- 705 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
KİMDİ BU AHSEN
KİMDİ BU AHSEN?
Aç, susuz ve biçareydi. Gözlerini kıstı Ahsen. Son adımlarını atmak için cebelleşti. Tek isteği sıcak bir yuva, bir kap mama bulmaktı. Zavallıcık, şehrin bütün sokaklarını minik patileriyle gezdi. Önceden ciğercinin yanındaydı. Ciğerci de Ahsen’i çok sevdi. Ona en güzel ciğerlerinden minicik bir parça verdi.
Bir gün Ahsen, diğer mahallelerden de arkadaşlarını çağırdı. Ciğerci çok sinirlendi: ’Ben seni zor doyuruyorum, etin kilosu ne kadar? Haberin var mı ?’ diye sitem etti ve olayın rengi değişti. Ona çok kızdı ve bir daha ciğer vermedi. Oysa Ahsen diğer kediciklerinde karnının doymasını, yüzlerinin gülmesini istemişti.
Önce bir markete sığındı. Market sıcacıktı, temizdi. Mır mır ortalarda dolaştı. Kimileri onu çok sevdi, kimileri de sevmedi. Hatta marketin maskotu haline geldi. Her gün saat 14.00 sularında markete gelirdi. Markete gelen müşterileri eğlendirdi. ’’Mır mır, miyav miyav ’’ demekten başka meziyetleri de vardı. İnsanları çok sevdi. Nankör kedilerden değildi, biri onu hemen sevse minik patisini uzatır, gözlerini kısardı.Karnını doyurur; hakkından fazlasını da yemezdi. Çünkü o Dünyalar güzeli bir kediydi. Ahsen’e ismini veren de Ciğerciydi. Onun bu cana yakınlığına dayanamadığı için bu ismi ona layık görmüştü.
Ahsen’in şansı yaver gitti. Bu markete üç dört ay sığındı. Onu çok sevdikleri için market sahipleri, müşteriler, markette çalışanlar Ahsen’in markette dolaşmasına ses çıkarmadı. Ne yazık ki, marketin sahibi kalp krizinden vefat etti. Ahsen’e yine yol göründü. Kendisine yeni bir sığınak aramaya başladı.
İkinci durağı bir balıkçıydı. Burada durduğu sürede birkaç kilo aldı. Yavru bir kediydi ama toparlandı. Balıkçı her sabah 8.00’da dükkanını açardı. ’Gel vatandaş gel en güzel balıklar burada!’ diye bağırırdı. Arta kalan balıkları da Ahsen’in önüne atardı. Bunu gören Ahsen çok sevinirdi. Ancak balıkçının bir kurnazlığı vardı. ’Balıklarım çok taze!’ der arkaya gidip bayat balıklardan bir avuç içine atardı. Lambaları sarı seçerdi, her gün balıkların üstüne su atardı. Ahsen’de bunu görürdü şaşırırdı. İnsanlarda bir tuhaf varlık diye içinden geçirirdi. Burada işler iyiydi. 6 ay boyunca huzurla yaşadı. Ama balıkçının bayat balıkları taze balıkların içine karıştırmasıyla müşteriler zehirlendi. Sonra balıkçının kapısına vurdular mührü.
Üçüncü durağı bir camiydi. Buraya genç, orta yaşlı insanlar gelirdi. Çocuklar geldiğinde ise gürültü yaptıkları için dışarı çıkarılırdı. Ahsen, aralarda dolaşırdı. İnsanların eğilip kalktıklarını görürdü. Aralarında dolaşırdı. İnsanların girerken ayakkabılarını çıkardıklarını görürdü. Ama bu insanlar çıkarken ayakkabılarını yerinde bulamazdı. Kimi şadırvanda oturup abdest alırdı, kimileri de ellerini açıp dua ederdi. O da patilerini kaldırırdı. Ancak burada da fazla barınamadı. Çünkü, caminin imamı onu küçük bir kulübeye götürdü. Her gün mamasını, suyunu verdi. İmamın tayini çıkınca yine Ahsen’e yol göründü.
Dördüncü durağı bir kiliseydi. Buraya haftanın belirli günlerinde insanlar gelirdi. Kimi heykellerin karşısına geçip, uzun uzun bakardı. Değişik işaretler yapardı insanlar. Saat başı ’dan dan’ diye kilisenin çanları çalardı. Çanlar kimin için çalardı? Pişman olan insanlar için mi ?
