- 651 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Bir Arkeologun Anıları-1
BİR ARKEOLOG’UN ANILARI-1
.
Mehmet Eroğlu’nun kitabı “Bir Arkeolog’un Anıları”. Mehmet Eroğlu. Arkeolog, müzeci, kültür adamı. Bir arkeolog olarak çeşitli müzelerde uzman ve müze müdürü olarak çalışmış. Aydın İl Kültür Müdürlüğü yapmış. Daha sonra Erzurum İl Kültür Müdürlüğü görevinde bulunmuş.
.
Mehmet Eroğlu, hayat yolunda verdiği mücadeleyi kaleme getirmiş kitabında. Bir anı roman veya otobiyografik uzun öykü diyebiliriz Bir Arkeolog’un Anıları’na.
Mehmet Eroğlu çektiği sıkıntıları, haksızlıkları ve ikiyüzlülüğün en çirkin yanlarını yazmış. Bu çirkinlik ve çirkefliklere karşı verdiği mücadeleyi anlatmış. Diyor ki Mehmet Eroğlu: “Bu hayatta çektiğim sıkıntılı yaşamımı kulağımı yüreğime dayayarak yazmaya çalıştım.” Geçmişin zulmünü, baskılarını ve ihanetini başkalarının çekmemesi dileğiyle sunmuş kitabını biz okuyuculara.
.
Kitap “Kayseri’nin bir dağ köyünde acılar içindeki anamın kaç yılını alarak doğmuşum. Dünyaya geldiğimde ailem pek sevinememiş. Çünkü o gün öğle namazında dedem ölüyor. İkindi vaktinde ben dünyaya geliyorum.” cümleleriyle başlıyor. Ölen dedesinin adı Molla Mehmet. Haliyle dedesinin adını koyuyorlar ona: “Ve öldü Molla Mehmet, yaşasın Molla Mehmet!..”
Mehmet Eroğlu, köyünün adını yazmamış da ben yazayım: Mehmet Eroğlu’nun köyü Kepiç. Kepiç, Felahiye’ye bağlı küçük bir yerleşim. Köyün adını neden açıkça yazmadığını bilmiyorum.
.
Uzun kış gecelerinde köy odaları pek şenlikli olurdu eskiden. Şimdi oda moda kalmadı. O köy odalarındaki yarenlik bir başkaydı. Mehmet Eroğlu bazı akşamlar köy odasına gider. Oda sohbetleri bir okul gibi. Güncel olaylar konuşulur, tartışılır ve yorumlanır bu odalarda. Böyle bir sohbet esnasında köylülerden biri:
-Öyle bir alet çıkacakmış ki İstanbul’da konuştuğun burda duyulacakmış, der. Bir başkası:
-Öyle bir alet çıkacakmış ki dünyanın öbür başında olan bir olay anında burada görülecekmiş.
Olurdu olmazdı. Adamı cezalandırırlar desteksiz atıyor diye. Cezası da “arabaşı.” Mehmet Eroğlu “arapaşı” demiş. Bunun Arap’la bir ilgisi yok. Bu bizim “ara aşı” veya “ara başı” dediğimiz yöresel bir yemek.
.
Bölüm başlıkları konulmuş ne güzel. Topal Gazi ilk bölüm başlığı. Söz uzayacak ama bu Topal Gazi’ye bir paragraf ayırmalıyım:
Topal Gazi, Konya’ya çalışmaya gider birkaç köylüsüyle birlikte. Çalışır, çabalar. Kârini koyar cebine. Köyüne dönecek. Biner trene. Uyur trende. Cebindeki parasını çaldırır. Eli boş dönmek istemez. Konya’ya geri gider. Ağasından borç ister. Ağa borç veremeyeceğini, isterse iş vereceğini söyler. Köyde karısı Döndü’nün ve çocuklarının gözü yollardadır. Nitekim Döndü hastalanıp ölür. Geride iki oğlu ögsüz kalır. Bunları da dayılarının yanına verirler. Karısının ölümünden iki ay sonra Topal Gazi gelir. Perli perişandır. Hali içler acısıdır.
Gençliğinde güreşirken pehlivan olan lakabı güreşirken ayağı kırılıp topal kaldığı için adı Topal Gazi’ye çıkmış. Çocuklarını evlatlık verirler. Bir süre sonra da Topal Gazi evlenir. Yeniden çocuk dizer.
.
Tam on sekiz bölüm başlığı var Topal Gazi gibi. Bunlardan biri de “İlkokul Öğretmenim”. Bu bölüme de ayrı bir paragraf, hatta birkaç paragraf açmalıyım:
Kepiç Köyü İlkokulu 1946’da açılır. Köye bir öğretmen gelir. Eğitim öğretim başlar. Zil çalarak ders başlıyor. Zil çalıyor, dinlenme, paydos… Yadırgıyor bunu köylüler:
-Tamam bizim köye okul değil, kilise yapmışlar. Bu ne? Kilisede çan çalar gibi zil çalıyorlar. Biz bunlara dur demeyecek miyiz?
Bazıları böyle düşünenleri sakinleştiriyor:
-Yok, bu her okulda var.
Bir gün düven sürerken kaçar küçük Mehmet. Okula gelir. Palas pandıras sınıfa girer. Öğretmen çıkışır:
-Ne ulan böyle ahıra girer gibi sınıfa girilir mi? Senin baban muhtar mı?
Öğrenciler gülüşür:
-Evet öğretmenim! Onun babası muhtar…derler. Çünkü köy muhtarının oğludur Mehmet. Sonrasını şöyle anlatır kendisi: “Öğretmen bana dönerek ‘Git şu arka sıraya otur’dedi. Ben arka sıraya giderken anam entarimin arkasına koyunların boğazına takılan zillerden bir tane de zil dikmiş. Ben yürüyünce zil ‘Din!.. Din!..’edince öğretmen beni yanına çağırarak: ‘Bu ne ulan! Sen davar mısın? Bu zil ne?’ diyerek zili kesti”
Okulda gazete çıkarırlar. Gazetenin adı “Yapı”. Yapı da Roma döneminden kalma bir anıt mezar. Yapı,Kepiç’in “güneybatısında”. Mehmet Eroğlu “ Köyümüzün kuzeybatısında” diyor. Yanlış hatırlıyor.
Bu öğretmen şikayet edilir. Alıp götürürler öğretmeni. Köye müddeiumum (savcı) gelir. Soruşturur. Mehmet Eroğlu’nun da ifadesi alınır. Sorgulamayı şöyle anlatır:
“-Söyle bakalım Mehmet… Öğretmeniniz Allah’tan bir kalem isteyin. Veriyor mu? Vermiyor. O zaman Allah yok dermiş. Doğru mu?
-Yok öyle bir şey. Bize böyle bir şey söylemedi.
-Peki size kominist diye bir şeyden bahsetti mi?
-Etmedi.
-Peki, Suriye’nin başşehri neresi?
-Şam
-Fransa’nın neresi?
-Paris.
-Rusya’nın başşehri neresi?
Soruyu bildiğim halde öğretmenime zarar gelir diye cevaplamadım.”
.
O öğretmen Nabi Çınar’dır. Çınar Öğretmen bir daha gelmez Kepiç’e. Yıllar sonra Mehmet Eroğlu’nun Ankara’da Dil Tarih Coğrafya Fakültesinde öğrenciyken ilkokul öğretmeni Nabi Çınar’la karşılaşması ve ağlaşarak birbirlerine sarılmaları öğretmen-öğrenci ilişkisindeki bir güzel tablodur.
.
Bir Arkeolog’un Anıları’na devam edeceğiz.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.