- 312 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
23 Nisan Sonrası Bir 24 Nisan Yazısı
23 Nisan tarih sel olan insanın, tarih içinde oluştuğu ve oluşturduğu güce karşı mücadelesiydi. Güce karşı güçsüzlüğünden doğan bilinçti. Veya güce karşı direnç koyması kadarla mücadele ediyordu. İçinde olduğu tarihi organik yapı içinde kolektif olmakla akan bir sosyo toplumsa enerji vardı. Hem bu enerji ile donanıyor hem de bu güce karşı kendisini savunan bir fren ilişkisi ortaya koyuyordu.
Bu oluşma ve oluşturma bir karşıtlaşmaydı. İçinde olduğunuz yapı ile sizin sürtüşmenizdi. Sürtüşme sahip olup olmamaktı. Sahipliği olup olmamaktı. Egemendi veya boyun eğendi. İradeliydi ya da irade altında iradesiz oluşla bir iradeye göre davranandı. Efendiydi yahut da köleydi. Kısaca zengindi ya da fakirdi. Saltanattı yahut ta saltanata uşaklık edendi. Ezendi veya ezilendi.
Zenginliği güç ve egemenlik olup yönetendi. Buyurandı. Düzenleyen iradeydi. Yoksulluğu kölelikti. Çalışmaydı. Bir efendiye uyduluktu. Efendisiz edememekti. Bilgiden düşünceden yoksunluktu. Teslim almak veya teslim olmaktı. Sığınmacı veya sığınılandınız. İşte tarihsel insanın mücadelesi güce karşı güçsüzlüğündendi.
Bunlar sesinizin çıkması ya da sesinizin çıkmamasıydı. Sahiplerin basıncına karşı verilen ve daha da verileceği olan, kesikli sürekli onurlu mücadelelerden sadece bir tanesiydi. Tarihsel insanın kendinse yabancılaşmasının mücadele bilinci içinde eylemli oluşlardan birisidir. Bu etki tepki ile köleci tarih boyunca süre gelen kolektif referanslı hafızanın kolektife karşıt olan; kolektif oluşu ele geçirmiş olan zorba sahiplerle mücadelesiydi. Bu mücadele Spartküslerle başladı. Mazdeki ayaklanmalarla devam etti. Egemen sahipliklerin saltanatını sarstı.
Halife Egemenliğine karşı yaklaşık 150 yıl süren Kuzey Afrika renç (zenci köle) ayaklanmaları. 30 yıl kadar süren Karmati ayaklanmaları. Kölemen ayaklanmaları, Hürrem-i hareket; Babek isyanı, Şeyh Bedrettin hareketi; Börklüce Mustafa ve Torlak Kemal hareketleri, Celali isyanları; tahtacı isyanı; Şah kulu isyanı vs. türü ayaklanmaları temelde egemence sahipler karşısında irade ve gücünü yitirenlerin eylemleri üzerindeki tarihi bilincin geçmişiyle kesikli sürekli hafıza olmasının güncele intikaliydi.
23 Nisan bu tarihi bilincin kendi kesikli sürekliliği içinde bu sorumlulukla oluşturulan, tarih bilinçli belirmedir. Çok önemli bir özelliği vardı. İç ve dış saltanat çevrelerinin egemenliğine karşı olmakla kitlesel bir eyleme ve giderek benimsemeye dönüşmüş olmasıydı. 19 Mayıs 1919 ile 23 Nisan 1920 ara lığının tarihi kesikli süreklilik meşruiyet ligi içinde iç ve dış güçlere tabii saltanata karşı verilen iradi egemenlik mücadelesidir. Emperyal olan egemence sahipliklere karşı emsali en az olan kitlesel Kurtuluşlu ayaklanmalardan biriydi. Emperyal, saltanatçı El sahipliğine karşı verilen tarihi hafızalı bu mücadelenin; insanlık tarihinde çok daha müstesna bir yeri vardır.
Bir gasp ve hülle tuzakları altında Zıllullah olan egemenlik ve saltanat sömürüsü tebaa olan sahipliği olmayanları çaresizce taat ve itaatin içinde bırakmıştı. Tarihi ters yüz eden El manalı meşrulaşmayla tuzaklarıyla kolektif egemenliği ve kolektif gücü ele geçidiler. El mantıklı anlayışla ele geçirilen sahiplik nedenle egemenliğin yeniden " asıl sahiplerin, sahipliğine" verilme mücadelesiydi. Bu gayret “bi gayrı El hak olan ile bi hakkın yeniden teslimiydi”.
