- 480 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
İLK İKİ BÜYÜK İMTİHAN (ve kıyamete kadar devam edecek imtihanımız)
İLK İKİ BÜYÜK İMTİHAN (ve kıyamete kadar devam edecek imtihanımız
İradeli varlıklar olarak cüz’i bir seçme hakkına sahip olan âdemoğlu ve cinler, Hz. Âdem’in (a.s) yaratılmasına müteakiben ilk ve hep devam edecek imtihan ile karşılaştılar. Bu mühim imtihan ise İTAAT ’ti. Allah’ın buyruğuna uymaktı ve bu uyma sorgulamadan, kendi irade ve nefsine göre hareket etmeden olmalıydı. Eğer ki Allah’ın buyruğuna kendi irade ve nefsimizi karıştırdığımız zaman anlayacağımız gerçek; ‘’Allah size haram kıldığı şeyde sizin için şifa yaratmamıştır (1)’’ olacaktır. Bizi hiç yokken varlık alemine çıkaran, bizi kendine kullukla şereflendiren, bize daimi ve hakiki saadeti vaad eden ve kendini görmek (ru’yetullah), işitmek gibi en büyük nimetleri dahi biz kullarına vaad eden (Verdiği söze Allah’tan daha sadık kim olabilir?) ve bizi halife-i ru-i zemin vazifesiyle şereflendiren, sonsuz merhamet, şefkat, ikram, ihsan, lütuf sahibi olan Kadir-i Rahim olan Rabbimizin daima bizim iyiliğimizi, saadetimizi intaç edecek o ulvi buyruklarını nasıl olur da terk edip, Hz. Yusuf’un (a.s) diliyle Rabbimiz: ‘’Muhakkak ki nefis, dâimâ kötülüğü emredicidir’’ (2) buyururken, nasıl olur da bizler bu hakikate gafletle yüz çevirerek, kendi irade ve nefsimize itimad ederek kendimizi, bizi gerçekten sevdiği için halk eden (yaratan), en gerçek seven ve en çok tahammül eden, af eden, daima nimetlendiren ve bize sonsuz saadeti vaad eden Rabbimizden uzaklaştırmayı göze alabiliriz. İşte ne zaman hakikat yerine nefsimize ve kendi sınırlı aklımıza uyduğumuz zaman sonuç her defasında Allah’ın rızasından ve muhabbetinden uzaklaşma olacaktır. Madem dünya bir dar-ı imtihan, cennet ise dar-ı lezzettir. O halde dünyaya ibadet ve taat için gönderilmişiz. O zaman istediğimiz gibi değil, istenildiği gibi itaat üzere yaşamalıyız. Çünkü Rabbimiz; ‘’O, beni yaratandır; bana doğru yolu gösteren de O’dur’’ (3) buyurarak bize doğru yolun kendisinde olduğunu doğrudan bildiriyor. Ve âdemoğlu ahiret de anlayacak ki; zafer ve kurtuluş asrın şartlarına göre yaşayanların değil, Allah’ın farzlarına uyanların olacaktır.
İtaatten sonra âdemoğlunun İLK İMTİHANI gıdaydı. ‘’Yasak meyveye, ağaca yaklaşma’’ emri ile ilk imtihanımız gıdayla başlamıştı artık. Ve sonra olanlar herkesin malumu; nimetlerden mahrumiyet, acı, üzüntü, pişmanlık içerisinde bir süreç. Tabi ki Hz. Allah (c.c), kulu Hz. Âdem’e tövbe ve emre uygun hareket etme ile kurtulma ve af olunma müjdesini vermişti. Bizler de bugün, Âdem’in (a.s) çocukları olarak itaat ve gıda ile çetin bir imtihan ile sınanıyoruz. Bu imtihanı geçebilmek ahir zamanda öyle zor ki. Çünkü uzun bir süreden beri bilinçsizce (bildiğinden emincesine), araştırmadan, sorgulamadan, helalin, haramın, şüphelinin sınırlarını ve önemini bilmeden, yalnızca yaşamımızı devam ettirmek için her gıda helalmiş gibi yiyip, içtik. İsrafı hiç hatırlatmaya gerek bile yok zaten. Çünkü bu konu da, çok derin ve çok çok üzücü bir boyutta. Tabi ki Allah’ın helal dairesi pek geniştir, keyfe kâfidir (4). Ancak ahir zamanın bir yönü de seküler (dünya genelinde dinden uzak bir yönetim) bir düzen olması gerçeği ile karşı karşıya olduğumuz için ve tüm firmalar, gıdalar gerçek Müslümanların elinde olmadığı için artık gıdaların genetiği ile oynanması ve içeriğine zararlı, şüpheli hatta bazen haram katkı maddeleri katıldığından yediğimiz, içtiğimiz gıdanın helalliğine dikkat etme gerekliliği ortaya çıkmıştır. İşte tam bu noktada haram, helal, şüpheli noktasındaki sorun ilimsizlikten, her şey yolundaymış gibi yaşamaktan kaynaklanıyor.
Hz. Ömer (r.a) bu durumu en güzel, en açık şekilde özetliyor: ‘’Dininizi iyi öğrenin, yoksa yaşadığınızı din zannedersiniz.’’ Ahir zamanda yani şu an ki devir de, tam böyle bir hâl almış görünüyor. Çünkü Kur’an’ı, sünneti, fıkhı bilmeden seküler şirketlerin (çok büyük bir çoğunluğu Müslüman olmayan şirketlerin) ürettiği her gıdayı helalmiş gibi rahatlıkla yiyip içmemiz, Allah’ın koruluğundan ne derece bilinçli ve sinsi bir şekilde uzaklaştırıldığımızı göstermektedir. İmam-ı Rabbani Hazretleri buyuruyor ki; ‘’Sonsuz kurtuluşa kavuşmak için üç şey muhakkak lazımdır: İlim, amel, ihlas.’’ Yani bu üç madenden Allah’ın, Peygamberimizin emrettiği ölçüde, bizi dosdoğru, şaşmaz yolda tutacak kazanıma mutlaka sahip olmalıyız. Çünkü üçünün de her zaman bizi kalkan gibi koruyacağı bildirilmiştir. Ayrıca şeytanın ve şeytanın hizmetkârlarının tuzakları, aldatmacaları her an bizleri helâke, hüsrana uğratmak için bizleri beklemektedir.
