugün esirim. Türklerin esiriyim. Denizin, ateşin ve suyun yapamadığını onlar yaptılar, beni esir ettiler. Ayağımda zincir yok. Zindan da değilim. Hürüm, istediğimi yapıyorum. Lakin gene esirim; şefkatin, cenabın, asaletin, nezaketin esiriyim. Türkler, beni işte bu elmas bağa sardılar." Demirbaş ŞARL Türklerden bahsediyorum... Düşmanına saldırırken amansız bir kasırgaya, korkunç bir denize ve insafsız bir yıldırıma benzeyen Türk; dost yanında ve silahsız düşman karşısında bir seher yelidir, berrak bir göldür. Gönül açan bu yeli yıldırma, göz kamaştıran bu gölü coşkun bir denize çevirmek, tabiatı da inciten bir gaflet olur." Tasso - İtalyan Şair. Eğer bir Türk devleti olmasaydı, mutlaka yaratmak gerekirdi. THIERS Savaşın zevkini almak isteyen herkes, Türklerle savaşmalıdır. (Towsend İngiliz Komutan) Bütün milletler arasında, en namuslu ve dostluk kurmada; tereddüt edilmeyecek olan, yalnızca Türklerdir. Henüz, yabancı tesiri altında kalmamış olan bir köye gidecek olursanız; gerçek misafirperverliğin ne demek olduğunu, orada görüp öğrenirsiniz. William Martin Türkler, Asya’nın güçlü ulusudur. Albert Sorel Türk askeri, cesurdur. Anavatanını sever ve onun için, gerekirse hiç çekinmeden canını feda eder. Albert Einstein Çanakkale’de, başarılı olamadık. Nasıl başar ılı olurduk ki? Zira Türkler; yuvasına girilmiş aslanların hiddetiyle, cüret, cesaret ve kahramanlığı ile savaşıyorlardı. Böyle bir millet görmedim. Sir Julien Corbet Türk’ün güzel yüzünü, kuvvetli endamını, pırıltılı kostümünü, zarif tavırlarını, kibar gülüşünü, aslanca kükreyişini fırçayla göstermek mümkündür. Fakat pek güç olan, Türkün özünü göstermektir. bu öz, ay ışığı gibi görülür.. fakat gösterilemez. Decamps (Fransız ressam) Türk toplumunda, kişisel nitelik ve değer dışında, hiçbir şeye önem verilmez. Baron Büsbek Türklerin doğrulukları ve namuslulukları ne kadar övülse yeridir. Charles Macfarlene Türkler kendilerini anlamayanlara, kim olursa olsun, kendilerini anlatmak yolunu biliyorlar. Onları bu yola niçin sürüklemeli. Antoine Galland Türkler’le dost ol, ama düşman olma. Gianni de Michelis Türklerin Avrupa dengesi için, gerekli bir unsur oldukları kesindir. Lord Beaconsfield Türk dilini incelerken, insan zekasının dilde başardığı büyük mucizeyi görürüz. Max Muller Tarih, Türkler’den çok şey öğrendi. Onların elinden çıkma öyle eserler var ki, bunlar Medeniyetin birer ziynetidir. Alman tarihçi HAMMER (Kaynak: 5. Madde aslı, star e-gazete fotoğraf galerisi’nden alınmıştır. 09 - Ağustos – 2012)
Önemli not: Yukarıdaki maddeler, ırkçılık ve kafatasçılık yapmak için yazılmamış ve hiçbir zaman da, bu iş için vesile edilemez. Çünkü, bu konudaki ölçüyü de yine İslâm koymuştur. “İslâm’da kavmiyetçilik-ırkçılık ve kafatasçılık yapmak, kesinlikle haram ve aşağıdaki hadis-i şeriflerden dolayı da yasaktır.” Bu yazı ise, sadece TÜRK’lerin hakkında objektif bir durum tesbiti ve gerçeği dile getirmeden ibarettir.
