- 527 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Ötekilerin Hikayesi
I.
Ali mutlu bir çocuktu. Bir ailenin tek evladı idi. Asmalarla örtülü bir bahçesi olan, güneşin asla bunaltıcı olmadığı bir coğrafyanın sahil kasabasında, kumsala yakın, yeşili bol bir memlekette idi yaşadığı ev. Yazları tasasız geçerdi Ali için. Karnesi hep pekiyi ile dolu olurdu. Boğazı dondurma ile şişen pamuk şeker bir hayatı vardı.
Ailesi Ali için çok fırtınaya göğüs germişti zamanında. Onu yaşatabilmek için elde avuçta ne varsa satmışlardı. Fabrikadan çıkartılan işçilerin tazminatlarının bir üçkağıt ile ödenmemesi onları çok rahatlatmıştı. Eğer bunu başaramasaydı Ali’nin babası, bu hikayede bir Ali olmayacaktı. Tüm bu zahmetli tedavi süreçleri sonunda meyvesini vermişti ya daha da hiçbir şeyin önemi yoktu aslında. Sonuçta bir can yaşatmak için çabalamışlar ve yapmışlardı her ne gerektiyse. Bundan daha yüce başarı ne olabilirdi hayatta bir aile için? Bu pamuk şeker çocukluğu gördükçe daha da gururlanıyorlardı.
Ali, bünyesi hassas bir çocuktu. Denizden çıktığı vakit fazla ıslak kalamazdı. Yine annesi onu yıkayınca da hemen kaloriferin önüne götürür, önce itinayla saçlarını bir güzel kurutur ardından da tüm teni ısınana değin Ali’yi o yaz ayında yanan kaloriferin yanında tutardı. Dondurma yalnızca haftada bir kez ve o da günün en sıcak saatlerinde, terlememek şartıyla Ali’ye verilirdi. Ama Ali’nin boğazları her nasıl oluyorsa akşam yine şişerdi. Annesi tüm gece başında bekler, her bir öksürükte, yüreğine sağlanan ok kıymıklarını cımbızla çekerdi. Onlar için paha biçilmez, vazgeçilmez ve daha önemlisi uğruna can verecekleri yegane canlı idi. Belki de umursadıkları tek canlı da.
II.
Hasan yorgun bir çocuktu. Ailenin ekmek tutan tek umudu idi. Sokaktan toplanan tahta parçaları ile örtülü bir odası olan, yağmurun asla es geçmediği bir gecekondunun getto mahallesinde, kumsala varmak için 2 saat aşkın yürünen, etrafı uğursuzlarla dolu bir memlekette idi evleri. Yazları çok yoğun geçerdi Hasan için. Karnesi şikayet notları ile dolu olurdu. Boğazı dondurma ile şişen pamuk şeker hayatların pamuk şekeri idi o.
Babasının sakatlığı onu daha çok yükün üstesinden gelmek zorunda bırakmıştı zamanında. Babasını ayağa kaldırabilmek için var gücüyle gece gündüz demeden çalışmıştı. Babası fabrikadaki diğer üç kağıtçı işçilerden farklı, bir namus davası görürdü ekmeğinin hakkını. Eğer tazminatını da alabilmiş olsaydı bu hallere düşmeyecek, Hasan da bu hikayede olmayacaktı. Tüm bu tazminatı alma mücadelesi meyvesini vermişti ve yediği bir kurşunla sakat kalmıştı. Ama utanç duyulacak bir yanı yok idi. Sonuçta Hasan’ı aç kalmasın diye mücadele etmiş, kan dökmüştü. Bundan daha yüce ne olabilirdi bir aile babası için? Hasta yatağından aynada sakat bedenine baktıkça daha bir gururlanıyordu.
Hasan, ruhu çok hassas bir çocuktu. Pamuk şekerlerin hepsini sattığı vakit, asla bir limonata bile ısmarlamazdı kendisine. Yine fazladan bahşiş bile alsa hemen gider annesinin cebine itinayla sıkıştırır ardından yarın da aynı bahşişi kazanabilmenin hayalini kurardı. Sefer tası günün yalnızca öğlen saati annesinden gelirdi o da yalnızca bir tabak, ekmeğiyle katık etmesi şartıyla. Ama Hasan ne yapar eder yettirirdi o tek tabağı kendisine. Annesi tüm gece, kendisinden arttırdığı yemeği oğluna yedirmek için etrafında pir dolanır, oğlunun çelimsiz bedeninin her soluk alış verilişinde beliren kaburga kemikleri, yüreğine batan ok kıymıklarından beter acı verirdi. Hasan babası için özgürlüğünden olacağı, anası için yemeğinden artıracağı, daha önemlisi uğruna can verecekleri tek canlı idi. Belki de umursadıkları tek canlıydı da. Hala da öyle aslında. O sakat babasına başka hangi mezar taşı yarasının acısını unutturabilirdi ayakta saatlerce dururken?
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.