- 525 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Virginia'nın mektupları
sevgili Nick,
denız fenerını bu kez anlayacağına inanıyorum,düşünsene sen de geniş bir ailede büyüdün,dört kardeşin vardı ve babam ilkokul öğretmeniydi,seksenli yılların Türkiyesinde insanlar eşyalarını paylaşırdı,mesela sen zengin akrabalarının eski kıyafetlerini giyerdin.Lise yılarında gözlük seçerken en ucuz modeli seçerdin kalın camların ardında kahverengi gözlüklerinle bir profosöre benzemiştin.Biliyormusun,deniz feneri romanımın ilk satırı senin duygularını yansıtıyor,istersen birlikte okuyalım.
Elbette, ama yarın hava iyi olursa,» dedi. «Yalnız sabahleyin erken kalkmalısın.» Bu sözler, oğluna, sanki gezintiye kesinlikle gidilecekmiş, yıllar kadar uzun süren bir zamandır beklediği mucize, bir gecelik karanlıkla bir günlük sandal yolculuğundan sonra gerçekleşecekmiş gibi sonsuz bir sevinç verdi.
Sen çocukken en mutlu oldugun an annenden bu sözü duymaktı:Elbette,Nick eğer hava güzel olursa bu pazar pikniğe gidebiliriz.İşte seni en mutlu eden cümle!
Deniz fenerinde bu mutlululk çok güzel tasvir edilmiş,yıllarca beklediğin mucize gerçekleşiyor.Ne zaman?
Bir günlük sandal yolculuğundan sonra.Elbette,Nick!Tahminin doğru bu sandal yolculuğu hayatıma son verdiğim nehirin üzerinde gerçekleşmiştir.Biliyorsun , ben de geniş bir ailede büyüdüm,bence kitabın satırlarını ikimiz karşılıklı okuyup yorumlarsak senin için daha kalıcı olacaktır,unutma!Ünlü bir yazar olacaksın ve Gwen senin yerine uzun boylu yakışıklı subay ile evlendiği için pişman olacak!
DAisy?o da pişman olur mu dersin?Biliyorsun Daisy ülkenizin en çağdaş şehrinde büyümüştü,kadının özgürlüğünün ,yaşamın her alanında var olmasının örnekleriyle doludur bu şehir!
Cumhuriyetinizin kurucusu önderiniz ATATÜRK de bu şehirde evlenmiştir,haberi alan fikriye hemen başkente gelir ve dönüştü yaşamına son verir,tııpkı benim gibi!
Fikrimi soracak olursan Atatürk yanlış seçim yapmıştır ama hayatında bir boşanma yaşamasına rağmen ülkesine örnek olmuş medeni kanunu çıkararak , kadını bir erkeğin iki dudağıının aarasına sıkışmaktan kurtarmıştır.Şimdi izinle kitaba devam etmek istiyorum:"
James Ramsay yere oturmuştu; Ordu Pazarları’nın resimli katalogundan kestiği buzdolabını, annesinin o sözlerinden sonra, cennetten gelme bir şeymiş gibi görmeye başladı. Çünkü, o altı yaşındayken bile bir duygusunu ötekinden ayrı tutamayan; gelecek günlere yönelik tasarıların gölgesini hem sevinçleri, hem üzüntüleriyle, yaşamakta olduğu ânın üstüne düşüren o çoğunluktandı; çünkü bu kimseler için daha küçücük bir çocukken bile herhangi yeni bir heyecan, doğduğu ânı, ister verdiği ferahlık, ister bunaltısı ile, öteki anlardan ayırd edip tek başına vurgulayacak güçtedir. Resim sevinçten bir oya ile çevrilivermişti. El arabası, çayır biçme makinesi, kavakların hışırtısı, yağmurdan önce akçıllaşan yapraklar, haykırışan kargalar, oraya buraya çarpan süpürgeler, elbiselerin hışırtısı, bunların hepsi çocuğun zihninde öyle renkli, öyle birbirinden ayrı biçimler almıştı ki, daha şimdiden kendine özgü gizli kapaklı bir dil edinmişti.