Ulus devletle, halka ve kitlelere verilen bu tarih sel iradenin egemenliği; bir tarihi meşrut ile bir tarihi meşruiyet olanın kolektif sahipliğiydi. Bu tarihi ve kitlesel sahiplik mücadelesi; kolektif özneli hafıza olan tarihseli bir yoldan geldi. Şimdiki halk iradeli egemenlik olan mana anlaması içinde akışlı olan bir gerçekleşmesiydi. Halk ya da ulus egemenliği olan bu mana anlayışı iki uçluydu.
İki uçtan bir ucu kolektif egemenliğin ve kolektif saltanatın yeniden kolektif güç ve kolektif bilinçli sahipliğin kolektif eliyle yetenek ve donanımına göre herkeseydi. İkincisi ulusal dediğimiz ya da halk egemenliği dediğimiz kolektif kullanım içinde görülen uygulamalarda ortaya çıkar. Kolektif gücü ele geçiren sahipliğin savunucusu olan zümre sel oligarşi temsilci nefsani ilikler hep olacaktır.
Halk iradesi olacak türlü uygulama içi belirmelerle oy kullandırma gibi bir yol türlü hile ve tuzaklarla doludur. Osmanlıya sahip çıkma lafızla olan söylemler adı altında kolektifin gücünü ele geçirip halkı ezen; halkı dünyadan bir habersiz kılıp; yabancı saltanat çevreleriyle de iş birliği yapan sömürü unutturulur. Osmanlı ailesinin saltanatını, egemenliğini tekrar iş başına getirecek enfeksiyonlu bir savunuculuğun tekrar seçilir olma bilincinin hep muhafaza edilmesi ikinci uçtu. Kaba baskı ve zulümle kaybedilenin, bu kez de sahipliği kullanan sandıkla kaybedileceğinin diyalektik bilincini de içerir.
Sahipliğin egemenlik mücadelesi; geçmiş bir süreçte; sosyo toplumsa benliğin kendisine yabancı olma yanıyla, sosyo toplum bilincin insan olma yanının birbiriyle tutuştuğu bir tarih sel oluş, mücadelesiydi.
İnsan tarih seldi. Tarihin bir kısmı da insanla, tarih olmuştu. İnsanın tarihsel insan oluşuyla; insanın yabancılaşması olan tarihsel, köleci kimliği; birbiriyle kapıştı. İşte tarihi kesikli sürekli oluş içindeki insan: ilk toplumların kolektif referans üzerinde doğrulmasına göre süreci düzeltme ve inşa etmesinin yarışmasıydı.
Kitleler kolektif gücü kaybetmişti. Bu nedenle mücadele kitleseldi. Kitleler, sahipliğini kaybetmekle kolektif güce bağlı olan insanlığını ve insanını da kaybetmişti. Kitlelerin mücadelesi kaybedilen gücü elde etmek içindi. Egemenlik hareketi referans ayarlarına (fabrika ayarlarına) dönen doğrultmanın üzerinde eylemli olmaktı. Kişiler bu güçle insan olmuşlardı (kişiler bu kolektif güçle insan olmuştu).
Kitlelerin kaybettiği bu güç kendisini; fakirlik olarak, yoksulluk olarak, töre olarak, sömürülme olarak eziyordu. Kitleler kaybettiğini, şimdi adalet olarak arıyordu. Kitledeki bu bilinç, kaptırdığı tarihi gücün; güç basıncına ve güç baskısına karşı kendisini savunmasıyla, kaybettiği gücünü; adım adım geri almanın mücadelesine konu etmenin, tarihiydi.
Tarihsel serüven içinde, Nemrut, Çar Nikola, Sultan Vahdettin, Süleyman, Davut; Halife Mutasımların hepsi El sahipliğinin bir figüranıdırlar. Karşı olunan konu bunların zatları değildi. Çarpıtılan bir tarih içinde saltanatlarına verilen egemence “El sahiplik ruhlu sıfat taşımalarına karşı” edilen mücadeleydi.
Bir yirmi üç Nisan yazısı nasıl olurdu? Bir 23 Nisan yazısı nasıl yazılırdı? Diye hiç düşünmedim. Başlangıcı oluşan ilk senfoniyi takip etmekle siz, bitmeyen bir senfoninin şimdisine gelecektiniz.