Cenâb-ı Hak, Kur’ân-ı Kerîm’de birçok âyet-i kerîmede yerde ve gökte bulunan bütün varlıkları insan için yarattığını ifade etmiş, farklı âyet-i kerîmelerde insanlara ihsan ettiği nimetlerden numuneler sunmuş ve nihayet bazı âyet-i kerîmelerde de mubah ve helâl dairesine bir sınır getirerek bizim için haram kılınan yiyecekleri açıklamış ve bunlardan uzak durmamızı emretmiştir. Konuyla ilgili âyet-i kerîmelere baktığımızda genel olarak Yüce Allah’ın temiz, hoş ve faydalı gıdaları insanlara helâl; pis, nâhoş ve zararlı gıdaları da haram kıldığını görüyoruz. Meselâ konuyla alâkalı Allah Teâlâ Bakara Sûresi’nde bütün insanlığa hitaben: "Ey insanlar! Yeryüzünde olan bütün nimetlerimden helâl hoş olmak şartı ile yiyiniz." (5) buyurmak suretiyle, insanlara helâl ve hoş rızıklardan yemeyi emretmiştir. Birkaç âyet-i kerîme sonra ise mü’minlere hitaben şöyle buyurmuştur: "Ey iman edenler! Size kısmet ettiğimiz rızıkların temiz ve helâlinden yiyiniz!" (6). Başka bir âyet-i kerîmede de Allah Resûlü’nün (sallallahu aleyhi ve sellem) hüküm koyma hak ve salâhiyetini ifade etme sadedinde, "Onlara temiz şeyleri helâl, pis şeyleri haram kılar." (7) buyrulmuştur (Çayıroğlu, 2013).
Bu âyet-i kerîmelerde icmalen temiz-pis veya helâl-haram olarak vasıflanan gıdaların neler olduğu, başka âyetlerde tafsilâtlı bir şekilde ifade edilmiştir. Ancak, "Eşyada asıl olan ibahadır/mübahlıktır." kaidesinde de ifade edildiği gibi, hakkında yasaklayıcı bir hüküm bulunmayan gıdalar helâl olduğu için, bunlar tek tek sayılmamıştır. Çünkü önemli olan, haramların bilinmesidir. Buna göre Kur’ân-ı Kerîm’de; domuz, meyte, kan, Allah’tan başkası adına kesilen hayvan ve şarap haram kılınan yiyecek ve içeceklerdir. (8) Sünnet-i Sahiha’da ise bunlara ilâveten, azı dişleri ve pençeleriyle avlanan yırtıcı hayvanlar, yırtıcı kuşlar ve eşek de haram kılınmıştır. (9) Bütün bunlar haram olduğu gibi, bunların katıldığı yiyecek ve içecekler de haramdır (Çayıroğlu, 2013).
Kur’an ve Sünnet ‘in yasaklayıcı beyanlarının yanında, yiyecek ve içecekleri haram duruma getiren diğer bir faktör de, onların elde edilme şeklidir. Buna göre, rüşvet, faiz, gasp, hırsızlık, hile, yağmacılık gibi yollarla kazanılan gıdalar da helâl olmazlar. Bu açıdan yiyip içtiklerinin helâl olmasını isteyen bir Müslüman, bir yandan dinin helâl kıldığı gıdaları arayacak, diğer yandan da bu gıdaları helâl ve meşru yollardan temin edecektir (Çayıroğlu, 2013).
MEŞRU DAİRENİN GENİŞLİĞİ
Meşru dairede yer alan ve insanlığın istifadesine sunulan nimetler insanı harama düşürmeyecek ölçüde geniştir. Nebiyy-i Ekrem (sallallahu aleyhi ve sellem) bir dualarında: "Allahım helâl nimetlerinle benim gözümü, gönlümü öyle doyur ki harama dönüp bakmayayım." (10) buyurmak suretiyle helâl daireyle iktifa etmenin önemine işaret etmiştir. Bediüzzaman Hazretleri de bu hakikati şöyle ifade etmiştir: "Helâl dairesi geniştir, keyfe kâfi gelir. Harama girmeye hiç lüzum yoktur." (11) (Çayıroğlu, 2013).
Hakikaten haram kılınan yiyecek ve içecekler düşünüldüğünde, helâl olanların yanında bunların çok daha az olduğu görülür. Meselâ, Allah, domuzu yasaklamış; ancak koyun, keçi, inek, deve gibi evcil hayvanların yanında birçok yabanî hayvan etini de helâl kılmıştır. Aynı şekilde sarhoş edici içkilerin haram kılınmasına karşılık, insanın istifade edebileceği çok sayıda meşrubatın mubah olduğu görülür.
