- 1289 Okunma
- 12 Yorum
- 0 Beğeni
MEHMET AMCA ( BİR KÜÇÜK ÖYKÜ )
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Elleri cebinde yürüyüşler daha bir alımlı, çalımlı gösterirdi Mehmet’i, elbette kendi fikriydi. On yedi yaşın o dayanılmaz burgaçlı ergen günleri sanki dün gibi, öylesine canlı ve silintisiz görüntülerdi ki.
Ellerini, pantolonunun ceplerine soktu bir tuhaflık vardı, gülümsedi, o yıllar pantolonlar öylesine dar ve cepler öyle küçücüktü ki, tamamı girmez, baş parmak dışarda kalır ve ancak dört parmağın uçları sokulurdu ceplere, üstelik çoğunlukla önden cepliydi moda,paçalar ise senden önce köşe dönerdi, İspanyol paça denirdi.
Oysa şimdi neredeyse dirseklerine kadar girecekti kolları, el ne kelime. Epeyce ilerlemiş yaşı nedeniyle artık bol ve rahat pantolonlar giyiyor moda’yı İstanbul da bir semt olarak algılıyordu.
Karşı kaldırıma geçtiğinde, ışıklar içinde ki bir vitrinin camına akseden görüntüsünü seyretti uzun uzun, vay be amma da kilo almışım, boyum da mı kısalmış ne diye hayıflandı, son zamanlarda rakı göbeğini dışarıya taşır gibi görüntü veren dar gömleklerden kaçınıyordu, ah biraz kilo alsam da şu pantolon kemeri düzgün dursa, giydiğim gömlekler ne şık görünür diye ayna karşısında üzülüp, bedeninden rahatsızlık duyduğu günler dün gibiydi.
Şöyle hafif yan dönüp, saçlarının profilden görüntüsüne baktı, aynı zaman da gelip geçenlere durumu çaktırmamak için vitrini seyreder pozlar takınmayı da ihmal etmiyordu.
On yedi yaş döneminin modasıydı uzun saç ve uzun favoriler, saçları neredeyse omuzlarına kadar iniyordu, bütün gençler aynı uzun saç modasına uyduğu için yadırganmıyordu pek, yadırgayanlar daha eski kuşaklardı.
Tamam saçlar formundaydı ama yine büyük bir derdi vardı Mehmet’in, favorileri sakaldan değil, uzatılmış saçtandı, henüz sakalları yeni çıkıyor ama özendiği favorilere yetmiyordu.Eh hatırı sayılacak kadar bıyıkları vardı şükür, gülmeyin çok ama çok önemliydi bıyık, toplum yargıları kıllıydı ve erkekliğin simgesi sayıldığı yıllardı, hoş şimdi de bazı kesimlerin görüşleri aynı doğrultu da ama, yıllar Mehmet’e öncelikle beyninin içinde ki kılları, sonra da yüzünde ki kılları tıraş etmeyi öğretecekti.
Yeniden vitrin de ki görüntüsüne baktı kısa kesilmiş saçlarını seyretti, henüz dökülmemişti ama şakaklar epeyce kırlaşmıştı artık, bu da bana ayrı bir hava veriyor canıım diye gülümsedi, Göbeğini içeri çekti, omuzlarını dikleştirdi on yedi yaşı geri gelmişcesine bulvardan aşağı doğru yürümeye başladı, tanımadığı insanlarla selamlaştı, öylesine bir mutluluk kaplamıştı ki içini adımları daha bir esnek ve çevikti uzun yürüyüşler yapınca ağrıyan belide artık ağrımıyordu galiba, hayret etti.
Şurdan bir kilo hamsi alsam tava yapsam diye düşündü, rakı, roka balık, offf dedi seslice, duyulmuşcasına utandı birden. Son zamanlarda dokunuyordu kızartma, kolesterol, tansiyon başlamıştı yavaştan, balığı da başka şekilde pişirilince sevmiyordu ki, adaaaam sende dedi yöneldi balık pazarına.
Hamsi erken çıkmıştı bu yıl ortaya, ya büyük bereket getirecekti fakir Fukaraya, ya da erken tükenip oyun edecekti o da garibana, emekli maaşını bir hafta olmuştu alalı yine zor geçecekti bu ay, zaten hangi ay kolay geçti diye mırıldandı.