Başlanışı oluşan senfoninin tınısı, ses yüksekliği, majör-minör; armonisi vardı. Yine koma ve koma akorları vardı. İlk senfoniyi ana referanslarından hareketle; kaybedilen yerde aranan mücadelesiyle referansına uygun şekilde besteleyip, kesikli sürekli senfoninin seslerini üretecektiniz. Süreç içinde senfoninin notaları enfekte edildi. Siz "la" sesine bastığınızda enfekte ses yine “la” sesi, çıkıyordu.
Ama o “la” sesi artık sizin bildiğiniz duyduğunuz ‘la’ sesi de olsa; anlam olarak ruhun gıdası olarak o "la" tınısı ile o "la" armonisinin vs. içinde değildi. Senfonide hiç olmayan şekliyle “la” sesi bambaşka bir gıda yararlanmasına hitap ediyordu. Kulağımız, anlayışımız, ruhumuz bu haliyle başta olan ve ilk senfoniye yabancılaştırılmıştı.
Senfoni gıda olmaktan çıkmıştı. Senfoninin gıda olma özelliği bize unutturulmuştu. Bu nedenle biz senfoniyle kâh gülüyor, kâh ağlıyor kâh oynuyorduk. Hatta oynanan senfonide ağlıyor; ağlanacak senfonide göbek atıyorduk. Duyuşumuz bozulmuş, duygusal deşarjların söylenilmesine dönüşmüştü. Başka tür gıda olmuştu. Adım adım sömürülür olmanın; bir efendisi olmadan davranamaz olmanın gıdası olmuştu.
İyi de bitmeyen senfoniyi oluşan neydi?
23 Nisan tam anlamıyla 19 Mayıs 1919’dan 1920’nin 23 Nisan’ına gelişin içine sığan süreç değildi. Somut olarak 19 Mayıs 1919’dan 1920’in 23 Nisan’ına geliş çok özel açılımla ve kutsal durumuyla; tarihi genel bağıntısına uygun çok saygın bir özel bağıntılı durumudur. 23 Nisan’ın konusu olan süreç genel ve genel insanlık tarihi olmakla 23 Nisan 1920’nin çok kutsal bir özel bağıntılı bilinç davası olmanın uygarlık hareketiydi.
Tarih kolektif yapılar içinde insanı üretmişti. Köleci sistem dediğimiz El mantığı insanı oluşturmamıştı. Oluşturamazdı da. Hatta El mantığı olan köleci sistem; kendinden önce oluşmuş olan insanı da, efendi köle ekseninde ayrışmakla insanı; kendi insanlık bilincine yabancılaştırmıştı.
İnsan kolektif yapının ürünüydü. İnsan kolektif üretim gücü sahipliğini unutmakla kendi insanlığını da unutmuştu. Şimdi de ‘insanlık böyle mi olur?’ diye insanı; insanlığını kaybettiği yerde değil de; öznel bir insanlık anlayışı içinde insan arıyorlardı. Odanın içinde odayı ararsanız, asla odayı bulamazsınız.
İnsanın insanlığını kaybettiği yerde mutlak monarşi, ortaya çıkmıştı. Ortaya çıkan saçma da olsa, yanlış ta olsa; doğa yasalarına göre monarşi de değişmek gelişmek zorundaydı. Yanlış ta bir dinamikti. Ama bizim istemeyeceğimiz bir dinamikti. Siz ilk düğmeyi yanlış iliklerseniz, düğme ilikleme dinamiği tüm düğmelerin iliklenmesi olur. Ama hiç bir düğme; karşılığı olacak ilikle ilişkin oluş içinde değildir.
İşte mutlak monarşinin kendisi de dinamikti. Sentezleriyle önce meşruti monarşiye dönüştü. Sonra da meşruti monarşinin sentezleriyle oligarşiyi oluştu. Oligarşi yapılı tevhit içinde oligarşi yeniden mutlak monarşisini oluştu. Mutlak monarşi ile de cihan imparatoru olan saltanatçı devletleri oluştular. Oligarşin meclis içinde yeniden meşruti oligarşiye dönüştüler. Bunların tümü saltanatlı egemenlikti.
İyi de mutlak monarşi; mutlak oligarşi neydi? Bunların her biri sosyo toplumsa evrimci süreç içinde sahiplik ilişkisiydi. Egemenlik ve yönetme, yasama, yürütme, yargı bileşik durumlu haliyle sahiplerin kullanım gücüydü. Bunlar tarihsel başlangıca aykırı olmakla, insanlığımızın kaybedildiği yerlerdi.