1) “Irkçılığa (asabiyyeye) çağıran, Bizden değildir. Irkçılık için savaşan, Bizden değildir. Irkçılık üzere, asabiyye uğruna ölen Bizden değildir.” (Müslim, İmâre 53, 57, hadis no: 1850; Ebû Dâvud, Edeb 121; İbn Mâce, Fiten 7, hadis no: 3948; Nesâî, Tahrim 27, 28)
2) “Asabiyet (kavmiyetçilik) dâvâsına kalkan, onu yaymaya çalışan, bu dâvâ yolunda mücâdeleye girişen Bizden değildir.” (Ebû Dâvud, Edeb 112)
3) Vasîle bin el-Eskâ (r.a.) anlatıyor: “Ben; ’Yâ Rasûlallah! Adamın kendi kavmine bir zulüm üzerine yardım etmesi, asabiyetten (ırkçılıktan) mıdır?’ diye sordum. Hz. Peygamber (s.a.s.): "Evet" buyurdu.” (İbn Mâce, Fiten 7, hadis no: 3949; Ebû Dâvud, Edeb 121, hadis no: 5119; Ahmed bin Hanbel, 4/107, 160)
4) Rasûlullah (s.a.s.)’a soruldu: “Kişinin soyunu, sülâlesini (kavmini, ulusunu) sevmesi asabiyet (kavmiyetçilik, ırkçılık) sayılır mı? Hz. Peygamber şöyle cevap verdi: Hayır. Lâkin kişinin kavmine zulümde yardımcı olması asabiyettir/ kavmiyetçiliktir." (Ahmed bin Hanbel, 4/107, 160; İbn Mâce, Fiten 7, hadis no: 3949)
5) “Zulüm ve haksızlıkta kavmine yardıma kalkışan kişi, kuyuya düşmüş deveyi kuyruğundan tutup çıkarmaya çalışan gibidir.” (Ebû Dâvud, Edeb 113, 121, hadis no: 5117)
6) "Kim; kâfir olan dokuz atasını, onlarla izzet ve şeref kazanmak düşüncesiyle sayarsa, cehennemde onların onuncusu olur." (Ahmed bin Hanbel, 5/128)
7) “Bir kısım insanlar vardır ki, cehennem kömüründen başka bir şey olmayan adamlarla iftihar ederler, övünürler. İşte bunlar; ya bu övünmeden vazgeçerler, ya da Allah nezdinde, pisliği burunlarıyla yuvarlayan pislik böceklerinden daha değersiz olurlar.” (Ahmed bin Hanbel, 2/524; Ebû Dâvud, Edeb 111)
8) “Aziz ve Celil olan Allah, sizden câhiliyye devrinin kabalığını ve babalarla övünmeyi gidermiştir. Mü’ min olan, takvâ sahibidir. Kâfir olan ise şakîdir. Siz, Âdem’in çocuklarısınız. Âdem de topraktan yaratılmıştır. Bazı adamlar, (kâfir olarak ölen) kavimleriyle övünmeyi terketsinler. Çünkü onlar, cehennemin kömüründen bir kömürdürler; yahut onlar, Allah indinde burnu ile pislik yuvarlayan pislik böceğinden daha aşağıdırlar.” (Ebû Dâvud, Edeb 120, hadis no: 5116)
9) “Müslüman cemaatten ayrılan ve itaat yolunu terketmiş olarak ölen kimsenin ölümü, câhiliyye ölümüdür. Ümmetime karşı harekete geçerek mü’minin imanına saygı duymaksızın ve sözleşmeli bulunduğu kimseye karşı olan ahdine vefâ göstermeksizin suçlusuyla suçsuzuyla bütün ümmetimi vurmaya kalkışan kimse Benim ümmetimden değildir. Asabiyet/ırkçılık duygusuyla öfkelenen, asabiyet uğruna savaşırken yahut ırkçılık dâvâsı güderken körü körüne açılmış bir bayrak altında ölen kimsenin ölümü câhiliyye ölümüdür.” (Müslim, İmâre 57; Nesâî, Tahrim 27; İbn Mâce, Fiten 7; Ahmed bin Hanbel, 2/306, 488.