Kaldı ki, aslında bazı gıdalardan uzak durulması da yine insanın menfaatinedir. Zîrâ günümüzde yapılan araştırmalarda, İslâm’ın yasakladığı yiyecek ve içeceklerin insanlar için ne denli zararlı olduğu çok daha açık bir şekilde ortaya çıkmaktadır. Meselâ Kur’ân-ı Kerîm’de "rics" yani pis bir madde olduğu ifade edilen (12) domuz etinin insan bünyesine verdiği zararlar üzerinde bugüne kadar onlarca makale ve kitap çalışması yapılmıştır (13). Keza Kur’ân-ı Kerîm’de bazı faydalarının bulunmasının yanında zararlarının çok daha fazla olduğu ifade edilen (14) ve kesin olarak haram kılınan (15) alkollü içkilerin, yüzlerce hastalık ve probleme sebep olduğu neredeyse bütün dünya tarafından kabul edilmiştir (Çayıroğlu, 2013).
Günümüzde ortaya çıkan birçok hastalık ve rahatsızlığın alınan gıdalarla yakından ilişkisi olduğu bir gerçektir. Bu sebeple hastalıkların tedavisinde yenilip içilen gıdalar kontrol altına alınmaktadır. Her işinde sayısız hikmetler bulunan Cenâb-ı Hakk’ın bazı yiyecek ve içecekleri haram kılmasında da insanlar için birçok fayda ve maslahatlar vardır (Çayıroğlu, 2013).
Ancak burada bir hususu ifade etmeliyiz ki, samimi bir Müslüman faydasına ve zararına bakmadan İslâm’ın haram kıldığı her türlü yiyecekten uzak durmalıdır. Çünkü İslâm’ın birçok emrinde olduğu gibi helâl ve haramların da taabbudîlik (sırf Allah’ın emretmesi) sırrı ağır basmaktadır. Buna göre dinen haramlığı kesin olan bir gıdayı terk etmemizdeki asıl sebep ondaki zararlar değil, Allah’ın onu haram kılması olmalıdır (Çayıroğlu, 2013).
HELÂL GIDA TALEBİNİN ÖNEMİ
Konuyla alâkalı âyet-i kerîmelerden anlaşıldığı kadarıyla, Allah’ın insanlar için yaratmış olduğu ve onlara rızık olarak ihsan ettiği yiyecek ve içeceklerde, helâl ve temiz olanlar bırakılarak, haram ve pis olan gıdalardan istifade edilmeye kalkışıldığında, Şeytan’ın yoluna girilmiş, takva dairesinden uzaklaşılmış, kendisine karşı şükredilmesi gereken nimetlere nankörlük edilmiş, ubudiyetin dışına çıkılarak haram irtikâp edilmiş ve Allah’a imanın gereği de yerine getirilmemiş olacaktır ki, böyle bir akıbetin gerek fert gerekse toplum plânında daha başka komplikasyonlara da sebebiyet vereceği, günah ve fesada açık bir toplum vücuda getireceği muhakkaktır. Zîrâ Yüce Allah pek çok âyet-i kerîmede, ihsan ettiği rızıklardan, helâl ve hoş gıdalardan yemeyi emrettikten hemen sonra, şeytanın peşinden gitmememizi (16), kendisine iman ettiğimiz Allah’tan sakınarak takva dairesi içinde hareket etmemizi (17), şayet sadece Allah’a (celle celâluhu) ibadet ediyorsak O’na şükretmemiz gerektiğini (18) ve yeryüzünde fesat çıkarmak suretiyle taşkınlık yapılmamasını (19) emretmesi ve aynı zamanda kendisine iman etmeyi ve ubudiyette bulunmayı hatırlatması (20) gibi hususlar, helâl gıdalarla beslenmenin ne kadar ehemmiyetli olduğunu göstermesinin yanında, bu sınırın ihlâl edilmesinin de, insanları fesat, tuğyan, nankörlük ve taşkınlığa sürükleyebileceğine işaret etmektedir (Çayıroğlu, 2013).
Ayrıca Allah Resulü (sallallâhu aleyhi ve sellem) bir hadîs-i şerîflerinde: Öyle devir gelecek ki, insanoğlu, aldığı şeyin helâlden mi, haramdan mı olduğuna hiç aldırmayacak." (21) buyurmak suretiyle, insanların helâl ve harama dikkat etmeden bir hayat yaşamalarını âhirzaman fitnelerinden birisi olarak göstermiştir. Aynı zamanda biz bu hadîs-i şerîften hassas bir Müslüman’ın yediği içtiği şeylerin helâl olmasına dikkat etmesinin çok önemli olduğunu da çıkarıyoruz (Çayıroğlu, 2013).
Öte yandan Ashab-ı Kehf’in anlatıldığı kıssada geçen şu hâdise de konumuz açısından dikkat çekicidir. Dinlerini yaşamak için bir mağaraya çekilen Ashab-ı Kehf, 309 yıl orada kaldıktan sonra uyanırlar. Daha sonra içlerinden birisini kendilerine yiyecek getirmesi için şehre gönderirler. Kur’ân-ı Kerîm onların bu durumunu şu ifadelerle anlatır: "Şu akçeyi verip içinizden birini şehre gönderin de baksın en temiz yiyecek ne ise ondan size azık tedarik etsin." (22). Buna göre onlar, şehre gönderecekleri kimseden kendilerine getirecekleri rızkın "ezkâ" olmasını istemektedirler. Müfessirler, bu kelimeyi tefsir sadedinde, "daha tayyib", "daha kaliteli", "daha tatlı", "daha ucuz", "daha lezzetli", "daha çok" gibi mânâlar yanında bir de "daha helâl" mânâsını zikretmişlerdir. Hattâ bazı rivayetlerde, bu şehir halkının, hayvanları putlar için kurban ettiği ve domuz kestiği ifade edilerek, "ezka" dan kastın, helâl kesilmiş hayvan olduğu ifade edilmiştir (23). Bütün bu mânâlardan yola çıkarak, herhalde bu âyet-i kerîmenin, günümüzde çokça zikredilen helâl ve güvenli gıda talebinin önemine işaret ettiğini söyleyebiliriz. Allah Resûlü (sallallahu aleyhi ve sellem) de, "Helâl talebi, her Müslüman üzerine vaciptir." (24) buyurmak sûretiyle meselenin ehemmiyetine dikkat çekmiştir (Çayıroğlu, 2013).
