- 1079 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
HASRET TÜRKÜLERİ
Türkülerimiz çağlar boyunca bir iletişim aracı olmuştur. Kimi sevdiğine aşkını haykırmış, kimi sevdiğine kilim dokumuş, bunları da türkülerle duyurmuştur. Türkülerimizde her bir sözün ayrı bir duygusu, ayrı bir anlamı ve hatta mesajı bulunmaktadır. Öyle gelişigüzel “yazdım oldu” denilmeyecek sözler bulunmakta ve her birinin ayrı bir mesajı bulunmaktadır.
Belki dergimizin her sayısında farklı bir tema ile aktaracağımız türkülerimizi, bu yazımızda “hasret” ile yazacağız. Belki hasrete gark olsak da türkülerimizde hasrete çağrı yapacağız. Bakın, Osmanlı, kendisinden uzaklarda olan Yemen’i elinde tutabilmek için binlerce şehit verdi… Bilirsiniz, Yemen Türküsü ne yaralar, ne yarlar ne evlatlar içerir içinde de ancak o kahramanları gözünüzü kapattığınızda görebilirsiniz. Nice çocuk yaşta askerler cepheye gönderilmiş, ana kucağında bebeler babasız kalmıştı. Osmanlı Yemen için akın akın asker gönderirken gidenler sadece gitmeyi biliyordu. Geride gözü yaşlı eşler analar kalıyor ama gidenler dönmüyordu. Halkın acısı tek ve aynı olduğundan olsa gerek ki bu türkü yüreklerde çınlayıp duruyordu;
Yemen Türküsü
Havada bulut yok bu ne dumandır.
Mahlede ölü yok bu ne figandır.
Şu Yemen elleri ne yamandır.
Ah o yemendir gülü çimendir.
Giden gelmiyor acep nedendir.
Burası Huş’tur yolu yokuştur.
Giden gelmiyor acep ne iştir.
Kışlanın önünde redif sesi var.
Bakın çantasında acep nesi var.
Bir çift kundurayla bir de fesi var.
Ah o yemendir gülü çimendir.
Giden gelmiyor acep nedendir.
Burası Huş’tur yolu yokuştur.
Giden gelmiyor acep ne iştir…
Böyle yandı türkülerle yürekler. Evladını, kocasını askere gönderen kadınlarımızın hasretiydi bu. Bu o zamanların köyde kadın başına kalabilmenin acısıydı belki de. Sonra… Sonrası yok bu topraklarda. Doğudan, Batıdan her taraftan işgal altında olan bir vatanın acısı, şehidi biter mi? Çanakkale’den türküler gelmeye başladı bu kez. Dedik ya; türküler iletişim aracıydı o zamanlar ve evlatlar gurbetten sılaya hep bir ağızdan yazmışlardı bu türküleri;
Çanakkale içinde aynalı çarşı
Ana ben gidiyom düşmana karşı
Of gençliğim eyvah
Çanakkale içinde sıra sıra söğütler
Binbaşılar oturmuş asker öğütler
Of gençliğim eyvah
Çanakkale içinde bir kırık desti
Analar babalar ümidi kesti
Of gençliğim eyvah
Çanakkale içinde vurdular beni
Ölmeden mezara koydular beni
Of gençliğim eyvah
Yangın yeri yürekler, yangın yeri bir avuç vatan toprağı ve düşman, aşığı maşukundan, Leyla’yı Mecnun’dan, anayı kuzusundan ayırmaya devam ediyordu. Bir yiğit kumandan cephelerden bağırıyor bütün Anadolu bu sesle yankılanıyordu “YA İSTİKLAL YA ÖLÜM!” ve HEM İSTİKAL HEM ÖLÜM düştü bu topraklara. Kınalı kuzulardan türküler gelmez oldu. Sağ kalanların, sağlam gidip kolsuz bacaksız dönenlerin yurdu oldu Anadolu.