10) “Kim; hevâsına uyarak bâtıl yolda cenkeder, kavmiyetçiliğe (asabiyet) çağrıda bulunur veya kavmiyetçiliğin sevkiyle, öfke ve tehevvüre kapılırsa, câhiliyye ölümü üzere (kâfir olarak) ölür.” (İbn Mâce, Fiten 7)
11) “Bir kimseyi ameli geri bırakmışsa, nesebi, soyu onu kurtaramaz, yükseltemez, ilerletemez.” (İbn Mâce, Mukaddime 17, hadis no: 225)
12) “Allah indinde en şerefliniz, takvâca en ileri olanınızdır. Arabın Arap olmayan (acem) üzerine bir üstünlüğü yoktur. Arap olmayanın da Arap üzerine bir üstünlüğü yoktur. Siyah derili olanın beyaz derili üzerine bir üstünlüğü yoktur, beyazın da siyah derili üzerine bir üstünlüğü yoktur. Üstünlük sadece takvâ iledir.” (Cem’u’l-Fevâid, 1/510, hadis no: 3632)
13) (alıntı) Ali Ferşadoğlu, 23 Mayıs 2013. Yeni Asya gazetesindeki köşe yazısında “Asabiyetin, ırk üstünlüğü iddiasının kökeni”
hakkında diyor ki; Enaniyetten (ego, benlik) kaynaklanan, başkasını yutmakla beslenen “ırkçılık, etnik kökeniyle üstünlük
taslama, milliyetçilik”; cahiliye dönemi değerler sistemine, “kabile örfü” ve “asabiyete” dayanır. Cahiliye döneminde de,
üstünlük; san’at, üretim ve insanî değerlerde değil; soy, sop, kabile, zenginlik, ırk, renk ve kuvvette aranırdı. Kabile örfünün
üç ana maddesi vardır:
A) Kabilede düzen kurmak ve yaşatmak.
B) Kabile düzenine, örfüne kayıtsız-şartsız bağlılık.
C) Diğer kabilelerle yapılan anlaşmalara itaat.
Peygamberimizi; (asm) çok seven, koruyan, kollayan Ebû Talib’in makbul bir iman getirmemesinin bir sebebi; kavmine, atalarına, kabilesine, âdet, örf ve geleneklerine aşırı derecede bağlılığı idi. Peygamberimizi (asm) öven sözleri üzerine, müşriklerin “Abdülmuttalib’in milletinden, dininden yüz mü çevireceksin!” baskısına karşılık, “O (kendisi için), Abdülmuttalib’in dini üzeredir” demişti. (Peygamberimizin Hayatı, Mehmet Oğuz Reha Umurca, Yeni Asya Neşriyat, s. 614.)
Asabiyet, ırkî üstünlük iddiası; soy-sop övgüsünün kaynağı, enaniyet, benlik, egodur. Bediüzzaman “Nevin enâniyeti de bir asabiyet-i neviye ve milliye cihetiyle o enâniyete kuvvet verip, o ene, o enâniyet-i neviyeye istinat ederek, şeytan gibi, Sâni-i Zülcelâl’in evâmirine karşı mübâreze eder” der. (Sözler, 30. Söz) Yani, milliyetçilik, “ene” ağacının acı meyvesidir ve şeytanî bir vasıftır. Şeytan, Allah’ın, kendisini ateşten, Adem’i (as) ise topraktan yarattığını, dolayısıyla kendisinin daha hayırlı ve üstün olduğunu iddia ederek ona secde ile saygı göstermedi. (Tâhâ Sûresi, 116., Bakara Sûresi, 34.)
Evet, ırkçılıkta, milliyetçilikte şeytânî, menhus bir lezzet var. Bir kere kendini yüceltir, diğer etnik kökenden gelenleri ötekileştirir, onları yutarak beslenir, haksızlık ve zulme sebep olur. Dolayısıyla İslâmiyetçe reddedilmiştir. Hadislerde de asabiyet, ırkçılık yerilmiştir! (Ebû Dâvûd, Edep: 113.; Kütüb-i Sitte, Hadis No: 1729.)
