- 504 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Ya arkada kaldıkça öne geçiyorsak?
Bir orman fotoğrafına bakarken aklıma geldi: Canlılar da cansızların örtüsü olabilir mi? Hani hep deriz/işitiriz ya: "Bitki örtüsü." Coğrafya kitaplarında da öyle denir. "Akdeniz bölgesinin bitki örtüsü makidir!" falan. Peki, arkadaşım, bu örtüler neyi örtüyor? Sadece toprağı mı? Perdenin perdeliği sadece göze midir? "En doğrusunu Allah bilir!" diyerek söze başlarım. Ve derim ki arkadaşım: Settar ism-i şerifi penceresinden bakınca gönlüme şöyle bir okuma düşüyor: "Canlılar da cansızların cansızlığını örtüyor."
Ne demek bu? Belki biraz şu demek: Cansız olan canlıya göre eksik kalıyor. Varlıkta bir eksiklik değil bu. Aynalıkta bir eksiklik. Cenab-ı Hakka karşı şükürde bir eksiklik. Yansıtıcılıkta bir eksiklik. Canlılar, can tenlerine dokunduğu anda, öyle bir hareketlenmeye/devinmeye başlıyorlar ki, küçücük karelerine binlerce manzara sığıyor. Ahmed, ki görünüşte yalnızca bir Ahmed’dir, fakat zamanın ipinde her an yeni bir Ahmed oluyor.
Gülüyor, küsüyor, kızıyor, seviyor, özlüyor, hüzünleniyor, beğeniyor, korkuyor, özeniyor, endişeleniyor, şaşırıyor... Yalnızca bir kare olan varlığından bin film şeridi geçiyor. Sınırlı olanın sonsuza aynalığı ancak ’değişerek’ mümkün oluyor. Kuşatamayacağı bir manzarayı görmek için insan aynasının yönünü/yansıttığını değiştirmek zorunda kalıyor. Detayları ancak böyle dikkatinde biriktirebiliyor. Canlılar da, tenlerine can lütfedildiği anda, böyle bir zenginliğe kavuşuyorlar.
Rahman u Rahim bize hayatı bahşetmekle birimizi bin kılıyor. Ve biz de, bize bahşedilen bu tarz meziyetlerle, cansız kardeşlerimizin üzerine bir cila gibi çekiliyoruz. Kabuğunun kusurunu örtüyoruz. Ne çıkıyor bundan? Altımızda sır, üstümüzde cila, ayna artık tamamdır. Tıpkı, çukurda bir su birikintisi gibi, toprak üstündeki canlının bir yansıtıcılığı vardır.
Bu nazar benim örtüye bakışımı da değiştiriyor. Belki de her örtü varlığı azaltmak için değildir. Bazen de arttırmak içindir. İnsan güneşin gözündeki varlığını arttırabilmek için ona bir perde çeker. Yani doğrudan ona bakmaz. Onun aydınlattıklarına bakar. Yoksa güneşin şiddet-i zuhuru ile gözleri görmez olur. Görünüşünün şiddeti gözümüzün kaldırabileceği gibi değildir.
Bazen de Allah bazı şeyleri gizler. O gizlemeleri sayesinde varlıklarının farkına varılır. Mesela: Hastalıkla örtüldüğünde sağlık nimetinin farkına varılır. Fakirlikle örtüldüğünde zenginlik nimetinin farkına varılır. Yalnızlıkla örtüldüğünde dostluk nimetinin farkına varılır. Yani gizlemek, bu tür şeylerde, varlık azaltıcı değildir. Aksine arttırıcıdır. Görünmemekle daha çok varolur bazı şeyler. Hatta bir kardeşinin kusurunu, Settar ism-i şerifinden öğrendiğin bir ahlakla örtmek, onun varlığını azaltmak değildir. Arttırmaktır. Allah’ın bizim kusurlarımızı gizlemesi de varlığımızı arttırmasıdır. Bize bağışıdır.
Fakat modern zamanlarda ’görünmenin iktidarı’ diye birşey var arkadaşım. Örtülerin tamamına düşmanlık besliyor. Çünkü örtünmekle daha az varolmak arasında zorunluluk ilişkisi kuruyor. Bunun kalbimizdeki sonsuzluk aşkıyla elbette bir ilgisi var. İnsan, sonsuzun aynası olmak hediyesini aldığında, sonsuzluğun da farkında kılındı. Buradan bir açlık doğdu. Bu açlığını bastırabilmek için daha çok varolmayı arzuladı. Fani dünyada ’sonsuza kadar’ eline geçmeyince ’sonsuz kadar’ varolmayı denemeye başladı.