Kimi de sessiz bir yer bulurdu. Bazıları da birbirine bir şeyler anlatırdı, pişman olduğunu söylerdi. Önemli günlerde müzik sesi eksik olmazdı. Ardından mum yakarlardı. Yine günah işledik diyip anlatırlar, söz verirler, ertesi gün yine gelip ağlarlardı. Ahsen, düşünürdü: ’Yahu! Bu insanlar niye verdikleri sözden cayıyorlar?’ diye içinden geçirdi. Burada da yüzü gülmedi. İnsanlar dilek dilemek ya da dua etmek için çok fazla mum yaktıklarından yangın çıktı. Kilise yandı, bitti, kül oldu.
Beşinci durağı bir bardı. Burada yüksek sesle müzik çalardı. İnsanların kimi çok üzgün, kimi ise çok mutluydu. Tabureler, renkli ışıklar, sisler vardı. Sislerin olması Ahsen’in işine gelirdi. Çünkü fark edilmek istemezdi. O zaman dışarıya atılabilirdi. Sesini çıkarmadan birkaç saat burada dururdu. Sonra müzikten rahatsız olup dışarı çıkardı. İnsanlar bir şeyler içerdi, eğlenirdi. Yarın yokmuş gibi bugünü anı yaşardı. Sonra bir boşluğun içine düşerdi. Kusmaya başlarlardı. Tıpkı Don Kişot’da olduğu gibi içerler, kusarlardı. Bunu görünce yandaki kahvecinin, bir sokak ötedeki çorbacının yanına gitmek isterdi Ahsen. Çünkü ertesi gün kendine yeni bir yer bulması lazımdı.
Altıncı durağı bir bakkaldı. Ama geniş bir bakkaldı. İçinde yok yoktu.Bakkalın telefonu hiç susmazdı. Sürekli sipariş alırdı, bakkalda çalışanlar vızır vızır işlerdi. Siparişlerini zamanında götürmek için acele ederlerdi. Ahsen, bakkalcı amcayla sabah 7.00 civarında dükkanı açmaya gelirdi. Burada içeri giremezdi. Dışarıda beklerdi. Çünkü içerisi çok büyük ve temizdi. Onun içeri girmesine izin verilmezdi. Öğle aralarında önüne bir miktar süt konur, akşamda kedi maması verilirdi. İçerisi her zaman insan dolu olurdu. Kimi ekmek alırdı, kimi bakliyat, kimi tütün, kimi de çiğdem alırdı.Genç yaşlı, çoluk çocuk özellikle yaz akşamları bu bakkalın önünde toplanırdı, çay içerlerdi, çiğdem çitlerlerdi. Ahsen’de insanların aralarında dolaşırdı, çekirdek kabuklarını eşelerdi. Kışları bakkalın içine giremediğinden yazları burada barınırdı. Bu bakkalda da 3 ay kaldı.
Yedinci durağı bir parktı. Burada gündüzleri çocuk seslerinden durulmazdı. Parkın yanında yapılmaya devam eden inşaatlar vardı. Çocukların sesini duyardı Ahsen mutlu olurdu. Ardından inşaatların sesini duyardı içi sıkılırdı. Gündüzleri çocukların, annelerin cıvıltısıyla park şenlenirdi. Simitçinin sesiyle küçücük park inlerdi. Bazen de küçük çocuklar, gençler, sevgililer bu parka gelirdi. Ellerinde simit,çay, pamuk şeker, çiğdem olurdu. Kimileri çöplerini atardı. Kimileri de atmazdı. Ahsen’i gören insanlar onu kucaklarına alırdı. Onu severlerdi, ona aldıklarından verirlerdi. Ahsen’de kıt kanaat geçinirdi. Ama bu cıvıltının, coşkunun birde görünmeyen tarafı vardı. Ahsen’in büyükannesi ona ’Geceler yeryüzünün ayıplarını örtmek için vardır torunum, biz hep nankör olarak biliniriz , dikkatli ol! diye öğütler verirdi. Bu parkta geceleri ise işsiz güçsüz, evsiz barksız insanlarla, tabiata sığınmış kampçılar bulunurdu. Mevsim şartlarından ötürü Ahsen burada da çok fazla duramadı. 2 ay dayandı.