Yine Bediüzzaman’ın tesbitiyle, menfî milliyetçiler, milliyeti “mâbud ittihaz edecek” dereceye getirmişlerdir: “Asabiyet-i cahiliye, birbirine tesanüt edip yardım eden gaflet, dalâlet, riyâ ve zulmetten mürekkep bir mâcundur. Bunun için milliyetçiler, milliyeti mâbud ittihaz ediyorlar. Hamiyet-i İslâmiye ise, nur-u imandan in’ikâs edip dalgalanan bir ziyadır.” (Mesnevî-i Nuriye, Zeylü’l-Hubâb, s. 96)
Ve son bir küçük anektod: Gene D. Matlock adında bir Amerikalı araştırmacı/yazar, Temmuz ayında Hermes Yayınları tarafından Türkçe olarak da basılan “Ey Dünya İnsanları Hepiniz Türksünüz (Kayıp Bir Uygarlığın Sırları, Dünyayı Nasıl Değiştirebilir) adlı bir kitap yazdı. Matlock, bu kitabında; “ilk insanların Türk’lerle başlayıp daha sonra bütün Dünya’ya dağıldığını, ilk konuşulan dilin Türkçe olduğunu, bilimin, felsefe ve dinin.. yine Türk’lerden doğduğunu” yaptığı uzun araştırmalar sonunda belgeleri ile açıklıyor. Kaynak: Mailce.com tarih: 01, 5th, 2013 (01-05-2013)
6) TÜRK DÜŞMANLARININ GÖZÜNDEN TÜRK’LER: Allah, (C.C.) Şeytan’ı hiç yoktan ve de mecbur değil iken, yaratıp yaşattığı ve Zat’ıyla da, konuşma gibi üstün bir nimet bahşettiği halde; Şeytan Yaratıcısı’nın emrine karşı gelerek, O’nun emrine karşı isyan etmiş ve Kıyamet’e kadar da, insanoğlunun yoluna çıkarak, onları azdırmasi için mühlet almıştır. İşte Şeytan ile başlayan ve Şeytan’ın cocukları, cinler ve şeytanlaşmış insanlarla devam eden “İSYAN SÜRECİ GÜNÜMÜZE KADAR SÜRÜP GELİRKEN, TARİHİN EN BÜYÜK İHANETİ OLARAK; TÜRK’LERE DE HER ALANDA YAPILMIŞ VE ÜSTELİK NE YAZIK Kİ, BİR DE YAPILAN BU TÜRK DÜŞMANLIĞI İLE ÖVÜNÜLMÜŞTÜR.”
İşte Türk bu düşmanlığının, yakın tarihteki kökleri 1200’lü yıllara, yani Türklerin Rumeli’ye geçmeleri ile başlar gibi görünse de; esasen Selçuklular’ın Anadolu’yu fethiyle başlar. Papa II. Urban’ın Bizans’a yardım için bütün Hıristiyan dünyasını, Türklere karşı bir savaşa çağırmasına ve sonuçta da, Haçlı Seferlerine kadar gider… Kelime mânâsı olarak Türk düşmanlığı, Türk karşıtlığı ya da Türk fobisi veya Anti-Turkism olarak seslendirilir. Bu kelime; Türklere, Türk kültürüne, Osmanlı İmparatorluğu’na, Türkiye Cumhuriyeti’ne ve de Türk halklarına kısaca TÜRK kelimesine karşı olarak, “TÜRK’e DÜŞMAN” olmak anlamına gelir. Bu düşmanlık, o kadar ileri gitmiştir ve geniş bir alt yapıyta kavuşturulmuştur ki; Türk düşmanlığıyla ilgili olarak 16. yüzyılda Avrupa ülkelerinde, çoğunluğu Alman kaynaklı 2500 yakın kitap basılmıştır. Bu kitapların içeriği ise özellikle; “kan içen, kan döken ve kana susamış cani Türk” imajı kundakdaki bebeklerin ninnisine kadar yerleştirilmiş, Viyana’nın kuşatılması ve Toronto’ya çıkış ile zirveye varmıştır. Başlangıcını korku fobisinin belirlediği Türk düşmanlığına, VİKİPEDİ Ansiklopedisinden sadece birkaç misal verecek olursak;
1) “Dünyada yaş ve cinsiyet ayırımı yapmadan; çocuk, yaşlı, hasta, din adamı ayırımı yapmadan herkesi kesen, hatta ana rahmindeki bebeği bile katleden Türkler kadar acımasız ve kaba bir ırk yoktur.” Viyana piskoposu Johann Faber (1478 - 1541)
2) Martin Luther ve Philipp Melanchthon, Türk’lere “KIZIL YAHUDİ’ler diyecek kadar ileri gitmişlerdir. Buna dayanak olarak da, Türk’lerde ve Yahudi’lerde ortak gelenek olan erkek çocukları sünnet ettirme ve başa fes takma.. gibi, diğer ortak adet ve görenekleri göstermiştir. Kızıl benzetmesini de Türk’lerin adeta bir “kan tazısı” gibi katleden ve çok iyi savaşan bir millet olmasına bağlamıştır.
