AHH O KUTUNUN DİLİ OLSA DA KONUŞSA...
Sevgili Çengelköy, o çook eski bir Çengelköylüydü, Çengelköy’üm Yenimahalle semtinin, köyün merkezi olduğu zamanlarda, Türk, Ermeni ve Rum cemaatlerinin, bir arada yaşardı, bu topluluklar o kadar çok birbirine girmişti ki, o bile kendini bu toplulukların hepsine aitmiş gibi hissediyordu...
O yılların merkezi Yenimahalle meydanının, dört bir yanının meyhanelerle dolu, eğlence, mutluluk, arkadaşlık ve muhabbet kapısı olarak görüldüğü, çarşının pazarın burada olduğu, günlerden geliyordu. O daima, nedense kapalı bir kutuda biriktirirdi anılarını. Mutluluklarını, hüzünlerini, gözyaşlarını, kahkahalarını, umut ettiklerini, hayal kırıklıklarını hep o kutuya koyardı. Kapağını sıkı sıkı kapattığı, kimse bulmasın diye, her seferinde gizli köşelere sakladığı . Ahh o kutunun dili olsa da konuşsa…
Bu hoş görülü ve alçak gönüllü Çengelköylü, kararsız kaldığında veya hayat onu çaresiz bıraktığında hep o kutuyu açar, içindekileri çarşaf gibi serip yaşadıklarını hatırlar ve rahatlardı. Nerelerde hata yaptığını, hangi yollardan geçerken nelerin onu mutlu ettiğini, pişmanlıklarını, cesaretini nelerin kırdığını, nelere ses çıkarmadığını, nelerle yüzünün güldüğünü, o anılarında görür doğru yolu bulmaya çalışırdı.
O kıymetli kutusunda sakladığı bazı parçaların, anısını hatırlayamazdı bile. Onları alır, kalan diğer parçalarını da birleştirip düşünmeye başlardı. Çoğu kez düşüncelere dalar bazen günahlarının bağışlanması için Allah’a dua eder, bazen de olan bitene şükrederdi. Bazıları diğerlerinden pas parlak beliriverirdi aklında. Sanırsınız yeni yaşanmış gibi. İşte o zaman bir garip olur ve yaşadığı mutlu günlerin, o canlı renkli tablosuna doya doya bakardı. O resmin içine girer, sanki bu günmüş gibi, tekrar tekrar yaşardı.
O kara kutuda, unutmak istediği siyah olanları da olabildiğince, ufacık hale gelene kadar uzaklaştırmaya çalışır ama yine de kıyıp silemezdi. Boğazı düğümlenir bir damla gözyaşı düşüverirdi kutuya. Bir damla gözyaşıyla ıslanan anılar bazen de kocaman gülümseyen bir yüzü alıverirdi içine. Sanırız bu hâl, mutlaka bir hikmeti olan, kötü anıların arkasından gelen, o hikmetlerin, mutlulukları ve sevinçleriydi. Kutu, içinde birikenlerden ağırlaşıp kapağı kapanmaz hale gelince ne yapacağını şaşırır telaşla saklamaya çalışırdı. Bu durumdan endişelenip başka anılar biriktirmemeye karar verirdi. Eee tabii ki, bunda da bir hikmet saklıydı...
Sevgili Çengelköy yazımızın kahramanı, yine çaresiz kaldığı bir gün oturdu o kutunun başına, aldı onu önüne açtı kapağını, bir bir yırttı tüm iyi kötü anılarını, buruşturup attı çöpe. Koydu kutuyu ulu orta bir yere. Artık ne saklayacağı bir kutu ne de onları birinin görebileceği korkusu vardı. Şimdi vereceği kararda geçmişin hiç bir etkisi olmayacaktı. Ve kendisine bir soru sordu; "geçmişte yapmış olduklarını unutup, hayatı sil baştan tekrar tekrar yaşamak zorunda olsaydınız siz ne yapardınız"?