Sekizinci durağı ise bir okuldu. Buraya sabahları saat 9.00’ da gelirdi, çocuklar Ahsen’i çok severdi. Onu her sabah okul bahçesinin içinde kovalarlardı. Yoğun ilgiden yorgun düşerdi. Arada sırada onun karnını doyururlardı. Adı kantinci kediye çıkınca buradan da ayrılmak zorunda kaldı.
Dokuzuncu durağı bir manavdı. Elmalar, armutlar, portakallar, üzümler tazeydi, sulu suluydu. Her gelen en tazesini, en güzelini bana ver der gibiydi. Ahsen buraya öğle vakti gelirdi. O zaman kimsecikler ortada yoktu. Manav tonton bir amcaydı ona bakkaldan süt alıp verirdi. Yanına da birkaç bisküvi eklerdi.
Manava gelen müşterilerden biri onu çok beğendi. Sahiplenmek istedi. Bakımını üstlenebileceğini söyledi. 7 ay boyunca ona kendi evinde baktı, besledi, büyüttü. Önüne mamasını verdi. Kendisi bir doktordu. Geceleri nöbet tuttuğundan evine yalnızca 2-3 saat uğrayabiliyordu. Ahsen’e acıdığı ve bakmaya devam edemeyeceği için onu hayvanların satıldığı yere bıraktı. Ahsen, burada da aradığı huzuru bulamadı. Çünkü ona göre huzur, Tanpınar’ın bir romanıydı sadece.
Burada da fazla duramadı. Düştü yollara Ahsen. Kendine sığınacak yeni bir yuva aramaya başladı. Artık insanlardan ona fayda olmayacağını düşündü. Çünkü gezdiği durakların hiçbirinde sürekli kalamadı. Savruldu ve üzüldü Ahsen...Zavallıcık Ahsen!
Orta boylu, genç yaşlarda, uzun paltolu bir adam işinden çıkmıştı, sokaklarda yürüyordu. Gün artık kararmaya başlamıştı. Ortada kimsecikler yoktu. Ahsen bu adamın peşine takıldı. Uzun bir sokak boyunca yürüyen bu adamı takip etti. Adam arkasına döndü, minik bir yavru duruyordu. Onu avuçlarına aldı ve konuşmaya başladı:
-Sen de kimsin bakalım? Üşüdün mü ?
-Ben Ahsen’im. Nice duraklar gezdim, nice insanlar gördüm. Hiçbir yere sığamadım. Sokakta kaldım. Siz kimsiniz peki ?
-Ben bir insanım. İşten çıktım eve gidiyorum.
-Peki, sevgili insan. Adınız nedir?
-Benim adım Fatih. Ben bir hocayım. Okuldan çıktım, eve gidiyordum. Peşime takılan birinin olduğunu sezdim. Dönüp arkama baktım, yerde duruyordun. Nerelisin?
-Bilmem, ben sokaklarda gezen bir kediyim. Nereyi bulursam oralı oluveririm. Siz nerelisiniz?
-Mersin... Tüh! Ben de seni bizim oraların kedisi sanmıştım.
-Memnun oldum efendim. Ayrıca hoca olmanız çok hoşuma gitti. Siz öğrencilerinize bizi sevmeyi de öğretebilir misiniz?
-Ben de memnun oldum. Sevgi, öğretebileceğim bir şey değil. Çünkü ’’Dünya’yı güzellik kurtaracak, bir insanı sevmekle başlayacak her şey!’’ Ben herkesi severim, güzel olanı severim. Benimle evime gelmek ister misin ?
- Siz çok merhametli birisine benziyorsunuz. Tanımadığınız bir canlıyı niye evinize davet edersiniz ki? Çoğu insan korkuyor ve kaçıyor benden. Ama siz korkmadınız üstüne üstlük beni evinize davet ettiniz. Gelirim elbet...
-Sen Tanrı misafirisin. Beğenmezsen kaçarsın. Ben katlanılmayacak biri değilim. Aç kalmazsın, sevilirsin, eğlenirsin, mutlu olursun. Arada da seninle oyun oynarım.