Ne kadar küçüktü hamsiler, aslında bu mevsim de yalnızca boğazın ağzında olurdu ve marmara hamsisi denirdi, bunlarsa Karadenizin erken bebek hamsileriydi galiba.
Temizlenmiş hamsilere baktı, yedi buçuk ytl.yazıyordu etiketinde, tabladakiler ise beş ytl.Kendim temizleyeyim o aradaki farkla roka alırım diye düşündü, iki limon, bir roka aldı , balığı naylon poşete koyan balıkçıya ters ters baktı, hiç bir şey diyemedi, nefret ediyordu içini gösteren poşetlerden. Otobüse binecekti, sanki bütün otobüs onun ne aldığıyla ilgilenecekmiş gibi duyguya kapılırdı bir şey taşırken.
Boşveeer dedi, hem on yedi yaşında hissetmiyormuydu kendini bu gün, şu geçen balık etinde ki sarışın hanım yan gözle bakmıştı galiba,evet evet bakmıştı işte , yine gülümsedi, balığa takmıştı aklını, poşette balık hafızasında balık etli hanım, yeniden,unutup dışarı saldığı göbeğini içine çekti, omuzlarını dikleştirdi, parmaklarıyla saçlarını şöööyle bir taradı, birden irkildi, aklına geldi, o eliyle balıkları ellemişti yüzünü buruşturdu, sonra adaaaam sende saçlarımda deniz kokusu taşımış oluyorum dedi.
Öyle bir dinçlik ve mutluluk içinde çevik adımlarla yürümeye başlamıştı ki, otobüs durağını geçtiğini farketmedi, yeniden geri döndü ve otobüs bekleyenlerle birlikte kuyruğa girdi.
İçi neşeyle dolu, yeniden on yedi yaş heyecanıyla otobüslerin numara ve gideceği yer yazan ön yazılarını okumaya çalıştı, gariplik vardı yazılar ne kadar da küçücük yazılıyordu böyle, sonra aklına geldi, yakın gözlüğünü yanından eksik etmiyordu ama, uzak gözlüğünü uzun zamandır taşımıyordu, yakışmadığını düşünürdü hep.
Hay Allah keşke yanıma alsaydım gözlüğümü, hiç birinin numaralarını okuyamıyorum diye geçirdi içinden, bir tanıdığa rastlasa çaktırmadan onun bindiği otobüse binerdi, çekiniyordu bu nereye gidiyor acaba diye sormaya.
On yedi dedi yeniden, on yediiii, nasıl da kartal gibiydi gözleri, oysa şimdi iki metreyi okuyamıyordu, sonra yeniden keyiflendi, binlerce genç insan vardı göz bozukluğunun yaşla ilgisi hem vardı, hem yoktu, ben on yedi’yim on yedi dedi.
Kuyruğun baş taraflarına yanaştığından dolayı, gözünün okuyabileceği mesafeye gelen otobüsleri okuyabildiğini farketti, itiş kakış ön kapıdan zar zor binebildi, arka sahanlığa gidebilse orası rahat oluyordu ama öyle doluydu ki belediye otobüsü, iş çıkış saatine kalmamalıydım dedi, sonra yine ben on yedi yaşındayım canım diye göbeğini o daracık, itiş, kakışın içinde yeniden içeri çekti.Arka sıralara doğru müsade isteyerek yürümeye çalıştı ancak bir kaç sıra gidebildi, birden yolda yanından geçerken kendisine bakar gibi olan balık etli sarışın hanımı gördü, oturuyordu, evet evet bu sefer kesinlikle emindi balık etli sarışın hanım gülümsüyordu ona, hem de gözlerinin tam da içine bakarak.
Yüreği delicesine çarpmaya başladı Mehmet’in beğenilmenin o dayanılmaz hazzıyla neredeyse kendinden geçecekti ki, balık etli sarışın kadın san ki uzaydan gelen bir derinlikli sesle, amca amca buyurun oturun dedi.Ses uzaydan falan gelmiyordu basbayağı kadın sesleniyordu, kulakları uğuldadı, tansiyonu mu yükselmişti birden ne..Kulaklarında amca amca seslerinin uğultusunu taşıyarak hafifçe tebessüm ve teşekkür etti, arka sıraya doğru hamle ederek birilerinin ayaklarına basa basa balık etli kadından uzaklaştı. Poşeti tutan elleri gevşedi, göbeği daha bir dışarı doğru sarktı, omuzları yeniden çöktü eski haline döndü, buruşuk yanağına tek bir yağmur damlası düşmüş gibi ıslaklık bulaşmıştı.