3)Martin Luther, Türkleri papalık makamı ile kilisedeki yolsuzluk ve bozulmaya karşı Hristiyan dünyasına Tanrı’nın bir cezası olarak görmüştür. 1518’de, 95 Tez’ini açıkladığında, Martin Luther, Tanrı’nın Hristiyanları veba, savaş, ve depremlerle cezalandırması gibi bu sefer de Türkleri yollayarak cezalandırdığını iddia etmiştir. Papa Leo X buna karşılık olarak Luther’i kiliseden atmakla tehdit etmiş, o’nu Türklere karşı verilen kapitülasyonları savunmakla ve Türklerin avukatlığını yapmakla suçlamıştır.
4) Bazı Hıristiyan ilahiyatçılarına göre ise, Türk kelimesi “torquere”den (torture= işkence) gelmektedir. Bir diğer popüler teoriye göre ise Türkler, zalim bir ırk kabul edilen İskitler ile aynı ırktandır.
5) Avrupa’da Türklere karşı olan bu olumsuz imajın sorumlusu biraz da “Kürt-Türk hikâyeleri”dir. Bu hikâyelerde Kürt-Türk karışımı, insan yiyen, yarı insan (Türk) yarı ise kurt, kurt kafası ve kuyruğu olan gerisi insan biçinde bir yaratığı bir varlığı benzediği iddia edilir. Askeri güç ve acımasızlık, Türk’lerin kökeni hakkında yapılan bu iddialarda defalarca tekrar eden bir özelliktir.
6) İsveç’te geçmişte Türk’ler, Hristiyanlığın ana düşmanı olarak gösterilirdi. Buna örnek olarak Erland Dryselius tarafından yazılan ve 1694’te basılan “Luna Turcica eller Turkeske måne, anwissjandes lika som uti en spegel det Mahometiske vanskelige regementet, fördelter uti fyra qvarter eller böcker” (Muhammed’in dört parçaya ve kitaba bölünmüş olan tehlikeli kanununu ayna gibi yansıtan Türk hilali) adlı kitap verilebilir. Dini törenlerinde, Türk’lerin nasıl fethettikleri yerleri sistematik olarak yakıp yıktığı, Türklerin acımasızlığı ve kana susamışlığı hakkında vaazlar verilirdi. İsveç’te 1795 yılında yazılan ve okullarda okutulan bir kitapta İslam “Büyük düzenbaz Muhammed tarafından uydurulan, günümüzde Türklerin tamamen kabul ettiği sahte din” olarak tarif edilmişti.
6) 19. yüzyıl sonlarında William Gladstone Türko fobiyi Britanya politikasında Osmanlı İmparatorluğu’na karşı bir politika değişikliği olarak ortaya atmıştır. Gladstone, Osmanlı yönetimindeki Bulgarlar hakkında 5 Eylül 1876 tarihinde basılan, Bulgarian Horrors and the Question of the East, başlıklı 64 sayfalık bir broşür kaleme aldı ve Türklerin Dünya’dan tasfiye edilmesi gerekliliğini anlattı. Gladstone’a göre Türkler, “insanlığın, dev bir insanlık dışı örneği"dir. “Türk hükümeti” olarak adlandırdığı Osmanlı hükümeti için ise, “hiç bir hükümetin işlemediği kadar günah işlemiş, hiçbir hükümet onun kadar günahkârlığa saplanmamış, hiçbiri onun kadar değişime kapalı olmamıştır” dedi.