Özellikle gıda sektörünün çok karmaşık bir hâl aldığı, gıdalarda menşei belirsiz birçok katkı maddesinin kullanıldığı, genetiği değiştirilmiş ürünlerin yaygınlaştığı, sektörün temelinde genellikle gayrimüslimlerin veya dinî hassasiyeti bulunmayan Müslümanların yer aldığı, insan sağlığından ziyade para kazanma hırsının öne çıktığı bir dönemde böyle bir araştırma ve hassasiyet ayrı bir önem ve ehemmiyet kazanmaktadır. Çok sayıda domuz çiftliğinin bulunduğu, senede ortalama yedi yüz bin ile bir milyon arasında domuzun tüketildiği, gıda endüstrisinde çok sayıda gıda katkı maddesinin yer aldığı, gıdalardaki etiketlerin doğru ve tam yazılmadığı, hâlâ hayvan kesiminde İslâmî usule uygun kesimin tam oturmadığı ülkemizde de Müslümanların hassas davranmaları gerekmektedir (25) (Çayıroğlu, 2013).
HARAMLA BESLENMENİN UHREVÎ ZARARLARI
Cenâb-ı Hak, Mü’minûn Sûresi’nde şöyle buyurmuştur: "Siz ey peygamberler! Helâl ve hoş şeylerden yiyip için, makbul ve güzel işler işleyin! Zîrâ Ben yaptığınız her şeyi bilmekteyim." (26). Bu âyet-i kerîmede peygamberlere ve onların şahsında bütün müminlere hitaben, helâl ve hoş rızıklardan yemeleri ve sonra da salih ameller işlemeleri emredilmiştir. Ancak helâl rızık yeme emrinin salih amelden önce gelmesi gösteriyor ki, salih amelde bulunabilmek, helâl rızıkla beslenmeye bağlıdır. (27) Demek ki, haramlarla beslenen bir insanın amellerinin de salih olabilmesi zordur (Çayıroğlu, 2013).
Resûl-i Ekrem (sallallahu aleyhi ve sellem) de birçok lâl ü güher beyanıyla haramdan uzak kalmanın önemine dikkat çekmiş ve haramla beslenen bir vücudun maruz kalacağı tehlikelere işaret etmiştir. Bir yerde Allah Resulü (sallallahu aleyhi ve sellem) haram giren bir midenin maruz kalacağı akıbeti ifade etme sadedinde şöyle buyurmuştur: "İnsanın ilk (çürüyüp) kokacak olan yeri karnıdır. Öyleyse, bir insan gücü yettiğince karnına temiz olmayan şeyleri sokmamaya çalışsın!" (28) (Çayıroğlu, 2013).
Başka bir hadîs-i şerîflerinde ise Resûl-i Ekrem (sallallâhu aleyhi ve sellem) haramla beslenen bir insanın duasının bile kabul olmayacağını şu çarpıcı beyanlarıyla ifade etmiştir: "Seferi uzatıp, saçı başı dağınık, toz toprak içinde kalan ve elini semaya kaldırıp: "Ey Rabbim, ey Rabbim" diye dua eden bir yolcuyu zikredip, buyurdu ki: "Bu yolcunun yediği haram, içtiği haram, giydiği haramdır ve (netice itibariyle) haramla beslenmektedir. Peki, böyle bir kimsenin duasına nasıl icabet edilir?" (29) (Çayıroğlu, 2013)
Deylemî’nin İbn Mes’ud’dan rivayet ettiği: "Kim haram bir lokma yerse, Allah onun kırk gece namazını ve kırk sabah da duasını kabul etmez. Haramın besleyip büyüttüğü her et için en layık olan yer cehennemdir. Muhakkak haramdan bir lokma bile eti besleyip büyütür." (30) hadîs-i şerîfi de helâl lokmayla beslenmenin ne derece ehemmiyetli olduğunu çarpıcı bir şekilde beyan etmektedir (Çayıroğlu, 2013).
BÜYÜKLERİN HARAM KARŞISINDAKİ HASSASİYETLERİ
Allah Resulü’nün (sallallâhu aleyhi ve sellem), sahabe efendilerimizin ve daha sonraki ehlullahın haram lokma karşısında nasıl bir hassasiyet ve titizlik örneği sergilediklerine bakınca meselenin önemi daha iyi anlaşılacaktır (Çayıroğlu, 2013).
Allah Resûlü (sallallâhu aleyhi ve sellem) bir gün yatağına yatmış; fakat sabaha kadar uyuyamamış ve yatağında dönüp durmuştu. Sabah olduğunda mübarek zevceleri O’nun (sallallahu aleyhi ve sellem) bu sıkıntısının sebebini sorduğunda Efendimiz’in (sallallahu aleyhi ve sellem) cevabı şu olmuştu: "Yatağımı hazırlarken yere düşmüş bir hurma buldum. Onu ağzıma koydum. Fakat sonra aklıma geldi ki, bizim evde sadaka ve zekât hurmaları da bulunuyor. Ya bu hurma, onlardan ise! İşte sabaha kadar bunu düşündüm, bunun ızdırabıyla sağa sola dönüp durdum. Bir türlü gözüme uyku girmedi." (31). Aslında bu hurmanın sadaka ve zekât hurması değil de kendisine gelen bir hediye olması daha kuvvetli bir ihtimaldi. Çünkü Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) kendisine gelen sadaka ve zekâtları hiç bekletmeden hemen ihtiyaç sahiplerine ulaştırırdı. Buna rağmen O (sallallahu aleyhi ve sellem), bu kadar küçük şüphe karşısında bile hassas davranıyor ve bu yönüyle ümmetine de hüsn-ü misal teşkil ediyordu (Çayıroğlu, 2013).
