Herkesin Bir Dağı Var
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
En son 1980’nin yaz ayında gitmiştim doğup büyüdüğüm yerlere. Aradan uzun bir zaman dilimi geçmişti, bir yabancıydım artık ne ben onları ne de onlar beni tanıyordu bir kaç yaşlının dışında.
Caferli’ye gittiğimde Munzur yaylalarına çıkmaya karar verdim, hem de yalnız ve yürüyerek. Koyları, vadileri, mağaraları geze geze. Bu bir macera değildi benim için, kendimi arayış ve algılayış biçimiydi belki. Çocukluğumu, ilk gençliğimi aramanın, bulmanın, yaşamanın biçimiydi.
Bu dağlar benim dağlarımdı, çocukluğumun geçtiği, oralarda unutup kaldığım kendimi arayacaktım… Ben o dağlarda doğmuş, o dağlarda büyümüş ve o dağlarda kar suyuyla yıkanmış, rüzgarla oynamıştım. O dağlarda mutluluğu, sevinci tatmıştım.
Yönümü Munzur’a çevirdiğimde içimde aydınlık bir ışığın parladığını hissettim, dağlara doğru yürürken hoş bir dinginlik içindeydim, içim kıpır kıpırdı. Kuşlar gibi hafif hissediyordum kendimi.
Gövdemi takıp yüreğimin peşine, yürüdüm dağlara doğru. Her adımım yavaş yavaş beni oraya çıkarıyordu. Anladım ki, nerede yaşarsa yaşasın insan eninde-sonunda kökünü arar, kökünün peşine düşermiş…
Vurdum kendimi yollara, koştukça coştum, coştukça koştum. Ele avuca sığmayan küçük yaramaz bir çocuk gibi. Taa ki, acıkıp bir pınar başında oturuncaya kadar.
Yüksek vadinin içinden Munzur’a doğru yol alırken, gürleşen yabani bitkiler, yabani meyveler, otlar çiçekler; cıvıl cıvıl kuş sesleri, pırıl pırıl akan sular şiirsel ve masalımsı bir tablo oluşturuyordu. Her şey öylesine temiz, güzel ve doğaldı ki, cennet dedikleri yer burası olmalıydı. Sanki bir masal ülkesine yürüyordum. Giderek artan kuş sesleri ve bir kararda akıp giden su sesleri, buz gibi pınarlar yıllarca özlemini çektiğim ve unuttuğum duyguları yeniden yaşatıyordu…
Munzur, şefkatli ve nazlı bir gelinin narin elleri gibi, uzatmıştı ellerini, yıllarca özlemiyle yanan yüreğimin üstüne… Mor, beyaz, sarı ve mavi çiçeklerin heyecanını ve sevincini henüz üzerimden atmadan, tanımsız bir mavideki irili- ufaklı göllerin ve pırıl pırıl pınarların akışının, vucudumda yarattığı esintiyi duyumsadım… Karların yanındaki kardelenler ve beyaz papatyalar yüreğimin Munzur’la bütünleşmesinin sevinci oldu… Ve İnsanın yüreğine işleyen doğanın şarkısıydı bu, Munzur’un bitmeyen türküsü, güzel insanların ülkesi… Dünya durdukca söylenecek…
10 gün yaylayarda dolaştıktan sonra geri dönmeye karar verdim. Bir başka vadiden Çet bendine doğru hareket ettim. Önce çocukluğumda bildiğim “Ağla Çiceği”ni görmek ve fotoğrafını çekmek istiyordum… “Çet bendi” adını verdikleri derin bir vadinin içinde, sulardan atlaya atlaya epeyce yürüdükten sonra, akşama doğru Çet bendine vardım. Oraya vardığımda Hatun Teyze’nin Ağla çiçeğinin köküne su döktüğünü gördüm. Başını mavi gökyüzüne diken gelin duvağını andıran başıyla, başı karlı küçük bir dağ gibiydi Ağla Çiçeği. “Ağla Çiçeği”nden ziyade, gökyüzüne çevirdiği başıyla İsyan çiçeğini andırıyordu.Tenine dokundum ürperdi, titredi kirpikleri. Hatun Teyze “dokunma”dedi “dokunursan ağlar”. Baktım gerçekten yapraklarından aşağı tenine doğru iri iri damlalar süzülüyor…
Hatun Teyze’ye, bu çiçeğin efsanesiyle ilgili bilgisinin olup olmadını sordum, “Ağla Çiceği’dir, dedi. “Bir efsanesi var ama tam olarak bilmediğini söyledi”... Oturup mağaranın önüne, Ninemden dinlediğim şekliyle kendisine Ağla Çiçeğinin efsanesini anlattığımda çok duygulandı ve mutlu oldu.. 60 yaş sınırında olan Hatun Teyze dağ gibi görkemli duruyordu, yanakları kıpkırmızı ve gözleri ışıl ışıldı… O da bana, şimdiye kadar duymadığım, hiç bir yerde okumadığım bu yöreyle ilgili bir dağ masalı anlatmaya başladı...