Mehmet amca ağlıyormuydu ne ?
Esel Arslan
2008 - Antalya
YORUMLAR
Sayın EselArslan kardeşim ; yazdıklarınızla mutabıkız.Yalnız halkın içinden gelen birisi olarak bir noktaya dikkatinizi celbedeceğim:Halkımız der ki, '' Yapacağın işi en akıllıya soracağın gibi, en delisine de bir sor.! '' ''Ummadık taş baş yarar. '' ve halktan, sıradan diye nitelenen kişilerin bazen bir kaç fakülte bitirmiş aydınlardan daha arif ve bilgili ve deneyimli olduklarını görürüz.Bu nedenle her türlü eleştiriyi önce dinlemekte fayda var.Yani bu iş biraz çap ve sıklet olayının dışıda değerlendirilmesi gerekir.Koşullara göre herkesin yetersiz kalacağı kontra pozisyonlar olabilir her zaman.Bu bilinçle saygılar sunarken bu eleştirinin bundan sonra yazı asacak tüm arkadaşlara da uyarıcı olması dileğiyle dostça selamlarımı iletirim...Şen ve esen kalınız.
Güncel bir olayın, baştan geçmiş yaşanmışlıkların başarı ile anlatılması elbette ne bir makale, ne sohbet, ne de deneme yazısıdır.Bu yazı güzel kaleme alınmış hakiki bir öyküdür.İtirazı olan varsa buyursun öykü olmadığını açıklasın.O nedenle bu yazının öyküler bölümünde yer almayıp buraya konulması öncelikle doğru mu değil mi, bu soruyu lütfen öykünün yazarı açıklasın derim.Her öykünün içinde anlatım tekniğine göre ders alınacak , ibret alınacak bölümler de olabilir.Fakat bu öyküye makale demek için gerekli ve yeter şartları oluşturmaz. Bu yazının bu nedenle kırmızı kurdelanızın hemen üstündeki şeritte en sağda öyküler yazan bölüme basınca karşınıza çıkacak bölümde yer alması gerekirdi.Yazarımız Antalya'dan imiş, kendisini tanımıyorum şahsen ama, hemşehrim olduğu için eleştirmemem de gerekmiyor bu tavrı, geçenlerde yakamoz sakini adlı arkadaşımız da hem başına öykü demiş yazısının, hem de getirip bu bölümde yer alan yazılar içine yerleştirmişti yazısını.Hataları eleştirmenin suç olmadığından hareketle bunu bir tavır kritik olarak değerlendiriniz lütfen.Yanlışlar böyle böyle başlyor ve ''Küçük kusurlar büyük kusurların anasıdır.'' konumuna geliyor zamanla.
Kaale alınması dileğimle tüm dostlara saygılar sunarım...
Şaban Aktaş tarafından 10/16/2008 9:17:05 AM zamanında düzenlenmiştir.
SEVGİLİ DOST KALEM SN. ŞABAN AKTAŞ, ÖNCELİKLE EKLENTİLERİME VAKİT AYIRIP YORUM YAZDIĞINIZ İÇİN TEŞEKKÜR EDİYORUM UYARINIZ DA YERDEN GÖK'E HAKLISINIZ, GENELDE TOPLUM OLARAK OLUMLU YA DA OLUMSUZ ELEŞTİRİLERE PEK AÇIK DEĞİLİZ BU NEDENLE DE POHPOHLAYAN YORUMLAR ELBETTE EGOLARIMIZI OKŞUYOR.
YORUMUNUZU YUKARI KISMA ÖZELLİKLE AKTARDIM, OKUYAN DOSTLAR KOLAY KARŞILAŞTIRABİLSİNLER DİYE.
yAZIMI İLK EKLEDİĞİMDE KÜÇÜK BİR ÖYKÜ DİYE BAŞLIĞIN YANINA NOT DÜŞMÜŞTÜM DEMEK Kİ EKLEDİĞİM YAZININ BİR ÖYKÜ OLDUĞUNUN BİLİNCİNDEYMİŞİM, YANLIŞ BÖLÜME EKLEMEK BAŞKA BİR ŞEY SİZİN BUNU BU YAZI BİR MAKALE DEĞİL,YAZANIN DİKKATİNE DİYE UYARMANIZ BAŞKA BİRŞEY, FARKETTİĞİMDE ÖYKÜ BÖLÜMÜNE AKTARDIM AMA MAALESEF BURADAKİ YAZIMI SİLEMEDİM, DOSTLAR VAKİT AYIRIP YORUMLAR YAZMIŞLARDI EMEĞE SAYGI OLMALI DİYE DÜŞÜNDÜM, UMARIM BU SEFER DE SAYFA İŞGALİ DİYE TARAFINIZDAN ELEŞTİRİLMEM..)))