Başka bir gün Peygamber Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) torunu Hazreti Hasan’ın zekât hurmalarından birisini ağzına attığını görünce hemen onu ağzından çıkartmış ve şöyle demiştir: "Bilmiyor musun, Âl-i Muhammed zekât malı yiyemez." (32) (Çayıroğlu, 2013).
Allah Resûlü’nün (sallallahu aleyhi ve sellem) tilmizleri olan sahabe efendilerimiz de midelerine haram bir lokmanın girmemesi hususunda aynı hassasiyeti taşımışlardır. Meselâ bir gün Hazreti Ebu Bekir (r.a.), hizmetçisinin getirdiği yiyeceği yemeye başladıktan sonra bunu nereden getirdiğini sorar. Onun bu yiyeceği Cahiliye döneminde kâhinlikten kazandığı parayla aldığını öğrenince de derhal parmağını gırtlağına kadar sokar ve yediklerini zorla dışarı çıkarır. Ardından da midesinde kalanlardan dolayı Allah Teâlâ’ya istiğfar eder (33) (Çayıroğlu, 2013).
Yanlışlıkla bir zekât devesinin sütünü içen Hazreti Ömer’in tavrı da bundan farklı değildir. O da aynı şekilde kendisini istifraya zorlayarak haramın vücuduna karışmasına fırsat vermemiştir (34). Çünkü onlar Efendimiz’den (sallallâhu aleyhi ve sellem) haramla beslenen bir vücudu ancak Cehennem ateşinin temizleyeceğini öğrenmişlerdi (Çayıroğlu, 2013).
Şimdi de haramın insan üzerindeki menfi tesirini Ebu’l-Vefâ Hazretleri’nin başından geçen bir hâdiseyle misallendirelim: Hazret, oğlunun elindeki çuvaldızla insanların bin bir zahmetle uzaktan taşıdıkları su tulumlarını deldiğini öğrenir. Bu durumun sebebini öğrenme adına kendisini muhasebeye çeker ancak çocuğun bu davranışına sebebiyet verebilecek bir hatasını bulamaz. Eve gelince meseleyi bir de hanımına anlatır ve onu da muhasebeye sevk eder. Anne, düşünür taşınır ve sonunda yaptığı bir hatayı kocasına anlatır. Buna göre o, çocuğun doğmasından birkaç ay önce komşunun evine gider ve orada portakal ve nar gibi meyveler görür. Canı çok çekmesine rağmen hayâsı ev sahibinden istemeye mâni olur. O da komşusu görmeden elindeki tığı meyvelerden birine batırır ve çıkan suyu içer. Bunları dinleyen Ebu’l-Vefâ Hazretleri çocuğun bu kabahatinin sebebini anlar ve karısından, önce komşusuna giderek helâllik istemesini sonra da Allah’a tevbe ve istiğfar etmesini ister. O, bunları yapınca birden çocuğun içini bir pişmanlık hissi sarar ve artık bu yanlışından vazgeçer (Çayıroğlu, 2013).
ALLAH DOSTLARININ TAVSİYELERİ
Bediüzzaman Hazretleri haramların insanda meydana getireceği tahribata şu veciz ifadeleriyle dikkat çeker: "Hazer et, dikkatle bas, batmaktan kork. Bir lokma, bir kelime, bir dane, bir lem’a, bir işarette, bir öpmekte batma. Dünyayı yutan büyük letâiflerini onda batırma." (35). Demek ki, bazen mideye giren haram bir lokma bile insanı batırabilir. Haram lokmanın insanın kalbî ve ruhî hayatına nasıl zarar verdiğini anlatma adına hak dostlarının çok önemli tespitleri vardır. Kalbin katılaşması, ibadet aşk u şevkinin sönmesi, gece kıyamının bitmesi, duaların kabul olmaması, insan lâtifelerinin ölmesi, iffetin yok olması vb. hususlar haramın zararlarından bazılarıdır (Çayıroğlu, 2013).
Kalb ve ruh ufkunun kahramanı birçok Allah dostu haram gıdayla beslenmenin insanın mânevî hayatında nasıl bir tahribe yol açtığı üzerinde durmuşlardır. Sehl ibn-i Abdullah et-Tüsteri konuyla ilgili şunları söylemiştir: "Sıddıkların alâmetlerinin kendisine zâhir olmasını isteyen kimse, helâlden başka bir şey yemesin ve sadece sünnete uygun ameller işlesin."; "Her kim haram yerse, onun organları da isyan eder. Kendisi bu durumu ister istesin ister istemesin, ister bilsin ister bilmesin fark etmez."; "Bir kul şu dört haslete sahip olmadığı sürece imanın hakikatine ulaşamaz: Sünnetleriyle birlikte farzları yerine getirmek; şüpheli yiyeceklerden de korunarak helâl yemek; yasakların açığından gizlisinden uzak durmak; vefat edene kadar bu sayılan mevzularda sabır göstermek." (36) (Çayıroğlu, 2013).
Şah Şucâ’ el-Kirmânî de harama bakmaktan gözünü muhafaza edenin, kendini nefsanî arzulara kapılmaktan koruyanın, daimî murakabe ile bâtınını, sünnete tâbi olmakla da zâhirini ihya edenin ve helâl lokma yemeyi alışkanlık hâline getiren kimsenin firasetinin şaşmayacağını ifade etmiştir (37) (Çayıroğlu, 2013).