Sonra… Sonrası var artık. Yokluk, fakirlik, çaresizlik savaşı başladı bu kez Anadolu’da. Yitirilen sadece gencecik evlatlar değildi, ülkenin ekonomisi de gitmişti. Köyde, kentte yaşayanlar yollara düştüler bu kez. Büyük şehirlere çalışmaya gittiler. Bu kez ellerinde tüfek süngü yoktu ama kazma, kürek vardı. Uzaklardan türküler yine gelmeye başladı;
Ara ara göç ettiler bırakarak yoldaşları
Gözler yaşlı terk ettiler gurbet kuşları
Gönül ezik ayrılırken alem duydu feryatları
Cana dosta sarılırken döneceğiz diyordun
Gurbet kuşları
Sitem sanma ey Allah’ım nedir sevenin günahı
Mutlulukla kucaklaşsın tez dönsün gurbet kuşları
Çilemiz bu yazımız buymuş kader aldı hep ahları
İki yudum sevgi için ezildi gurbet kuşları
Badireydi bu topraklar ve ahlar hiç dinmedi… Yoklukla savaşmak demek gurbetten sılaya mektuplar, şiirler, türküler demekti. Hasretle yanan gönüller, babasız büyüyen çocuklar demekti. Kimi aylarca kimi yıllarca sılaya varamaz yâd eller bırakmazdı. Radyolarda Muhlis Akarsu dinlenir herkes bir ağızdan söylerdi;
Yokluk beni mecbur etti
Gurbeti ben mi yarattım
Her şeyimi aldı gitti
Gurbeti ben mi yarattım
Akşam olur gölge basar
Umuduma yeller eser
Yokluk imkânımı keser
Gurbeti ben mi yarattım
Akarsu sılayı anma
Bu ayrılık geçti sanma
Çaresizdim geldim amma
Gurbeti ben mi yarattım
Anadolu türkülerle dolu, mücadelelerle dolu, acı ve sevinçlerle dolu her şeyi ile dolu dolu bir yerdir. Büyük bir devletin geriye kalan belki daha küçük ama daha güçlü bir topraklara sahip olduğunu bilen düşman, savaşla esir alamadığı bu yurdu gurbetle de yıkamadı. Ekonomi zayıflamış, halk geçimini sağlayamamış olsa da bu topraklarda atadan kalma imece ile el ele verildi ve eski güç yavaş yavaş kazanılmaya başlamıştı.
Bu kez de hainler yine boş durmadı ve ülkede sağcılık-solculuk savaşı başladı. Ve daha vahimi adına bir de “dava” dediler. Savaştan kurtulan, gurbetten dönen bir parça ekmek mücadelesi veren bu halka siyaset nifakı ile saldırmaya başlamışlardı. Nice delikanlılar darağacında nar olurken, nice babalar zindanlarda kalan ömrünü tamamlarken hep bir oyun içerisinde can almaya devam ettiler. Sağcılık ve solculuk ile kardeşi kardeşe kırdırıp, abiyi mezara kardeşi zindana attılar. Zindandan Mehmet’e ne mektuplar yazıldı da okuyanı olmadı. Ya da olamadı… Bu tuzağa nice türkülerimizde düştü. Zindanda doğdu birçoğu. Demir parmaklıklar arasında yıllarca gün yüzü görmeyi bekledi nice türkülerimiz. Tıpkı Sebahattin Ali’nin dediği gibi;
Başın öne eğilmesin
Aldırma gönül aldırma
Ağladığın duyulmasın
Aldırma gönül aldırma
Dışarıda deli dalgalar
Gelip duvarları yalar
Seni bu sesler oyalar
Aldırma gönül aldırma
Kurşun ata ata biter
Yollar gide gide biter
Mapus yata yata biter
Aldırma gönül aldırma
Dertlerin kalkınca şaha
Bir sitem yolla Allah’a
Görecek günler var daha
Aldırma gönül aldırma
Bu kez o mahpuslarda radyo dinlemek de yasaktı. Yasaktı ama yürekler yansa da, evlatlar hala babasız kalsa da, analar evlat hasreti ile ölse de türküler susmadı. Susturulamadı. O acıların taşıyıcısı posta kuşu gibi yürekten yüreğe işledi kendini. Cepheden tutunda esir kamplarına kadar var oldu hep hayatımızda. Türküler ah türküler… Bedri Rahmi Eyüpoğlu’ndan da bir türkü okuyalım! Bu kez;
TÜRKÜLER DOLUSU
Kirazın derisinin altında kiraz
Narın içinde nar
Benim yüreğimde boylu boyunca
Memleketim var
Canıma ciğerime dek işlemiş
Canıma ciğerime
Sapına kadar.