Anlattıkça derin bir duygusallık çöküyordu yüreğime, ağlamaklı oldum. Zavallı kadın bilmeden yaramı deşiyordu. İlk gençliğimi, çocukluğumu, Ninemi, ilk göz ağrımı, ilk heyecanımı anımsatmıştı bana… Bir ara “Sustun artık hiç konuşmuyorsun” dedi. “Oysa bizim burda susmak coşkun sular gibi akmaktır” derler. “Sen sussan da ben duyarım, anlarım seni” deyip bilgece laflar etti…
Bense, başında dumanlar, yüreğinde sevdalar depreşen, başı dumanlı karlı dağlar kadar suskunlaşmıştım. Bir serin su aktı içimden, akıp gitti firat suyuna doğru… Bir an zaman durdu gözlerimde, kuşlar yoruldu, indi gözlerimden ne varsa, döküldü anı oldu kelimeler…
Eğildim üstüne ‘Ağla Çiçeği’nin, bir damla gözyaşı oldu süzüldü gözlerimden yüreğim. Düştü yaprağının üstüne ‘Ağla çiçeği’nin…Kanadı içim, akıp gitti nehirlere doğru…
Ben yüreğimdeki özlemle, yüreğimdeki yangın ve gözlerimde süzülen acıyla boğuşurken, Hatun Teyze “İnsanın mutluluğu kendi elinde oğul, insan isterse yüreğini huzurla, umutla doldurabilir”dedi. Bilge kadın tavrıyla…
“Hayat topraktır” diyordu “ekilen her türlü iyi, kötü tohumu kabul eder, bağrında saklar, iyi beslersen hazinedir.”
”Hayat ırmaktır” diyordu “mecrasında akarsa istediğin kalıba girer, doğru yada eğri.”
“Hayat çiçektir.” Diyordu. “Bakım ister, özen ister, sabır ister, açmak için. Gönül ister sulanmak için, dürüstlük ister huzurlu ve mutlu olmak için”
“Hayat pınardır” diyordu. Özlemlerimizi saklar, acılarımızı unutturur, gönül ferahlatır. Ümitlerimizi tazeler…“
“Hayat dostluktur” diyordu. Dostluk gökyüzüdür, yaşamak gibi, aşk gibi, kavuşmak gibi; sevginin ve hasretin en güzelidir…” Hatun teyze büsbütün şaşırtmıştı beni o bilgece haliyle.
Bana “sen Avrupalı olmuşsun artık, Munzur suyunun akışındaki huzuru, dağ yelinin esişindeki umudu nerden bileceksin”diye sitem etti...
Çoluk- çocuğumuz senin gibi terkedip gitti bizi, dağlarımızı, ovalarımızı, toprağımızı terkedip gittiler uzak ellere, şimdi bizde toprağımız gibi, dağlarımız gibi sahipsiz, yetim, umarsız kalmışız buralarda” diyordu.