İmam Gazzali Hazretleri de selef-i salihinden konuyla alâkalı şu sözleri nakletmiştir: "Bazen olur ki, kulun kalbi yediği bir yiyecekten dolayı ters çevrilir ve tıpkı tabaklanmış derinin büzülüp çekildiği gibi büzülüp çekilir de bir daha da eski durumuna dönemez."; "Biz başka değil sadece helâl yiyecekleri yeriz. Bu sebepledir ki, kalblerimiz müstakim olur, hâlimiz aynı kalır, melekût âlemine muttali olur ve ahiret âlemini müşahade ederiz." (38) (Çayıroğlu, 2013).
Hazreti Mevlâna ise helâl lokmanın insan üzerindeki tesirini şu sözleriyle dile getirmiştir: "İlim de hikmet de helâl lokmadan doğar; aşk da, merhamet de helâl lokmayla meydana gelir. Bir lokma, haset ve hileyi netice verirse, cehalete ve gaflete sebep olursa, bil ki, o lokma haramdır. Hiç buğday ekilip de arpa hasat edildiğini gördün mü?" (39) (Çayıroğlu, 2013).
Bunların yanında Abdullah b. Abbas, Cenâb-ı Hakk’ın midesinde haram bulunan bir kimsenin namazını kabul etmeyeceğini, İbrahim b. Ethem, yüce makamlara ermenin, mideye gireni kontrol etmekle mümkün olacağını, Fudayl b. İyaz, midesine girenleri bilen kimseyi Allah’ın sıddıklardan yazacağını, Yahya b. Muaz, Allah’ın hazinelerinden bir hazine olan itaatin anahtarının dua, anahtarın dişlerinin ise helâl lokma olduğunu, ifade etmişlerdir (40) (Çayıroğlu, 2013).
TÜKETİCİLERE DÜŞEN VAZİFELER
1- Öncelikle her tüketicinin helâl gıdanın önemine, bunun İslâm’ın katî bir emri olduğuna inanması ve bu konuda bir arayış içinde olması gerekir. Yani iş öncelikle zihinde halledilmelidir ki bu, davranışlara da yansısın (Çayıroğlu, 2013). Bilincimiz amelimizi muhakkak etkilemektedir. İnsan bildiklerine, öğrendiklerine göre hareket eder.
2- Helâl gıda arayışında şuurlu hareket edilmelidir. Bunun için de, öncelikle İslâm’da helâl ve haram kılınan gıdaların neler olduğunun sonra da bunların günümüzde nasıl kullanıldığının bilinmesi gerekir. İslâm’ın haram kıldığı gıdalar bellidir ve bunların sayısı da azdır. Ancak dinimizde haram kılınan alkol, domuz, kan ve murdar hayvan günümüzde pek çok endüstriyel ürünün üretilmesinde hammadde olarak kullanılmaktadır. Meselâ domuzun, yağı, midesi, pankreası gibi neredeyse her bir organından ayrı bir gıda katkı maddesi yapılmaktadır. Hâl böyle olunca, haram lokmanın midesine girmesini istemeyen Müslümanların da bu konuda şuurlu hareket etmekten başka çaresi yoktur (Çayıroğlu, 2013).
3- Müslümanların birinci tercihi ucuzluk değil, helâllik ve güvenilirlik olmalıdır. Bu güne kadar gıda alanında televizyon ekranlarında ve gazete sayfalarında yer alan haberlere bakıldığında, bir kısım uygulamaların "gıda terörü" isimlendirmesini haklı çıkaracak derecede olduğu görülecektir. Meselâ, dana kıymasına tavuk sakatatı, kırmızıbibere kiremit tozu, zeytine siyah boya, tereyağına margarin, yoğurta jelâtin, bala tatlandırıcı katılması gibi gıda sektöründe birçok hile yapılmaktadır. Bu açıdan helâl ve sağlıklı gıda tüketmek isteyen Müslümanların, alacakları yiyecek ve içeceklerin muhtevasına ve güvenilirliğine bakmaları gerekir (Çayıroğlu, 2013).
4- Haram maddelerden elde edilmiş veya vücuda zararlı olan gıda katkı maddeleri hakkında bilgi sahibi olunmalı ve etiket okuma alışkanlığı kazanılmalıdır. "Müslüman bir ülkede yaşıyoruz." düşüncesiyle market raflarında ele geçen her ürün alınmamalı, kesinlikle araştırılma yapılmalıdır (Çayıroğlu, 2013). Ülkemizde maalesef en önemli ve tehlikeli taassublardan birisi de bu hastalığımızdır. Biz Müslüman bir ülkede yaşasak da artık dünyanın bir köy hâline geldiği ve gıda üreticilerinin hepsinin Müslüman olmadığı unutulmamalıdır (Çayıroğlu, 2013).
5- Mümkün olduğu kadar endüstriyel gıdalar yerine, tabiî olanlar tercih edilmelidir. Çünkü renklendirmek, raf ömrünü uzatmak, tatlandırmak, kıvamını arttırmak, homojenleştirmek vb. gayelerle endüstriyel gıdaların içine birçok katkı maddesi ilâve edilmekte ve bunların bir kısmı sağlık açısından da risk oluşturmaktadır (Çayıroğlu, 2013).
6- Tüketiciler, eğer ürün alırken içine katılan bazı katkı maddelerinden şüphelenirlerse, bunu gerek mail göndererek gerekse telefon açarak üreticilere sormalıdırlar. Onların böyle bir şuurla hareket etmeleri ister istemez üreticileri de belli konularda hassas olmaya zorlayacaktır (Çayıroğlu, 2013). Bence en önemli bilinçli hareketlerden birisi de bu eylemimiz olacaktır. Çünkü bizler gıdayı üretenlere bir noktada ihtiyaç duysak da onlar tüketiciye daha çok ihtiyaç duymaktadırlar. Çünkü talep olmazsa üretim de olmaz, ticaret de olmaz. Yani helal ve Tayyib gıdanın yaygınlaşması için bizim de desteklerimiz çok etkili olacaktır.