Elma dalından uzağa düşmez
Ne yana gitsem nafile.
Memleketin hali gözümden gitmez
Bin bir yerimden bağlanmışım
Bundan ötesine aklım ermez.
Yerliyim yerli olmasına
ilmik ilmik,damar damar
Yerliyim.
Bir dilim Trabzon peyniri
Bir avuç tiftik
Bir çimdik çavdar
Bir tutam şile bezi gibi
Dişimden tırnağıma kadar
Ressamım.
Yurdumun taşından toprağından şurup gelir nakışlarım
Taşıma toprağıma toz konduranın
Alnını karışlarım
Şairim şair olmasına
Canım kurban şiirin gerçeğine hasına
içerisine insan kokusu sinmiş mısralara vurgunum
Bıçak gibi kemiğe dayansın yeter
Eğri büğrü, kör topal kabulüm
Şairim
Zifiri karanlıkta gelse şiirin hası
Ayak seslerinden tanırım
Ne zaman bir köy türküsü duysam
Şairliğimden utanırım
Şairim
Şiirin gerçeğini köy türkülerimizde bulmuşum
Türkülerle yunmuş yıkanmış dilim
Onlarla ağlamış, onlarla gülmüşüm
Hey hey, yine de hey hey
Salınsın türküler bir uçtan bir uca
Evelallah hepsinde varım
Onlar kadar sahici
Onlar kadar gerçek
insancasına, erkekçesine
’Bana bir bardak su’ dercesine
Bir türkü söylemeden gidersem yanarım.
Ah bu türküler
Türkülerimiz
Ana sütü gibi candan
Ana sütü gibi temiz
Türkülerde tüter dağ dağ, yayla yayla
Köyümüz, köylümüz, memleketimiz.
Ah bu türküler,
Köy türküleri
Dilimizin tuzu biberi
Memleket ahvalini onlardan sor
Kitaplarda değil, türkülerde ara Yemen’i
Öleni, kalanı, gidip gelmeyeni...
Ben türkülerden aldım haberi.
Ah bu türküler, köy türküleri
Mis gibi insan kokar, mis gibi toprak
Hilesiz hurdasız, çırılçıplak
Dişisi dişi, erkeği erkek
Kaşı kaş, gözü göz, yarası yara
Bıçağı bıçak .
Ah bu türküler köy türküleri
Karanlık kuyularda açılmış çiçekler gibi
Kiminin reyhasından geçilmez
Kimi zehir, kimi zemberek gibi.
Ah bu türküler, köy türküleri
Olgun bir karpuz gibi yarılır içim
Kan damlar ucundan, mürekkep değil
işte söz, işte ses, işte biçim:
’Uzun kavak gıcım gıcım gıcılar’
iliklerine kadar işlemiş sızı
Artık iflah olmaz kavak ağacı
Bu türkünün yüreğinde sancı var.
Ah bu türküler, köy türküleri
Ne düzeni belli, ne yazanı
Altlarında imza yok ama
içlerinde yürek var
Cennet misali sevişen
Cehennemler gibi dövüşen
Bir çocuk gibi gülüp
Mağaralar gibi inleyen
Nasıl unutur nasıl
Ömründe bir kez olsun
Halk türküsü dinleyen...
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.