Anlamakta zorluk çektiğin kısmı tahmin ediyorum.James için bır duygusunu ötekinden ayrı tutmayan bir insan tanımlaması yapıyorum sonr a da yenii bir heyecanın ferahlık yada bunaltı verse dahi yaşanmış diğer anlardan farklı olduğunu söylüyorum.İlk cümlede duygulardan ikinci cümlede yaşanan olaylardan söz ediyorum.Sen de çocukken ablan evlenip (henüz 17 yaşındaydı)evden ayrıldığında hüzün ile mutluluğu birlikte yaşadın yani bir duygunu ötekinden ayrı tutamadın.Bir sokak kedisi bulduğun için mutlu olmuştun ama annen onu evde beslemenin mümkün olmadığını söylediği zaman da üzülmüştün.Son cümlede James için zihininde yer alan nesnelerden söz ettim.Nobel ödüllü yazarınız hafızanın bir bahçe olduğunu söyler,ben de aslında ,kavakların hışırtısının,haykıran yaprakların onun hafızasında kalıcı olarak yer ettiğini anlatmaya çalıştım.Senin çocukluğunda yer eden ses yada görüntü nedir?
Evet cevabın gayet basit,çocukluğunda hafızana kazınan görüntü gece yer yatağında uyumaya çalışırken tavana vuran soba alevinin gölgesi ve hafızana kazınan ses,her sabah gün ağarmaddan annenin sobayı temizlerken çıkardığı sesler.
Kitabı okumaya devam edelim:
Yine de geniş alnı, lekesiz, yansız, tertemiz bakan, sadece insanoğlunun zayıflığını görünce biraz hırçınlaşan mavi gözleri ile sertliğin, uzlaşmazlığın ta kendisi görünüyor, ciddiyetini hiç bozmadan makasını buzdolabının çevresinde dikkatle dolaştırırken, annesine, cübbesini giyip koltuğuna yerleşmiş bir yargıç, ya da devlet işlerinin bunalımlı bir ânında etkisi büyük olacak önemli bir girişimin başına geçmiş bir adam gibi geliyordu. "
Her anne için öyledir zaten,sen de lise yıllarında ders çalışırken sık sık su içtiğin için annen seni meclis kürsüsünde konuşma yaparken sık sık su içen mebuslara benzetmişti.İlginç olan ise benim gibi annelik duygusunu bilmeyen bir yazarın bu hissi bilmesi,bu bende sır olarak kalsın.
Tam olarak dört satırdan oluşan bu cümlemde senin ilgini çeken daha çok bın dokuzyuz kırklı yıllarda buzdolabı olması,oysa senın ulkende o yıllarda halk sefalet ıcındeydı,dunya savasının meydana getiirdiği yoksulluk dalgası tüm avrupayı vurduğu gıbı Türkiye’yi de vurmuştu.
Seninle kitap okumak çok zevkli Nick!Gwen neden sana sürekli hayır dedi bilmek isterdim,onun bedeninde olan ruhum geçmiş yaşamını çok özlüyor,inan.Kocamı çok özlüyorum!
Biliyorsun üç kez intihar girişiminde bulundum ve son denememde başarılı oldum,hayatım boyunca kocama zorluk çıkardım ,ruhsal hezeyanlarım nedeni ile onu yıprattım,o yıllarda insanlar şimdi olduğu gibi kutu kutu depresan ilaçlar kullanmıyordu.Psikolojik rahatsızlıklar yaşayanlar yada daha açık konuşalm, şizofreni hastaları hastanede denek hayvanları gibi muamele görüyordu.Annemi kaybettiğimde ilk hezeyanlarımı yaşamaya başladım tıpkı senın gibi,İşte ortak yönlerimizden biri daha!