7- Hiç şüphesiz günümüzde Müslümanların gıda konusunda en çok sıkıntı yaşadıkları alanların başında et ürünleri gelmektedir. İslâm, başta domuz olmak üzere bazı hayvanların etini haram kılmış, eti helâl olan hayvanlar için de belli bir kesim usulü getirmiştir. Buna göre hayvanı kesecek kimse Müslüman veya ehl-i kitap olmalı (41), kesimden önce besmele çekmeli ve hayvanı "boğazlama usulüyle" kesmelidir. Aksi takdirde hayvan murdar olmuş sayılır. Ancak ülkemizde kesilen hayvanların tamamının böyle bir hassasiyetle kesildiğini söylemek oldukça zordur. O hâlde Müslümanlar, mümkün olduğu kadar aldıkları et ve et ürünlerinin helâl olup olmadığını araştırmalıdırlar (Çayıroğlu, 2013). Yani kesim öncesi ve sonrası işlemlerin neler olduğunu bilmemiz gerekmektedir. Bu konuyla bağlantılı olarak ‘’Haram olduğu kanıtlanmadıkça eşyanın aslı temizdir. Ancak ette durum farklıdır, helal olduğu kanıtlanıncaya kadar, o et haram kabul edilir’’ (Özer, 2013). Çünkü et ürünlerinde murdar olma, besmele ile kesilip-kesilmeme durumları çok önem arz etmektedir. Diğer gıdalar bozulduğu zaman hemen anlaşılmaktadırlar fakat günümüzde ete uygulanan işlemlerle bu bozukluk dahi ortadan kaldırılabilmektedir. O yüzden et bizim için çok dikkat edilmesi gereken bir kırmızı ışıktır
8- Dünyanın bir imtihan yeri olması hasebiyle dinimiz bazı gıdaları insanlara haram kılmış ve Kur’ân ve Sünnet’te helâl ve haram olan yiyecek ve içeceklerin neler olduğunu açıklamıştır. Fakat kesin haram veya helâl olduğu anlaşılamayan şüpheli bir alan da vardır ki, Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem): "Helâl de bellidir haram da; ancak bu ikisinin arasında, ikisine de benzeyen bir kısım şüpheli şeyler vardır ki, insanların çoğu bunları bilemez, ayırt edemez. Bu şüpheli şeylerden sakınan insan dinini, ırzını ve haysiyetini korumuş olur." (42) buyurarak bu alana yaklaşmamamızı istemiştir. Bu açında özellikle şüpheli gıdaların oldukça fazla olduğu günümüzde, Allah Resûlü’nün (sallallâhu aleyhi ve sellem) bu hadisleriyle amel etmek son derece önemlidir (Çayıroğlu, 2013).
Özetle günümüzde Müslümanlar boğazlarından midelerine inecek her bir gıdaya vize sormalı ve yediklerinin helâl olup olmadığına dikkat etmelidirler. Gerekirse şüphe duydukları gıdalar hususunda uzmanına sorarak, telefon, mail ve daha değişik yollarla firmalara ulaşmalı ve yedikleri gıdaların mahiyetini öğrenme gayreti içinde olmalıdırlar. Evet, -hayatı yaşanmaz kılacak derecede ileri götürmemek şartıyla- yiyecek ve içeceklerimizde ihtiyatlı ve hassas hareket etmek inancımızın bir gereği olarak görülmelidir (Çayıroğlu, 2013).
Özellikle değinmek istiyorum ki bende bu konuya ehemmiyet veren bir Müslüman olarak çevremde sık karşılaştığım sorun ve sorulardan biri de şu olmuştur; ‘’Her şey mi şüpheli, eee o zaman biz ne yiyeceğiz, ne tüketeceğiz? Müslüman ülkede yaşıyoruz, bu nasıl oluyor?’’. Bu noktada günümüzde GİMDES adıyla helal sertifikalandırma şirketinin sertifikalı ürünleri tercih edilebilir ve aldığımız ürünlerin etiketlerine bakarak tercih yapabiliriz. Tabi etiketler noktasında ürünün tam içeriği yazılmadığı için GİMDES sertifikalı ürünler daha müreccahtır. Ve etiketleri okuyup anlayabilmemiz için katkı maddelerini ve kodlarını öğrenmemiz gerekmektedir. Zaten genel olarak sebze, meyve ürünlerinde pek sıkıntı olmamaktadır. Yine de dikkat edilmesi yerinde olacaktır. Bu konu da uzun bir açıklama gerektirdiğinden siz değerli Müslümanları Kemal Özer’in Şeytan Ye Diyor! kitabını okumanızı çok önemle rica ediyorum. Mutlaka her Müslümanın okuması gereken bir rehber kitaptır. Ayrıntılı olarak helal, haram, şüpheli konularının açıklandığı çok başarılı bir eserdir. Bu konuyu farklı bir tarza uzunca ele alan eserlerden birisi de İsmail Tokalak’ın ‘’Dünyada Gıda ve İlaç Terörü’’ adlı eserdir. Diğer istifade edilebilecek eserler; Hüseyin Kami BÜYÜKÖZER, Yeniden Gıda Raporu, Yeni Dünya Düzeni ve Helal Gıda, Kemal ÖZER, Yedikleriniz İçinde Ne Var?, Deccal Tabakta.
İki ayet mealiyle sizlere sunduğum bu makalemi bitiriyorum. Gücünüz yettiği kadar Allah’tan sakının/ Doğrusu Allah, her şey için bir ölçü koymuştur.