7) Günümüzden son bir misale gelecek olursak, David S. Goyer imzalı 2013 tarihli A.B.D. yapımı ve İtalya’da geçen bir hikâye de, Leonardo Da Vinci’nin gençliğinin konu alındığı bir dizinin 6’ncı bölümünün büyük bir kısmında Osmanlı, Türkler ve Fatih Sultan Mehmet işlendi. Tarihteki adıyla “Kazıklı Voyvoda” ve “Drakula” olarak bilinen, esir aldığı Osmanlı askerlerini kazıklara çakarak işkenceyle öldürmesiyle anılan Eflak Voyvodası III. Vlad, Türkler, Osmanlı ve Fatih Sultan Mehmet hakkında söyledikleriyle diziye damgasını vurdu.
Dizide, Leonardo Da Vinci esir tutulan Osmanlı imparatorluğunda görevli bir Habeşli’yi kurtarmak için, Voyvoda’yı ziyarete gidiyor.. Da Vinci’yi ormanlık bir alanda karşılayan Kazıklı Voyvoda, daha ilk dakikalardan itibaren Türkler hakkında konuşup nefretini dile getirmeye başlayarak, “Tanrının insanlığın başına açtığı bir sürü sorun vardır; depremler, volkanlar, salgınlar ve kanserler. Ama bunlardan daha kötüsü, başımıza Türkleri ve Tatarlar’ı salmış…” ifadesini kullandı. (Basın)
Çeşitli ülkelerdeki Türk karşıtı deyim ve atasözleri
Dünya’nın pek çok ülkesinde, Türk’ler ve Türkî halklar ile ilgili ırkçı deyimlere de rastlanır: Şöyle ki;
• Almanca’da: “Bodrumda ölü bir Türk yatıyor, Alman’lar yine Türk’lerden hızlıydılar” şeklinde bir deyim vardır.
• Avusturya’da: Hava çoktan karardığında, Türkler geliyor. Türkler geliyor.” diye tekerleme söylediği duyulabilir.
• Ermenicede: Türk sözü hâlâ genel olarak birinin aptallığını sorgulamak için kullanılır: Sen Türk müsün? Aynı zamanda bir . kirli düzensiz evi ima etmek için kullanılır: “Bir Türkün evine benziyor?”
• Farsça’da: Türk-i hâr (eşek Türk) tabiri, bir Türk halkı olan Azerbaycan’lılara karşı kullanılan aşağılayıcı bir sözdür.
• Fransızcada: Tam bir Türk vb.ifadeler, meşhur deyimlerde kaba ve acımasız insanları belirtmek için kullanılırdı.
• İspanyolca’da: Bir İspanyol biriyle ilgili küçük düşürücü bir yorum yapmak istediğinde “TÜRKO” derdi.
• İtalyanca’da: “Türk gibi küfretmek ve Türk gibi pis kokmak” deyimleri sıklıkla kullanılır. En kötü şöhretli İtalyanca deyim (manşetlerde de, sıkça kullanılan) yakın bir tehlikeyi belirtmek amacıyla, “Anneciğim, Türkler geliyor!..” deyimidir. Ayrıca İtalyanlar, “Türk gibi sigara içmek” deyimini de sık sık kullanırlar. Almanca ve Sırpca’da da, Türk gibi sigara içmek” anlamına gelen çeşitli deyimler vardır.
• Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nde: Askerlere uygun adım yürüme eğitimi verilirken söyletilen, "En iyi Türk, ölü Türk" sloganı, 2008 yılında hükümet tarafından alınan bir kararla yasaklandı.
• Norveççe’de: “Bir Türk kadar kızgın” şeklinde bir deyim vardır.