Mutlak monarşi ve mutlak oligarşi; kolektif ligin de üreten sahiplik gücünün de karşısındaydı. Kolektif sahiplik gücünü kişiye, kişilere hülle eden bir El mana gücüydü. El’in mana gücü kişisi nefsani oluşun ihtirasıydı. Monarşi ve oligarşinin yapıları farklı da olsa kendi gelişme düzeyleri içinde kolektif sahipliği ve kolektif egemenliği kişilere kaptırır olmanın süreçleriydi. Mutlak monarşi ve mutlak oligarşi içinde sahipliğin karşısında, sahipsiz oluşun ezilmesi vardı. Ezen bu güce karşı sizde cılız da olsa direnç vardı.
Kısacası 19 Mayıs 1919’dan 23 Nisan 1920’ye geliş bu genel insanlık tarihi olan sürecin kesikli sürekliği içinde genel tarih olanın devamı olan özel bir aydınlanma bilincinin Rönesans’ıydı. Mutlak monarşi ile meşruti oligarşini bir sahiplik olan aile saltanatındaki sahiplik ve egemenlik; bu Rönesans’la aileden alındı. Emek gücü bilinci olan ulus devletin yurttaşı olması gereken halkın irade gücü sahipliği içine bina edildi. Burada da emek gücü bilinci; ne yazık ki halkın cehaleti bir bilinç kullanımına dönüştü.
İşte 23 Nisan kökleri tarihte olan atiyle; iç ve dış sömürü kaynaklarına dayalı sahiplikler oligarşindik saltanattan alındığı kendi kolektif gücünü; kendi emek gücü bilinci üzerindeki sahipliğinin irade gücü üzerine kolektifle ihsas ve ihdasıydı. Bu çok sancılı bir geçiş dönemi ritüeliydi. Henüz kayıp edilen insanlık bulunmuş değildi. Ama insanlığı bulmak için, insanlığın kayıp edildiği yerde insanın arama macerasında 23 Nisan; insanı bulmada atılan ilk adım olmakla, çok önemlidir.
Bu ihsas ve ihdas "egemenlik kayıtsız şartsız saltanatındır (sahipliği olanlarındır)" diyen oligarşiye karşı oluştur. Bu ihsas ve ihdas oligarşin saltanatlı sahiplik anlayışından " egemenlik kayıtsız şartsız halkındır” diyen söylem ve anlayışa geçmeydi. Bu ihsas ve ihdasla modern insanın çağdaş değerler üzerinde yeniden inşaca oluşuyla insanın insaniliği inşası yeniden başladı. Senfoni henüz bitmedi. Sadece senfoninin ilk tınıları üzerinde senkronluma olucu ekseni çevrimle yeniden kendi inşaca kolektif kodları üzerindeki değerle oluşması başladı. Bu da kitlenin bilinciyle olacak bir heyecandı.
Burada şunu da vurgulayıp yazıyı bitirmek istiyorum. Egemenlik milletindir sözü tarihsel bağlamıyla çok yanlış ve temelsizdir. Millet kavramı oligarşi öğretisinin (ideolojisinin) biçimlediği anlayıştır. İnanıcı kul mantıklı sosyal bir bağ ilişkisinin adı millettir. Kendi sahipliğini bilmeyen teslimiyet içindeki bir inanıcı sistemin sosyal oluşmalı kültür bağıdır. Millet söylemi içinde: yeniden oligarşiye ve saltanata; saltanatlı aile gücüne boyun eğen referanslı egemenliğe eğim etmenin kaçınılmaz bir belleği vardır.
Millet gibi eski, ya da eskiyen şey; eski bellek referanslarından ötürü yeni olmak zorundadır. Bu nedenle “sahipliğin saltanattan halk iradesine geçmesinin vurgusu içinde” ulus yapılarla halkın yurttaşlığı vardır. Oysa halk egemenliği saltanattan almakla kendi sahipliğini bilen öğreti ile biçimlenir. Halk, emek bilinci üzerinde hakkını ve adaletini arar. Millet inanç ve aidiyet bağı üzerinde hak arar. Halk yeni insanın atiye gidecek ilk formel biçimidir. Bu kavramlar birer tarihsel bilinç ve tarihsel mesajlardırlar. Bunları yerine ve sırasına göre anlam etmezseniz; şimdilik 23 Nisan’da bulduğunuz kadarla olan insanlığınızın kaybı da, tehlikede demektir.