Nerde bir güzellik varsa Allah’tandır, nerde bir hata, yanlışlık, çirkinlik varsa kendi nefsimizdendir. Sürç-i lisan ettim ise af ola, yanlışlarımı, eksikliklerimi sizin desteğinizle tamamlarım, ders alırım inşaallah. Rabbim bizleri şuurlu mü’minler olarak, hem dünya saadetini hem ahiret saadetini kazanan kullarından eylesin. ÂMİN (EN DOĞRUSUNU ALLAH BİLİR).
KAYNAKLAR
1. Ümmü Seleme (r.a.) rivayet ediyor: Camiüssağir [2:252, Hadîs No: 1773]
2. Yusuf 53
3. Şuara 78
4. Risale i Nur Külliyatı
5. Bakara Sûresi, 2/168.
6. Bakara Sûresi, 2/172.
7. Â’raf Sûresi, 7/157.
8. Bkz.: Bakara Sûresi, 2/173; Mâide Sûresi, 5/3; 5/90; Nahl Sûresi, 17/115.
9. Konuyla ilgili rivayetler için bkz.: Şevkânî, Neylü’l-evtâr, 8/125-146.
10. Tirmizî, Dua 110.
11. Bediüzzaman, Sözler, Altıncı Söz, s. 33.
12. En’âm Sûresi, 6/145.
13. Bkz., Süleyman Kuş, Tahrimu lahmi’l-hınzîr hikmetü ve esbâbu fi’l-ilmi ve’d-dîn, Kahire: Dâru’l-beşîr; Ahmed Cevad, el-Hınzîr beyne mizâni’ş-şer’ ve minzâri’l-ilm, Kâhire: Dâru’s-selâm, 1987; Asaf Ataseven, Din ve Tıp Açısından Domuz Eti, Türkiye Dinayet Vakfı, Ankara, 1987; Muvaffak Muharrir, "Domuzla Gelen Tehlike: Trişinoz", Sızıntı, sayı: 33.
14. Bakara Sûresi, 2/219.
15. Mâide Sûresi, 5/90.
16. Bakara Sûresi, 2/168; En’âm Sûresi, 6/142.
17. Mâide Sûresi, 5/88; Enfâl Sûresi, 8/69.
18. Bakara Sûresi, 2/172; Nahl Sûresi, 16/114.
19. Bakara Sûresi, 2/60; Tâhâ Sûresi, 20/81.
20. Mâide Sûresi, 5/88; En’âm Sûresi, 6/118; Nahl Sûresi, 16/114.
21. Buhârî, Büyû 7.
22. Kehf Sûresi, 18/19.
23. Bkz. Fahruddin er-Râzî, Mefâtîhu’l-gayb, Beyrut: Dâru’l-kütübi’l-ilmiyye, 2000, 21/88; Âlûsî, Rûhu’l-meânî, Beyrut: Dâru ihyâi’t-türâsi’l-Ârabî, 15/230-231; Hâzin, Lübâbü’t-te’vîl, Beyrut: Dâru’l-fikr, 1979, 4/206.
24. Taberânî, el-Mu’cemü’l-kebîr, 10/74 (9993); Ali el-Müttakî, Kenzü’l-ummâl, 4/5 (9204).
25. Gıda sektöründe yaşanan problemler için bkz.; Hüseyin Kami Büyüközer, Yeniden Gıda Raporu, İstanbul, 2011; Kemal Özer, Şeytan Ne Diyor! İnsan Ne Yemeli Ne Yememeli, Hayy kitap, İstanbul, 2011; Reşit Haylamaz, Türkiye’de Domuz Gerçeği, İstanbul: Nil Yayınları, 1996; İsmail Tokalak, Dünyada Gıda ve İlaç Terörü, Gülerboy Yayıncılık, İstanbul, 2010.
26. Mü’minun Sûresi, 23 /51.
27. Bkz.: Fahrettin er-Râzi, Mefâtîhu’l-gayb, Beyrut: Dâru’l-kütübü’l-ilmiyye, 2000, 23/91.
28. Buhâri, Ahkâm 9.
29. Müslim, Zekât 65; Timizî, Tefsir, Bakara.
30. Suyutî, Câmiu’l-ehâdîs, 20/55 (21483).
31. Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 2/193; Hâkim, el-Müstedrek, 2/17.
32. Buhâri, Zekât 60.
33. Buhârî, Menâkıbu’l-ensâr 26; el-Beyhakî, es-Sünenü’l-kübrâ, 6/97
34. Muvatta, Zekât 31; el-Beyhakî, es-Sünenü’l-kübrâ, 7/14.
35. Bediüzzaman, Lem’alar, s. 179-180.
36. Gazzâli, İhyâu ulûmi’d-din, II, 89.
37. Abdülkerim Kuşeyri, Kuşeyri Risalesi, trc. Süleyman Uludağ, Dergâh Yayınları, 1999, 3. baskı, s. 323-324.
38. Gazzâli, İhyâu ulûmi’d-din, II, 89.
39. Mevlânâ, Mesnevî, 1/120.
40. Gazzâli, İhyâu ulûmi’d-din, II, 89.
41. Ehl-i kitabın yaşadığı birçok ülkede hayvanların kesiminde, elektrik şoku verme ve tabancayla öldürme gibi farklı usullerin kullanıldığını biliyoruz. Bu usulleri tatbik eden kimse kim olursa olsun söz konusu hayvan yenmez.
42. Buhârî, Îmân 39, Büyû’ 2; Müslim, Müsâkat 107, 108.
43. Çayıroğlu, Y., (2013), Helal Gıdanın Önemi, Yeni Ümit Dergisi, Sayı: 101
44. Özer, K., (2013), Şeytan Ye Diyor!, Hayy Kitap, İstanbul
YAZAR: İbrahim Adnan DOĞAN, Ordu/Aybastı- 30 Haziran 2015
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.