Sevgili Çengelköy, sevdiğim şeyleri severken ondaki özellikleri seviyorum… Güzelliğini seviyorum, ondaki gizemli ve mistik havayı, yetenekleri, insan sıfatını, iyiliğini, bilgeliğini, hoş görüsünü, sabrını ve cömertliğini seviyorum… Birisi beni sevdiğini söylerken, bende ki özellikleri seviyordur aslında… Oysa ki, hiçbir varlıktaki özellikler kendine ait değildir… Çünkü onun gerçek bir sahibi vardır… Güzel bir yüzdeki güzellik yokluktan yaratılmıştır… Güzel bir yüzü severken, onun karşısında ona hayran olurken, hayran olduğumuz o güzelliği “Yaratan” (Allah) değil miydi aslında? Bir insanda ki yeteneği överken, hayran olurken, hayran olunan onu Yaratan değil miydi? Yaratıcı adına sevilmeyen her güzellik, her yetenek boşa gitmiş, tükenmiş, övünüp gitmiştir…
Sevgili okur, âşık olmanın büyülü havası çok çekicidir. Aşk, sevgi, yalnızlığa karşı en büyük kalkandır. Dipsiz bir kuyuya doğru salınırken tutunduğunuz bir daldır belki de. Kendi başınıza olduğunuzu anladığınız an, yaşam anlamını yitiriyor, duygular inciniyor, dünya üzerinize çöküyor, yaşamak için acılarınızı dindirmenin tek yolu aşk’tır. Sancıları kesen bir ilaç gibi, acılara sürülen en mükemmel merhemdir.
Gülüşün mü çirkin, kahkaha at, kilolu musun dans et, ayakların mı büyük, bacak bacak üstüne at, sesin mi kötü, şarkılar söyle, selilütin mi var, mini giy, kolların mı tüylü, kısa kollu giy, gözlerin mi şaşı, gözlerinin içine bak, boyun mu kısa, topuksuz giy, bunları sakın dert etme, utanma, sıkılma.
Hayatı kendine zindan etme. Başkası olmak için uğraşma, sadece kendin ol. Mutluluğu ancak böyle yakalayabilirsin. Unutma ki; seni sevmek isteyen, bunlara rağmen seni daha çok sevecektir. Sevmek istemeyen için zaten, him bir engel yoktur, sevmemek için, ne yapsan sonuç vermeyecektir, hayâl kırıklığı ise sana hediyesi olacaktır.
Seni sevmeyen birisi için harcadığın zamanlar ise, pişman olacağın zamanlardır. Zamanını kendine ve seni sevenlere ayır ki, keşkelerin bir ömür peşinden gelmesin. Unutma ki; Olmadığın birisi gibi görünerek kazandığını, olmadık bir zamanda kaybedersin...
Sürekli birilerini sevme ihtiyacı duyarız. Sevildiğimizi duyabilmek, başka biçimiyle de "onay" almak için elimizden geleni yaparız. Sonra da "bu kadar sevdiğim bir insan, bana nasıl böyle bir kötülük yapar?" diye küçücük bir haksızlığa uğradığımızda acılar içinde kıvranırız. Her insanın sevgiye, sevildiğini hissetmeye ihtiyacı vardır. Sevgilisi tarafından, eşi, annesi, babası, kardeşleri, iş arkadaşları ve çevresinde önemsediği insanlar tarafından sevildiğini hisseden kişi nasıl da ayaklarının üzerinde "güçlü" durur. Sevginin verdiği "başı dik" duruştur bu.
Kadınlar durmadan tekrarlanması nı isterler sevgi sözcüklerinin. Erkeklerin böyle bir sorunu yoktur, çünkü her aklımıza geldiğinde söylediğimizden bizden bolca duyarlar bu sözleri. Sakın bundan yakındığımızı düşünmeyin, tam tersi insanların yeme içme ihtiyacı gibi sevgi sözcüklerine de ihtiyacı var. Biz her "Seni seviyorum" dediğimizde, evet seviyoruz ama "Sen de beni seviyor musun?" sorusunu da yanında sorarak ve cevabını bekleyerek. Bu kendimize güvenmediğimizden, karşımızdaki kişinin bizi sevip sevmediğini kontrol etmek ya da sevdiğini bilmediğimizden değildir; yalnızca "Hayatımdan memnunum, senin de memnun olmanı istiyorum ve elimden geleni yapıyorum"un cevabını alabilmek içindir.