• İsveççe’de: XII. Karl’ın yanında İsveç’e giden Türk askerlere yerli halk tarafından ,“Köpek Türkler” adı verildi.
• Rusça’da: “İstenmeyen misafir, Tatar’dan kötüdür.” şeklinde bir deyim vardır.
• Yunanca’da: “Öfkesi, onu Türk haline getirdi” deyimi, aşırı öfkelenen birini tarif etmekte kullanılır…
(Ve İnternetten alıntı bir yazı ile bu şiirin giriş yazısına son verelim.)
HZ. HÜSEYİN’İN TÜRK MİLLETİNE DUASI
İslam tarihinin en acı hadisesi hiç şüphesiz ki Kerbela olayıdır. Bundan 1331 sene evvel; iktidar hırsı yüzünden gözünü görmez, kulağını duymaz olan kalbi katranlaşmış Yezid, başlarında Peygamberin (s.a.v.) Torunu Hz. Hüseyin’in bulunduğu topluluğu, bir yudum suya hasret bırakarak şehit etmiştir.
Elim Kerbela olayının vuku bulduğu 680 yılında, yeni yurtlar arama (Kızılelma) derdiyle Türkistan sahasından çıkarak Arap Yarımadasına inen ve İslam’la yeni yeni tanışan Türk Akıncıları, Arapların savaşacağı haberini alırlar ve muhkem bir mevkiden hadiseyi takip ederler. Binlerce kişilik ordusuyla Yezid, 70 kişilik Hz.Hüseyin ve kandaşlarını çepeçevre sarmıştır. Türk Atlıları anlarlar ki; güçlüyle-zayıf, çoklukla-azlık, zalimle-mazlum karşı karşıyadır. Bir tarafta koskoca Emevi Ordusu diğer tarafta Peygamber torunu ve musayipleri, yol arkadaşları… Taraf olma gereği hissedeler ve saflarını belirlerler. Ne asabiyete ne mensubiyete bakarlar taraf olurken. Güç dengesine bakarlar ve Türk Olmanın gereğidir deyip, mazlumdan yana saf tutarlar.
Takvimler Muharrem ayının 9’unu gösterirken yedi Türk Akıncısı bu bela meydanından Hz.Hüseyin’i almak üzere binerler atlarına. Hz.Hüseyin susuzluktan tükenmek üzeredir Türk Yiğitlerini karşısında gördüğünde. “Sizi Azerbaycan’a götürelim” teklifini tereddütsüz reddeder. Çünkü bu yola dönmemek üzere çıkmıştır ve şahadeti kovalayacaktır. Ancak gelen yiğitlerden bir isteği olur Peygamber Torununun. “Oğlum Zeynel Abidin” der “çok hasta, alın götürün Onu buradan, size emanettir.”
Yedi Türk akıncısı yanlarına Zeynel Abidin’i de alarak yıldırım gibi yol alırlar Emevi Ordusunun barikatını yararak. Hz. Peygamberin sevgili torunu, Allah’ın Aslan’ı Âlimler Şahı Hz.Ali’nin oğlu Hz. Hüseyin ellerini Arş-ı A’la’ya kaldırır ve “YARABBİ BU YEDİ YİĞİDE, YEDİ DEVLET NASİP EYLE.." diye dua eder.
Zaten bu olaydan sonraki gün Hz.Hüseyin ve yol arkadaşları şehit edilerek Rahmet-i Rahman’a kavuşmuşlardır.
Bu yiğitler, Türkistan sahasında gözleri gibi baktıkları Zeynel Abidin’i, kargaşa ortamının durulduğundan emin oldukları ve emanete halel gelmeyeceğini anladıklarında Mekke’ye geri götürmüşlerdir.
Bugün Türkistan sahasından Balkanlara uzanan coğrafyada hür ve bağımsız yedi Türk Devleti mevcuttur. İşte bu yedi devletin yedi bayrağı, Hz.Hüseyin’in duasının kabulünün delili olarak semalarda dalgalanmaktadır.