Peki ne demek sonsuz kadar? Ben ’sonsuza kadar’ ile ’sonsuz kadar’ arasında zamana sıkışmış bir hırs nüansı seziyorum. Sonsuz kadar varolmak isteyen insan aslında sonsuza kadar varolmayacağını farkeden insandır. Buradan doğan yarasını, ahiretle anlamlandırmak yerine, bu dünyadaki uyuşturucularla bastırır. Başkalarının gözünde varolmayı ’daha çok varolmak’ ile karıştırmaya başlar. Şöhret tam da bu noktada bir kurtarıcıdır. Daha çok insan tarafından bilinmeyi, onların dünyasında bir tür varoluşla, ’sonsuz kadar’ varoluş sanar. Ayna, kendisinin sonsuz olmadığını farkettiğinde, başka aynalarda yansımalar biriktirerek bir varlık arar.
’Sonsuz kadar’ varoluş kendi sonsuzluğundan ümidini kesmiş aynanın başka aynalara tutunuşudur. Dikey düzlemde azalan ömrünün yerine yatayda bir ömür arayışıdır. Görünmenin şehveti bu açlıktan doğar. Öyle ya! Görünmenin sınırı yoktur. (Veya yok gibi gelir.) İnsan tek olduğu halde sonsuz sayıda göz tarafından görülebilme potansiyeline sahiptir. (Modern teknolojiyle birlikte bu konudaki mekansal sınırlar da ortadan kalkmıştır.) Yaşayarak/eyleyerek varolamayan görünerek varolmaktaki paralel evrene koşmaya başlar. Bu tür bir varlığı elde edebilmek için, gerekirse, türlü rezilliklere girer.
Bana öyle geliyor ki: İslam’ın tesettür gibi, tevazu gibi, nafile ibadetleri veya kerametleri saklamak gibi, hatta insanımızın eskiden sahip olduğu ’başkalarının gıpta damarını tahrik etmemek adına’ helal varlığını dahi parmakla gösterilir şekilde yaşamamak gibi hassasiyetleri böyle bir eğitimi de içerir. Biz, bizi zinaya düşürecek şehvetten değil sadece, görünmenin şehvetinden de Allah’a sığınırız. Çünkü görünmek varlıktaki niyetlerimizi ikileştirir. ’Desinler’ çok tehlikelidir. "Hayâ imandandır." Görünme arzusu bir amele karıştığı anda amelin niyeti de olmaya başlar. Bir müslüman hayır işlerken görülebilir ama görünmek için hayır işleyemez. Sağ elinin verdiğini sol elinden bile saklar. Arka safta kaldığında üzülmez.
Sadece sosyal medya üzerinden düşünmeyin sözlerimi. Aslında bu mevzu hepimizin içine bakıyor. Hepimizde bu yaranın türevleri var. Devası da şurada: Bizden saklamamız istenen şeylerin iyiliğimiz için (hatta değil azaltmak için bilakis arttırmak için) olduğunu anlayınca onlara bakışımız da değişecek. Haramı görmekten men edilişin erkeğe nasıl bir varlık alanına yönelttiğini, kadına tesettürün emredilişinin onu nasıl bir varoluşa ittiğini, ancak örtüye Settar ismi penceresinden bakınca anlamaya başlayacağız. (Sûret resmetmekteki tereddüdün sanatımızı soyuta/hüsn-i mücerrede yöneltmekle ona nasıl bir zenginlik kattığını da ancak böyle göreceğiz.)
Oradan bakınca daha az görünen daha az varolmayacak. Daha asil varolacak. Daha derin varolacak. Daha az gören de daha çok kör olmayacak. Daha asil görür olacak. Daha derin varolacak. Böylece modern kadının derinliği makyajının kalınlığı (veya dekoltesinin derinliği) ile ölçülmeyecek. Modern erkeğin derinliği karın kaslarının gelişimiyle (veya çapkınlığıyla) tartılmayacak. Yani, hülasa-i kelam, demem o ki arkadaşım: Bunlardan göz çevirmekle büsbütün bunlardan aşkın yeni bir varlık alanı kazanıyoruz biz. Zenginleşiyoruz. Öyle ki, daha bu dünyada, ’ne göz görmüş, ne kulak işitmiş, ne de kalb-i beşere hutur etmiş’ bir cennet kazanıyoruz.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.