23 Nisan, tarihsel serüveni içinde kaybolan insanlığın kaybolduğu yerde aranmasıdır. Ve sahipliğin ve egemenliğin yokluğunu kendisinde duyan eylemin, bilincidir. Kolektif güç üzerindeki kişisi sahiplik gücünden doğan sömürüden kaynaklı, baskı ve saltanatçı basıncın külfetini; oligarşi taraflı tabanlara doğru yaymanın erdemidir. Sömürü ve egemenliğin baskı ve basıncını bir takım kurumlar eliyle frenleyici inşa bilincidir. Bu süreç yeni senfoniye başlangıç olmasının tarihi adımı olmakla senfoninin bitmemiş en ön halidir.
Tarihi bilinci unutursanız, her şeyi unutursunuz. Bilmeyi unutursunuz. Bilgiyi unutursunuz. Aklı unutursunuz. Objektif tartışma referanslarını unutursunuz. Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ü unutursunuz. Bugünün küçüğü yarının büyüğü olanlarla sorumluluğu ve sorgulamayı unutursunuz.
GAZİ MUSTAFA KEMAL ATATÜRK gibi tarihsel oluşumun, bilimi rehber alan örnek tarih sel bilinçli rol aktörlüğü ile aktivist olamıyorsanız; inancı bir iman neferi olursunuz. İnanıcı bilincin ilk ortaya çıkış nedeni El inancından öncedir. Ve inşacı tarih bilincinin geleceğe doğru aktarılma biçiminin öğretisiydi. Böyle iken; tarihin belli döneminden sonraki akış içinde günümüze gelen haliyle köleci akdin ideolojisi olmuştur.
“Osmanlının aile boyu saltanat sahipliği içinde kullarım dediği sahiplik zihniyetinde”; kul, köle ve tebaa olan ahali; 23 Nisan Rönesans’ı ile tarihi insan olma düzlemi içinde fikri hür, vicdanı hür bir bilinçle ayağa kalkması içindeki rolle çağdaş oluş eylemiydi…
Eğer tarih bilinciniz varsa, yazının giriş gelişme ve sonuç bölümlerinde belirtildiği gibi meşruiyet başka bir şeydir. Yok, eğer tarih bilinciniz yoksa ve tarih bilinciyle oluşan geri bağlanım yasalarını elde edemiyorsanız meşruiyet başka olur.
Bu durumda meşruiyet o süreçle ilişkili yaşatılan, anılan bir bağ ilişkisi mesnet olur. Yaşatılan, anılan şey bilmediğimiz; geri bağlanım ilişkilerini kuramadığımız karadelik alan devinmesinin yerini alır.
Ve yaşatılan, anılan şey; o süreç ile anlam olur. Süreç meşruiyeti de anılan yaşatılan şeyle bir anlama olur. Nobel ödülünün Alfred Nobel’le anlam olur. Alfred Nobel’in de Nobel ödülü ile yaşayıp; süreci meşru etmesi gibidir.
GAZİ MUSTAFA KEMAL ATATÜRK, EGEMENLİĞİ ve egemenliğin SAHİP ligini; sahipliğin İRADEsini aile saltanatı olan oligarşinin elinde aldı ve egemence sahip oluş iradesini bize verdi. Artık GAZİ MUSTAFA KEMAL ATATÜRK egemenlik iradesi olan sahiplikle anılır.
MUSTAFA KEMAL bu egemence sahiplik iradeli bilinçle yaşatılmakla; bu emanet; bu miras MUSTAFA KEMAL ATATÜRK İle meşruiyetlik olur. Siz saltanatın kötülüğünü Vahdettin’in aile saltanatı içinde bir oligarşi temsilcisi olduğunu; KİTLENİN EGEMENLİK GASPINI YAPAN KİŞİ olduğunu bu Mustafa Kemal mirası olan bilinçle ve Mustafa Kemal ile anlarsınız.
KOLEKTİF OLUŞ; EGEMENLK; SAHİPLİK; VE İRADE KAVRAMININ TARİHSEL İLİŞKİLERİNİ BİLMEYEN; TARİHSEL İLİŞKİLERİN GERİBAĞLANIMYASALARINI OLUŞTURUP GÜNÜMÜZGETİRİP GÜNÜMÜZDEN GERİYE GÖTÜRMEYİ BİLİP ANLAYAMAYANLAR; EGEMENLİĞİVE SAHİPLİK İRADESİNİ GAZİ MUSTAFA KEMAL İLE ANLAYIP YAŞATMAK ZORUNDADIRLAR. İŞTE 23 NİSAN BUDUR.
24.04.2018
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.