Bağımsız Türk yurtlarını düşününce elbette Esir Türk illerini de düşünmeden edemedim. Hz. Hüseyin’in duası, Bağımsız Türk Devletleri ve esir Türk Yurtlarını düşününce aklıma Oğuz Kaan’ın Türklük duası geldi. Yazımı ZÜLKANEYN A.S’ın (Oğuz Han) duasının son bölümüyle bitireyim istedim: “Ulu Tanrı! Güzel Tanrı! Gök Tanrı! TÜRKÇE konuşulan, TÜRK’e yurtluk etmiş olan yerleri kıyamete kadar TÜRK’ün hükmü altında bırak!
Türkler hakkındaki yukarıdaki özet bilgiden sonra, benim Türkler hakkında düşündüklerime gelince; Türklerin sembolü olan bayrağı, yani “TÜRK BAYRAĞI” ile ve sadece ilk mısrasının bilgisini Oktan Keleş’ten esinlendiğim, bir şiir ile açıklamaya çalıştım. BAYRAK aklıma yukarıda derlediğim ve aslı bana ait olmayan, şu demeçler geldi. Ben de, bunları okuduktan sonra; aşka gelip, Türk milletinin sembolü olan “ALBAYRAK” hakkında aşağıdaki şiiri yazdım
. Ya, siz bu bu aşağıdaki Türk bayrağı hakkındaki görüşlerime, sizler ne dersiniz? Sizler de, benim ile ayni fikirde misiniz?.. Yoksa sizler, ayrı bir “TESBİH!..” mi çekersiniz?..
Ş U T Ü R K’ Ü N B A Y R A Ğ I
ŞİİR NO: 29 *** 24-085-2012
Bir mucize gibi!.. Hem yazılış harfleri, hem de ebcedi ayni,
Adı, HİLÂL’dir, sanki; fizik âlemdeki, Allah’ın bir mecazi;
Üstünde, “tesadüfen, bir araya gelmemiştir..” YILDIZ’ı, AY’ı,
Dünya tarihinin, ahengi ve fihristidir.. şu, TÜRK’ün BAYRAĞI!..
Cennetin Kapısında, RABB ve RESÛL’ün ismi beraber bulunur,
AY ve YILDIZ’da; bu bayrağın üstünde, her zaman birlikte durur;
Yıldız ve AY mağrurdur. Çünkü ismi, Kur’an’da tazimle okunur,
İlâhi bir lütûf sergiler, Ay ve yıldızlı.. şu, TÜRK’ün BAYRAĞI!..
Rahman’ımız, bir yıldızın doğma ve batma sırrına yemin eder,
Ay-yıldız, ilk ve son, hükümran olacak devleti temsil eder;
Bayrağın “AL” rengi, akan şehit kanının yerini ilân eder;
Fizik âlemi, metafizik âleme bağlar.. şu, TÜRK’ün BAYRAĞI!..
O’na hûşu ve edep ile bakıp, sakın saygıda kusur etme,
O Rabb’imin izniyle burçlarda dalgalanır.. sonunu, dert etme;
Gölgesi; Arz’ı kaplar, düşkünü kucaklar.. O’nu bırakıp gitme,
“Hz. Mehdi’yi ve İsa’yı” da, karşılar.. şu, TÜRK’ün BAYRAĞI!..
O, gönlerde dalgalandığı; ilk günden, son güne kadar.. hep HÜR’dür,
Oğuz Kağan’dan, Kıyamet’e kadar.. tüm mazlûmların sembolüdür;
Zaman; O’na sahip çıkarak, uğrunda şehit olmanın günüdür,
EZELden, EBED’e kadar.. ne çok sırlar saklar, şu TÜRK’ün BAYRAĞI!..
24-08-2012 * SAAT: 03:45 * Konak-İZMİR.
Bir sır ve okuyucuyu düşündürücü bir soru ve de bir bilmece. Soru: Ay ve yıldız, beraber olarak; AÇE dahil, neden bir çok İslâm ülkesinin bayrağında vardır da, gayri İslâm’i hiçbir devletin bayrağında ise hiç yoktur?.. Bu sorunun nedenini ve cevabını sizlerde hiç düşündünüz mü?..
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.