"Babası oturma odasının penceresinden bakarak, «Ama hava iyi olmayacak,» dedi. Eğer elinin altında balta, ocak demiri, ne türden olursa olsun babasının göğsüne saplayıp onu oracıkta öldürüverecek bir silah olsaydı James hemen kavrayacaktı. Mr. Ramsay bir şey söylemese bile, sade aralarına gelmekle çocuklarının içinde işte böyle olmayacak heyecanlar uyandırırdı."
Babanı hatırladın değil mi Nick?Yeğennini kaybettiğin zaman baban ablana moral vermek yerine insanların kanser olan çocuklarını bile yaşama döndürdüğünü ama ablanın kızının ameliyat olmasına izin vererek on yaşında hayata gözlerini yumdugunu söylemişti,eminim baban bu cümleyi kurdugu zaman ablan da babanı yok etmek ıstedı o an elıne ne gecerse onunla babanı yok etmek!O zaten çocugunu kaybetmenın verdıgı acı ıle yasamını noktalayacaktı hayatı boyunca hep aynı cümleyi kullanacaktı:"Keşke kızımın amelıyat olmasına izin vermeseydım!"Doktorların her zaman basıt bır amelıyat olarak nıteleddıklerı bademcık amelıyatı on yasındakı bu msum yavrunun yaşamına neden olmuştu.Baban hıcbır zaman kız krdesının bosanmasını ıstemedı ona göre kadının yerı kocasının yanıydı,eşi tarafından şiddete maruz kalsada bu evlılık sürmelıydı,ablan çalışıp kendi ayakları uzerınde durabılen bır kadındı,eğer şiddete maruz kalan onyedi yaşında evlenmek zorunda kalan ve hayatını ev hanımı olarak devam ettıren diğer ablan olsaydı baban nasıl bır tutum sergıleyecektı?Evliliğin devam etmesi için kızına şiddete katlanmasını mı tavsıye edecektı?Küçük ablanın evliliğinde sorumluluk sahıbı kendısıydı,varlıklı bır aılenın oğlu kucuk ablanla evlenmek ıstedığını dıle getırmış ve zengın oldugu ıcın bu ıstegı aılenızde olumlu karsılanmıştı,bu nedenle kucuk ablan yuksek öğrenıme gıtmeden evlılıgın kımı zaman heyecanlı kımı zaman duragan çızgısınde mahkum oldu.Buyuk ablan ıse yuksek öğrenımını tamamladı ve işe girdi çalışmaya başladı yaşadıgınız kucuk kasabada her kız cocugu ıcın gercek olacak bır durum değildi,ama sevgili eşi buyuk ablanı para kazandıgın ıcın sevmiyordu,unıversıte okumaya uzak bır sehıre gıtmeden evvel de bu adam ablanla evlenmek ıstedıgını her zaman söylemişti.Bununla bırlıkte evlılık oncesı romantızm abıdesı olan bu adam evlendıkten sonra alkolık oldugunu daha fazla gızlememıştı.Buyuk ablan para kazanan bı r kadın olmasına ragmen baban boşanmanın kendısıne yuk olacagını dusunmekteydı.
Ne düşündüğünü bılıyorum,Nazileri düşünüyorusun.Hikayeyi herkes bilir,Naziler bır yahudi evine geliir,iki kız çocuk sahıbı olan babaya kızlarından bırını seçmesini söyler,adam buyuk kızını Nazilere teslim eder,küçük kızının yaşamı ıcın buyugunu ölüme göndermiştir.İşte geldik senın yıllar boyunca depresen ilaçlar kullanmana sebep olan konuya,kaybetme korkusu!
Tam on yıldır hayatında korku ıle yaşıyorsun,yeğenının ölümüne sahıt olduktan sonra çocuklarını kaybedeceğini düşünmeye başladın bu dusunce beynıne o kadar sık ugramaya başladı kı artık gunluk hayatın korku ıle ıc ıce gectı.İslam ınancında bır korkunuz varsa once bu korkuya neden olabılecek olayın tedbırlerını almannız sonrada olayları akışına bırakmanız tavsıye edılır,siz buna "tevekkul etmek"dıyorsunuz evet bu çıkmaz<dan ancak dine sığınarak çıkabılırdın ve sen de öyle yaptın,Abdulkadır Geylanıyı okudun ve sonra unlu halk ozanınız yunus emreyı...