SN. AKTAŞ, ELEŞTİRİLERİNİZİ HER ZAMAN BEKLİYECEĞİM, DAHA DOĞRU ŞEYLERE YÖNELTECEK HER BİLGİ VE BİRİKİM TAŞIYAN KALEM SAHİPLERİNE SAYGI VE TOLERANS GÖSTEREBİLECEK DUYARLIKTA OLDUĞUMU SANIYORUM, YETER Kİ ÇAP VE SİKLET EN AZ BENİM BİLGİ VE BİRİKİMİM KADAR OLSUN HELE AŞIYORSA ÜSTAD VE USTA DİYE SAYGIYLA EĞİLİRİM KİŞİNİN ÖNÜNDE.
Hepimizin başına ya gelmiş ya gelecek. çook güzel düşündüren bir yazı. neydik ne olduk mu dmek lazım. hayır ne mutluki bu yaşa gelmişiz ölüler öldükleri yaşta ve tipte kalır. boşver her yaşın güzelliği ayrıdır...
çook güzeldi kutlarım ellerine yüreğine sağlık.yaşadıkça kalemin kırılmazsın hep yazsın.
Güncel bir olayın, baştan geçmiş yaşanmışlıkların başarı ile anlatılması elbette ne bir makale, ne sohbet, ne de deneme yazısıdır.Bu yazı güzel kaleme alınmış hakiki bir öyküdür.İtirazı olan varsa buyursun öykü olmadığını açıklasın.O nedenle bu yazının öyküler bölümünde yer almayıp buraya konulması öncelikle doğru mu değil mi, bu soruyu lütfen öykünün yazarı açıklasın derim.Her öykünün içinde anlatım tekniğine göre ders alınacak , ibret alınacak bölümler de olabilir.Fakat bu öyküye makale demek için gerekli ve yeter şartları oluşturmaz. Bu yazının bu nedenle kırmızı kurdelanızın hemen üstündeki şeritte en sağda öyküler yazan bölüme basınca karşınıza çıkacak bölümde yer alması gerekirdi.Yazarımız Antalya'dan imiş, kendisini tanımıyorum şahsen ama, hemşehrim olduğu için eleştirmemem de gerekmiyor bu tavrı, geçenlerde yakamoz sakini adlı arkadaşımız da hem başına öykü demiş yazısının, hem de getirip bu bölümde yer alan yazılar içine yerleştirmişti yazısını.Hataları eleştirmenin suç olmadığından hareketle bunu bir tavır kritik olarak değerlendiriniz lütfen.Yanlışlar böyle böyle başlyor ve ''Küçük kusurlar büyük kusurların anasıdır.'' konumuna geliyor zamanla.
Kaale alınması dileğimle tüm dostlara saygılar sunarım...
Şaban Aktaş tarafından 10/16/2008 9:17:05 AM zamanında düzenlenmiştir.
Braz uzun olmasına rağmen bir solukta okudum yıldızlı onumu da verdim.EEE serde öğretmenlik var ya not vermek bizim işimiz.
Esel Bey,yazınızdan çok etkilendim ve oldukça da duygulandım.Hepimiz aynı şeyleri hissediyoruz.
Önemli olan sağlıklı ve mutlu bir yaşlılık.
Kutlarım güzel yüreğinizden dökülen bu duyguları.
Selam,sevgi ve saygılar.
Evet üstad yazı yazdığınızı bilirdim de gerçekten bu denli okunası / dokunası bir makale de beklemiyordum diyebilirim.İçim acıdı yarınlarımı an be an yaşadım satırlarda oofff sen de böyle olacaksın gözün daha da görmeyecek/kilolarından sıkılacaksın/cildin çizgilerle dolacak/saçlarında beyazlar aaaa yaşlanacaksın bak Esel üstad seni de anlatmış dedim durdum kendime ve de ekledim...üstad saçlarımızı kim için ve neden boyatacağız/kuaföre /spora/alışverişe gitme bir dostla buluşma/sahilde yosun koksun o şarap içmek istemeyecek canımız yani biz ölelimmm...