Nasıl yetiştirildiğimizi bir düşünün; aileni memnun etme, hayaller, aşk dolu Türk filmleri, eşini memnun etme, çocuklarını sevme, koruma, bolca fedakarlık, fedakarlık... Tamam erkekler de bu "memnun etme"lerle yetişiyor ama onlar "maddi memnuniyetler" aşılanarak büyüyorlar. İhtiyaçlarımızı karşıladıkları ölçüde sevgilerinden de emin olmamızı bekliyorlar ve bu onların sevgilerinin kanıtı haline geliyor. Ah, bir bilseler insanın sevildiğini duymak ya da birine sevdiğini söylemek kadar ihtiyaç duyduğu başka şey olmadığını...
Sevdiğimi gösteriyorum ya!", Sevmiyorum durmadan bunu kodlamayı, sana sevdiğimi göstermek daha çok hoşuma gidiyor." Bu da erkeklerin ağzından sıkça duyduğumuz bir cümle. Evet, haklılar da... Sevgiyi duymak kadar hissetmek de çok önemli. Ama, o sihirli iki sözcük var ya, dünyaya bedel geliyor insana. Stresli, yorucu bir günün ardından ya da hayatınızda her şey yolunda giderken size gönderdiği bir öpücük, size sarılması yanında, gözlerinizin ta içine bakarak "Seni seviyorum" demesini istemez misiniz?
Bir türlü istediğim gibi davranmıyor..! Bambaşka iki kişilik, farklı hayatlar, bir araya gelip, uzlaşmak o kadar kolay mı? Doğrularınız arasında ortayı bulmak, onu olduğu gibi, günahıyla sevabıyla kabul etmek... Zor, çok zor... Birini sevdiğimizde, onun kendi hayatına dair, bizim pek de görmek istemediğimiz huyları, davranış biçimleri bizi nasıl da huzursuz eder. Asla onun da kendine ait bir dünyası olduğunu kabul edemeyiz. Her şeyi kendi açımızdan düşünür, "ben bu durumda şöyle yapardım" der, onu suçlarız. Sıklıkla da, onda gördüğümüz hatalar, zaten bizde varolanların yansımalarıdır; karşımızdaki kişi aracılığıyla kendimizi eleştiririz.
Başkalarına kusur bulmak ne kadar da kolay değil mi? Kendimize olan güvenimiz azaldığı ölçüde, mükemmel bir ilişki arayışımız da artar. Çünkü böylece, mükemmel bir insan seçerek kendimize olan güvenimizi telafi yoluna gideriz. Aslında mükemmel gördüğümüz biri tarafından seçilmek içindir bütün yapılan.
Yoksa ben deli miyim? Bazen bu olasılığı bile gözönünde bulunduruyoruz! Çünkü paranoya paranoya paranoya... "Neden böyle söyledi, neden ben öyle dediğimde böyle söylemedi, bana niye öyle nefret edermiş gibi baktı, ben olsam böyle derdim, eyvaaaah bize neler oluyor?" Asıl size neler oluyor? Şöyle derin bir nefes alın, arkanıza yaslanın. Her şey yerli yerinde. Ama , o iki sihirli sözcüğe bağlı...
Her şeye rağmen madem seviyorsunuz, söyleyiverin. Bir düşünün bütün gün ne sözcükler sarfediyorsunuz. İki güzel kelimenin lafı mı olur?...
Sevgili Çengelköy, gelecek ay tekrar birlikte olmak üzere, sağlıklı, huzurlu ve esen kalınız, efendim...
Hüseyin A. Tuna
T u n a c a n
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.