-O söylediğiniz söz Sait Faik’e ait bir sözdür. Ben bir aralar okulda da kaldım. Öğrencilerin kitaplarından birinde görmüştüm. Ben yaramazlık yapabilirim. Evinizi dağıtabilir, hiç olmadık yerlere girip çıkabilirim. O zaman bana kızar mısınız? Beni eğitirseniz size sadık olurum, hakkımdan fazlasını istemem.
-Aşk olsun ! Ben hiç kızacak birine benziyor muyum?
-Hayır, o yüzden şaşırıyorum. Beni avucunuza aldınız. İsteseniz yere de bırakabilirdiniz ama bırakmadınız. Teşekkür ederim.Eee... Gündüzleri çalışıyorsunuz; evde yoksunuz. O zaman ne yapacağım? Ben daha önce bir doktorun evinde kaldım ama iki günde bir doyurabildim karnımı. Onun hep nöbeti vardı zavallı insancık beni unutuyordu.
- Ben unutmam merak etme! 9.00- 10.00 gibi okula giderim, 17.00-18.00 gibi dönerim. Sana yemeğini veririm. Sonra olmadı cebime saklarım seni. Sen de benimle derslere girersin.
-Güzel fikirmiş. Ben çok meraklıyımdır. Başımdan bir sürü macera geçti. Sizin girdiğiniz her yere girdim. Sabah, öğle, akşam bir sürü insan gördüm. Kimini çok sevdim, kiminden de nefret ettim. Küçük bir kedinin kime ne zararı olabilir ki?
-Olmaz elbet! Senin hiçbir zararın olmaz. Hayvanlara merhamet etmeyen; insanlara hiç merhamet etmez.
-Evdekiler beni görünce kızar mı size?
-Kızmaz, merak etme! Benim paşa gönlüm böyle istedi diye söylerim.
-’’Miyav miyav!’’ Bir kedi başka türlü nasıl gülebilir efendim?
-Kahkaha atamadın ama beni güldürdün, sağ ol!
-Ne demek efendim ! İnsanları güldürmek, eğlendirmek, onları coşkulu bir havaya sokmak bizim görevimizdir. ’’Coşku coşanındır efendim!’’
-Vay! Turgut Uyar’ı da mı biliyoruz?
-Evet efendim! Bütün ömrünü sokaklarda geçiren bir kedi bunu bilmez mi? Ekmek vardı, tereyağı vardı. Utanılacak bir şey yoktu. Bir şey daha yoktu kavrayamıyordum. Başını kaldırırsan; gökyüzü vardı, başını önüne eğersen; toprak vardı.
-Asıl abluka şimdi başlıyordu. Sana bir anımı anlatayım Ahsen. Benim annem bir gün balkonda otururken ; Terkib-i Bent’ i durup dururken ezberden okudu.
-Ziya Paşa’nın Terkib-i Bent’ini ezberden okumak bir deliliktir efendim.
-Sonra ben küçükken yarış arabalarının içindeki lambaları söküp ansiklopedi okurdum . O zaman internette yoktu tabii. Ah ! Ağabeyimle de hiç anlaşamazdım. Üniversiteyi de ablamın yanında okudum. Sonra hoca oldum işte.
-Olsun, efendim ! İşten çıktığınızda gidebileceğiniz bir eviniz var. Karnınızı doyurabileceğiniz aşınız var. Bunları alabileceğiniz paranız var. Başınız sıkıştığında arayacağınız bir aileniz var. Ben de ise hiç biri yok. Ben bir kediyim. Siz evsizlik nedir, bilir misiniz efendim?
-Bilirim Ahsen... Sen benimle gelmezsen; ben gideceğim evime. Bir sürü makale okuyacağım. Sayısını hatırlamadığım sınav notunu sisteme gireceğim. Sabahlara kadar çalışacağım, öğrencilere bir şeyler öğretmek için... Sonra masanın başına oturacağım. Elma yiyeceğim.
-Elma mı ? Neden?
-Cemal Süreya severim ben. Biri Elma şiiri, diğeri Cigarayı Attım Denize şiiridir. Bir de Orhan Veli’yi severim. Onu da unutmamak lazım.
-Bana Cigarayı Attım Denize şiirini okur musunuz efendim?
-Dur bakayım! Beğenecek misin? Şimdi elimi cebime atıyorum. Cebimden çıkarıp okuyacağım.
-Cebinizde şiir mi taşıyorsunuz efendim?