-Bilirmisiniz dostum en büyük korkumdur yaşlanmak elimde değil bu ne tedirginedici bir korku anlatamam.Uzun yıllardır var bende Babamın son hallerinden bu yana ki...branşım.
-Gecenin bu saatinde hadi neyse daha iyi bakalım kendimize ve spordan/yüzmekten kopmayalım sigara/alkol onlarda olmasın kimbilir zamanı biraz uzatmak müümkün olur elbet 10 puan irde buruklk bıraktım kalemine sağlık..
Esel, canım Arslancıımmm..
kerke bir hayatın ortasına şimdi, durup dururken (yürüyerek değil) neden atarsın adamı. töbe töbe..
sen Mehmet Amca dersin bense Ali Amca derim.. neden mi?
bir hastahanenin saatleri inadına 2'ye getirdiği vakitlerde can içim olan bir gönül erbabının yanında olmak, koluna kanat takmak maksadı ile, düşüncelerinden bir zerre gülücük alırım onu da hoşnut ederim düşüncesiyle, hatta takılan kanatlardan bir şifa yelpazesi yaparım ümidi ile bulunmuştuk o hastahane kapısında, bahçesinde.. ne alaka diyeceksin ammaaa Ali Amca kel değildi :))
Ali Amca kardeşi tarafından kapıya bırakılmış, hasta haliyle de şifa arayan birisi. öyle güzel bir bekleyiş vardı ki titreyen dişlerimizle yudumladığımız çayın şekerinde. hasbıhal ettik. hasbinin birini çekiştirdik. (hasbi burada kardeşi oluyor- adını bilmiyoruz ama hasbıhalden hasbi ismi ses olarak uygun) dertliydi ve dertlerini ttaşıyan bir omuzla bir çift bacak vardı. bizde elimizden ve dilimizden geldiğince yoldaş olmaya çalıştık. hastahane kafesi oldukça gelişmişti. çaylarımızı ve boğaçalarımızı aldıktan sonra dışarı çıktık. o yorgun bacaklarıyla bize kartondan minder yaptı. kağıt gemileri yürüten umut yolcularının hizasında bize verdiği mindere oturduk. lafladık, söyleştik, gülüştük, hüzünlendik. o, gözüyle bu güne kadar görmek istediği bir çifti yanı başında bulduğuna inanıyordu. mutluydu. serin akşamda yanında bulunan iki ciğer tanesini sevmişti. dişlerine düşen tein maddesini okşuyordu dudakları. çay hiç bir zaman bu kadar keyif vermemişti ona. hatta son zamanlarda özellikle. dedim ya; dışarı atılmış çuldan farkı yoktu bedeni. kime ve neye göre nedeni vardı anlayamazdık. zaten anlaşılamazki aynı derde düşmeden.
o gecenin sabaha yakın ışıkları çiçekler üzerinde hegemonya kurarken ve begonyalar isyan ederken, hanımeli saflığında Ali Amca bize mutluluğun anahtarını veriyordu. diyordu ki; SİZ İYİ BİR ÇİFTSİNİZ. SİZİN GİBİ İNSANLARLA YAŞASAYDIM..
dünya mutluluklar bileşkesinde birbirimize verdiğimiz umutların kesirleridir. (üfff amma laf ettim, şair gibi) dünya kırıntısı kendi doyduklarımız değil, umutlarımızla ve yaşattıklarımızla doyurabildiklerimizdir. (bu lafta fena olmadı)
abicim, saygım ve sevgimle.. balıklar ancak üç saniyelik. ha hamsi ha hepsi.. kaldığımız tüm mutluluklar bugüne dair huzurumuzdur. hiç bir huzur mutluluktan uzak değildir. efkarın kederden uzak olmadığı gibi.. ani bir çukur düşmesi, elimizdeki mutluluk poşetini dağıtabilir. ki; hiç bir dağınıklık kolay toparlanamaz..
sevgimle..
Cumhur Karaca
harika bir öykü okudum kaleminden canım,ellerine,yüreğine sağlık.hayat böyle birşey işte,farkına varmıyoruz ama yıllar su gibi geçiyor,bir zamanlar biz amca,teyze derken şimdi bizler amca,teyze olduk.önemli olan sağlıklı kalabilmek bu hayat telaşının içinde.
sevgiler gönderiyorum hiç yaşlanmayan gönlüne....