Anladım ki, bu soylu bilge kadın gözlerini kapamış, yüreğini açmıştı benimle konuşurken. Ağzından bahar suları gibi berrak akıyordu sözcükler. Cümleleri peşpeşe sıralayışı, düzgün, akıcı uslubu ve bilge hali şaşırtmıştı beni…
Ağzından çıkan her sözcük, ak bir güvercin olup doyumsuz güzelliklerle insanın yüreğine konuyordu, dinlerken… Şehir yaşamındaki, daha çok yalan, daha çok kazanma, dalaverelerden, küçük çıkar oyunlarından uzak, işte bu dağ köylerinde böylesine temiz, onurlu, sevgi-saygı, dolu kalabilmişti bu soylu kadın. Yüzü de yüreği de kötülüklerden arınmış, pırıl pırıldı…
Ses kayıt cihazımı kapatıp, Hatun Teyze’le vedalaştıktan sonra içimi sıcak ve anlaşılmaz bir duygunun kapladığını hissetim.
Bilirim her özlem bir yazdır yüreklerde, her yürek bir özlem; her dağ bir seher yelidir gönüllere, her çiçek bir sevgi, her sevgi bir ışıktır karanlıklara… Bir gün bağrıma basabilseydim özlediklerimi, susardım ve tek bir söz söylemezdim… Irmaklar konuşurdu benim yerime, rüzğarlar konuşurdu, bilge ve soylu kadınlar konuşurdu, ben konuşmazdım…
Nuri CAN
1980 Caferli Erzincan
YORUMLAR
Herkesin bir dağı vardır; bir de her müziğin notası olduğu gibi her insanın da bir hikayesi vardır; özlem-ayrılık-kavuşma ve en önemlisi terki diyar...
Yazar, şiirsel ve anısal olarak yazdığı bu gezi yazısı(seyatname) ile var olduğu yere gelmiştir.Özlem denen kavram onu yakmış ve yaktığıyla diyarına gelmiş; capcanlı bir anlatımla sohbet tadında ve güçlü tasvirleriyle Munzurun muhteşem havasını bize soluklatmıştır. Gür akan Munzur, dik ve asi dağlarıyla bize bir film izletir gibiydi.
Yazar, adeta sözcüklerle resim yapmıştır, görsel-anlatımla estetiksi bakış açısıyla Munzurun destansı özeliklerini ve özlem duygularıyla harmanlaştırdığı güzide bir çalışma olmuştur.
Düş okyanusu andıran MUNZUR:
"Munzur Vadisi Milli Parkı; Tunceli-Ovacık arasında uzanan bu vadi, Türkiye’nin en büyük milli parklarından biridir. 3300 metreye kadar yükselen Munzur Dağları, Mercan ve Munzur Suyu vadileri tarafından parçalanarak oluşmuştur. Akarsu kaynakları ve gözeler, endemik bitki türleri ve yöreye özgü hayvan türleri ile zenginleşen bitki örtüsü ve yaban hayvan varlığı ile çeşitli yaşamlara ev sahipliği yapmaktadır. Eşiz güzelliğie sahip bu vadide;
Munzur Suyu ve Mercan Deresinde bulunan yöreye özgü nadir alabalık türleri, çengel boynuzlu ve bezuvar adlarıyla bilinen iki tür dağ keçisi, av kuşlarından ur kekliği, kuş türleri arasında keklik, çil keklik, toy, mezgeldek, turna, bıldırcın, çulluk, üveyik, tahtalı ve kaya güvercinleri, bazı ördek türleri ve ender olarak da kazlar yabanıl yaşam içinde yer alır.
Munzur Dağlarının üzerinde 2000-3000 metrelik zirvelerde yer alan krater gölleri, Ovacık düzlüğünde kaynayan gözeler ve kanyonlar ile vadi boyunca dökülen şelaleler vardır."
Teekkürler hocam
sevgilerimle