-Evet, böyle isteyenler olunca çıkarıp okuyorum. Canım ne zaman sıkılsa okuyorum...
-Tamam efendim! Bizde yürüyelim. Ayakta kaldık. Bilirsiniz , kediler dört ayağının üstüne düşer.
-Başlıyorum okumaya!
-Dinliyorum, efendim.
-CIGARAYI ATTIM DENİZE
Şimdi bir güvercinin uçuşunu bölüyoruz
Gökyüzünün o meşhur maviliğinde
Uzun saçlı iri memeli kadınlarıyla
Bir akdeniz şehri çıkabilir içinde
Alıp yaracak olsa yüreğini
Şimdi bir güvercinin
Şimdi sen tam çağındasın yanına varılacak
Önünde durulacak tam elinden tutulacak
Hangi bir elinden güzelim hangi bir
Bir elinde kızlığın duruyor garip huysuz
Öbür elinde yetişkin bir günışığı
Daha öbür elinde de kilometrelerce hürlük
Çalışan insanlar için akşamlara kadar
Toz duman içinde
Bir elinde de boyuna ekmek kesiyorsun
Biz eskiden de en aşağı böyleydik senlen
Bir bulut geçiyorsa onu görürdük
Bir minarenin keyfine diyecek yoksa onu
Bir adam boyuna yoksulluk ediyorsa onu
Ne zaman hürlüğün barışın sevginin aşkına
Bir cıgara atmışsak denize
Sabaha kadar yandı durdu
1954
Cemal SÜREYA (Üvercinka)
-Güzelmiş efendim... Tek özgürlüğü son cigarasını denize atmak olan insanı anlatıyor. Sizin gibi insanlar az bulunuyor. Bu kışta, bu ayazda bana evinizi açtınız. Niçin üzüldünüz efendim?
-Üzülmemek elde midir, Ahsen? Bir bilsen içimden neler geçiyor her gün... Onlarca hayvan dışarıda aç ve susuz kalıyor. Onlarca insan bir şeylerini kaybediyor her gün.
-İçinizden neler geçtiğini bilemem ama üzülüp üzülmediğinizi, sevinip sevinmediğinizi anlarım. Çünkü benim içgüdülerim siz insanlardan daha güçlüdür. Sizi eğlendirmek için elimden gelen her şeyi yaparım. Sizde bunun karşılığında bir kap mama verirsiniz. Arada başımı okşayıp seversiniz. Fazla bir şey beklemem sizden. Derdinizle hüzünlenir, sevincinizle sevinirim.
-Bunu benim için mi yaparsın yoksa bir kap mama için mi ?
-Mama için yaparım. Çünkü benim bir kalbim yok efendim. Eğer bir kalbim olsaydı; sizin için her şeyi yapardım.
-Neden ?
-Beni bu saate kadar dinleyen, avuçlarına saran, evine davet bir insan sevgisizliği hak etmez. Ben sizi sadece bir kedi olarak sevebilirim. Sevgimi kabul ederseniz çok sevinirim. Elimden bu kadarı gelir.
- Kabul ederim ama bir şartım var!
-Nedir efendim şartınız?
- İnsanları sev olur mu ? Çünkü biz insanlara az sevgi yetmiyor.
-Efendim, söz veriyorum çok seveceğim ama mama kabımı...
-O kadar iltifatın üzerine sadece mama kabını mı seveceksin?
-Hayır, canım efendim! Mama kabının içini boş bırakmayanı da çok seveceğim. Sevgimi nasıl göstereceğimi düşünüyorum.
-Ne düşünüyorsun peki Ahsen?
-Patimi kaldırarak sevgimi belli edebilirim. Kuyruğumu sallayarak da sevgimi belli edebilirim ama bunlar çok sıradan olur efendim. Sıradan olmak sizin kedinize hiç yakışmaz. Ben şiir de yazamam efendim. Romantik Dönem şairleri gibi olamam.
-Merak etme, ben de onlar gibi olamam. Ne yapalım, kısmet!
Ahsen ve Fatih Hoca , iki saat süren bu konuşmadan sonra evlerine doğru yol aldılar. Karanlığın içinde Fatih Hoca, Ahsen’i cebine koydu. Ahsen zaten küçücük bir yavruydu. Sevgiye, ilgiye muhtaçtı. Tek beklentisi bir kap mamaydı. Onu da buldu.