Bana Yavaşlamayı Öğret
Okuldaki odamda oturuyorum. Öğretmen arkadaşlarım odama giriyor. Ya da velilerden, eğitim camiasından birileri… Sohbet ediyoruz. Masamda güncel edebiyat dergilerinden yığınla birikmiş. Yeni sayıları gelince önceki sayıları öğretmenler odasına bırakıyorum. Arkadaşlarım okusun diye, öyle de oluyor… Odamda misafirlerim çay kahve içerken gözleri bu dergilere takılanlar oluyor. Mesel, Mavi Yeşil, Beyaz Gemi, Adam, Kün, Mor Taka, Yolcu, Berceste, Yedi İklim, Hece, Edebiyat Ortamı Yasak Meyve, Somuncu Baba, Türk Edebiyatı…
Misafirlerimin bazıları bu dergilerden alıp okuyor. Hele bazıları sohbeti bırakıp dergiler arası kutsal mı kutsal bir yolculuğa çıkıyor. Bana göre kutsal ama… Olsun o yolda ilerleyenler yolun kutsiyetini anlamasa da varmak istediği yere varacaksa tabi ki kutsal yolculuktur bu. Okuyucu okurken kafasındaki sorunlarından bir lahza da olsa uzaklaşacaksa, sevdiği birilerini aklından, gönlünden avuç avuç indirip sayfalar arasında onunla hemhal olarak gezintiye çıkacaksa, kendini meselin kahramanı yerine koyacaksa, insancıl yanı masumlaşan yüzüne vuracaksa, empati duyguları dirilecekse, koşmaktan yorulan bir küheylan gibi kendini yolun kenarına salıverecekse, yeşillikler arasında dinginleşecekse, yavaşlamayı öğrenecekse koşan zamana karşın, bir ağaca yürüyen karıncayı fark edecekse, yolun kenarındaki, bak şu sağ taraftaki sazlıklı dereden gelen kurbağa seslerini duymaya başlayacaksa, çocuklar gibi ağlayıp gülmeyi öğrenecekse, kendisinden başkalarının da bu dünyada yaşamaya hakkı olduğunu hatırlayacaksa bu yolculuk kutsal değil de nedir? Hep karlı Himalaya Dağları’nın eteklerinde mabetlere kapanan din adamları mı kutsal yolculuğa çıkacak? Başkalarının buna hakkı ya da kabiliyeti olmayacak mı canım?
Ama misafirlerimin arasından canımı sıkan birileri de çıkıyor. Not alacaksa, bir kâğıt arayışına girecekse o güzelim dergilerimin üstüne çiziklemeye çalışanlar oluyor böyle zamanlarda. Ama ben hemen bir not kâğıdı alıp burnuna doğru yaklaştırıyorum usulca. İlkin ürkecek gibi oluyor. Afallıyor göz göze geliyor. Ama sözün karmaşasında niye baktığını bile unutuveriyor garibim...
Bazısı da soruyor. Alıyor resimlerine bakıyor dergilerin. Çevirmeyi bile deniyor birkaç sayfalarını. Ancak anlayan çok az kişi ile sohbetin seyri değişiyor. Yeşil bir yağmur sonra bir ceylan dağdan iniyor. Firari güvercinleri subaşlarına iniyor Ahmet Arif’in. İnce uzun parmaklı Kürt çobanları kaval çalıyor Ağrı Dağı eteklerinde, Küp Gölü’nde Yaşar Kemal’in. Sazlıktan kurbağa seslerini duymaya başlıyorum yavaş yavaş. Odamın köşesindeki örümcek yuvasından sarkıyor, hani adı Vigar olan. Kapı açılıyor odaya ellerinde neyleri ile öğrencilerim giriyor. Ben oradan çoktan ayrılmışım haberim yok. Kim bunun farkında, sen mi?… Malazgirt’te, yatılı okulda, lojmanda oluyorum. Murat Nehri’nin kenarında öğrencilerim koşuyor, muhtemelen sonbahardır. Bozkırın ruhunu arıyorum ellerimle. Yaylalardayım babamla kuzu kırkıyoruz. Yayla dönüşüdür sürülerle Iğdır Ovası’nın yoğun yeşiline batıdan, Sürmari Kalesi tarafından giriş yapıyoruz. Okulun açılmasını dört gözle bekliyorum. Biraz da o kutsal şehir oluyorum yine. Üsküdar kokuyor, Çemberlitaş kokuyor, ille de Haliç kokuyor her yanım, üstüme dalgalar vurmuş gibi ekşi kokulu... İstanbul oluyor bir yanım bir yanım Diyarbakır, biraz da Mardin Kapı. Derin derin soluyorum. Sohbet kahvelerle devam ediyor.
Bizim de bir dergi çıkardığımızı söylüyorum arkadaşlarıma. Adı “Mesel Dergisi” diyorum. Ya arkadaşım bunu da sorma gitsin… “Efendim”, diyor, “bir daha söyler misim hocam”. “Mesel” diyorum. Hani söz, söylence, nakil, söylene gelen, misal diyorum. Haa diyor ama anlamadığını biliyorum. Bak orada… Şu kapağında sazlıklar olan, kapağında hüzünler yağdıran, şu leyleklerin göçünü anlatan, Ağrı Dağı, Aras Nehri olan, Erem Bağları olan* salkım söğüt olan, Revan Ovası olan, ılgın ağacı olan, Mayıs’ta iğde kokusu olan dergi diyorum. Alıyor, bakıyor dudakları titriyor. Sesi boğuklaşıyor. Bir şeyler okuyor fısıltı ile. Başını kaldırıp bana bakıyor. Çok güzel diyor. İşte yolculuğu orda başlıyor. Alüvyon oluyor Aras’la Hazar’a akıyor. Şilan tanesi oluyor Murat’la Hint Okyanusu’na akıyor. Ganjha ile buluşuyor. Nirvana’ya mı yürüyor oradan bilemem. Kutsal değil de nedir bu yolculuk? Ben mi? Ben Farid Farjad eşliğinde çoktan okumaya daldım bile…
*Erem Bağları: Kutsal metinlerde Adem ile Havva’nın yaşadığı İrem Bağları’nın Ağrı Dağı’nın kuzey eteklerinde, Aras Vadisi’nde olduğundan bahsedilir.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.