Onun felsefesını ozumsemeye çalıştın ,yaşamda tek gercek sevgının Tanrıya duyulan sevgı oldugunu,bir kadına yada çocuklarına olan sevgının bu sevgının yanında anlamsız kalacagına ınanmalıydın.senın ıcın korkunu yenmenın tek sartı buydu.
Korkuyu yenmenın tek sartı korkularla yuzleşmektır.Gece gec saatlerde uyanık kalıp evınızzdekı böceklerı tek tek öldurme sebebın de buydu,korkunu yok etmnek ıcın sabaha kadar oda oda dolasırdın,zavallı hamamböcekleri!Belki de farkına varmadan KAFKA’yı daa öldürmüşsündür.
"Şimdi de orada bıçak gibi daracık ince bedeniyle durmuş, sadece oğlunu umutsuzluğa düşürmek, her bakımdan (James’e kalırsa) kendisinden on bin kat üstün olan karısını gülünç etmek zevkiyle değil, aynı zamanda kendi düşüncesinin
doğruluğuna inanan gizli bir büyüklenmeyle alaylı alaylı sırıtıyordu. Dediği doğruydu. Hep doğru çıkardı. Yanılmak istese de yanılamazdı; eğriyi doğru gösterdiği hiç olmamıştı; söyleyeceği söz acı ise filanın hoşuna gider ya da işine gelir diye bir sözcüğünü bile değiştirmezdi. Hele kendi çocukları için hiç. Madem onun evlâdı idiler, daha çocuk yaştan öğrenmeliydiler ki yaşam çetindir; gerçekler değiştirilemez; en parlak umutlarımızın söndüğü, çürük teknemizin yok olduğu o efsane ülkesine geçiş de (bunları söylerken Mr. Ramsay dimdik durur, küçük mavi gözlerini kısarak uzaklara dalardı) her şeyden önce yüreklilik, doğruluk ve dayanma gücü isteyen bir geçiştir. Mrs. Ramsay ördüğü kızıl kahverengi çorabı elinde bükerek sabırsızlıkla, «Ama hava belki de iyi olur — bana kalırsa iyi olacak,» dedi. Çorabı bu gece örüp bitirirse, Fener’e de gidilirse, onu bekçinin küçük oğluna verecekti, çocuk kemik veremiydi de. Bir yığın eski dergi, bir parça tütün, daha doğrusu ortalıkta gereksiz, boşuna kalabalık eden ne bulursa o zavallılara götürecekti. Bütün gün lâmbayı temizleyip fitili düzeltmekten, biraz oyalanmak için de o küçücük bahçelerini kazmaktan başka yapacak hiçbir şey bulamayınca kimbilir canları nasıl sıkılıyordu. Tenis sahası kadar bir kayanın üstünde her gidişte bir ay, hava fırtınalı olursa belki de daha uzun zaman, kapalı kalmak sizin hoşunuza gider mi? diye sorardı; ne mektup almak, ne gazete okumak, ne de insan yüzü görmek. Evliyseniz karınızdan uzak kalmak, çocuklarınız nasıl — hastalar mı, düşüp kollarını ya da bacaklarını mı kırdılar — haber alamamak; Tanrının günü hep aynı sıkıcı dalgaların çatladığını, ardından korkunç bir fırtınanın koptuğunu, pencerelerin dalga serpintileriyle örtüldüğünü, kuşların gelip gelip kendilerini Fener’e çarptıklarını, her yanın sarsıldığını görmek; üstelik deniz alır götürür korkusuyla kapıdan dışarı burnunun ucunu bile çıkaramamak... Nasıl hoşunuza gider mi?
Gördun mu Nick?Korkuyla yaşayan tek kişi sen değilsin!
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.