- 555 Okunma
- 0 Yorum
- 1 Beğeni
Yarımlık tamlığın delilidir
Şuradan başlayalım arkadaşım: Yarım, tamam olmanın yolunu bulamazsa, en azından yarımlığını unutarak gaflete dalmak ister. İnsan, varolmasını istemediği şeylerin sayısı arttıkça hayatında, hayatından kaçmak ister. Severek yaptığı yanlışları bile (derinlerde bir yerde ’yanlış’ olduklarını bildiği için) unutmak ister.
Yazmak bu açıdan bir kaçış yoludur. Herkesin ’hayali’ ile ’hakikati’ arasında bir mesafe vardır. Aşamaz. Üstelik aşamadığı tek mesafe bu da değildir. ’İnandığı’ ile ’yaşadığı’ arasında da bir mesafe vardır. Koşamaz. ’Eylemi’ ile ’söylemi’ arasında da bir mesafe vardır. Kaçamaz. ’Fıtratı’ ile ’alışkanlıkları’ arasında da bir mesafe vardır. Görmezden gelemez. Bütün bu mesafelerden yazı doğar. İnsan, bir duacık kadar olsun, ’düşledikleri’ ile ’yaşadıkları’ arasını bağlayamazsa (anlamlandıramazsa) yaşayamaz. En azından olabilecekleri bildiğini bildirmek ister. Farkındalığını ortaya koymak ister. Farkındalığını ortaya koymakla olabileceklerin varlığından mahrum kalmamayı ister. Yazı bu bildirim yollarından yalnızca birisidir. Belki en sonuncusudur. Bildirim yollarının sonuna gelindiğinde ise sıra inkâra gelir. İnkâr çaresizlerin yoludur.
Peki kime bildirmek ister? Elbette herşeyi değiştirebilecek birisine. Herşeye kudreti yeten birisine. Herşeyi yaratabilir birisine. Herşeyi işitebilir/bilebilir birisine. Hepsinden önemlisi: İyiliğine sınır çizilemeyen birisine. Neden? Belki şundan: İnsan doğuştan ihtiyaçlıdır. İhtiyaçlar ’sürekli kanayan yaralara’ veya ’hiç geçmeyen açlıklara’ benzerler. Ve yaralarımızın çokluğu böyle birisinin varlığına inanmamızı zorunlu kılar. Bu bir zaruret ilişkisidir. Bu varsa şu da vardır. Bu oluyorsa şu da olmalıdır. Boşluk varsa doldurmaya imkan da vardır.
Mesela: Eğer insan doğru olduğuna inandığı şeyleri tastamam yapamıyorsa veya yanlış olduğuna inandığı şeyleri de ister-istemez yapıyorsa mutlaka ’tevbe’ diye birşey de vardır. Veyahut: İnsan, kavuşmak istediği şeylerin bilgisine ve arzusuna sahipse, fakat onlara ulaşabilecek imkana sahip değilse, ’dua’ diye birşey de vardır. Bunlar, yani dinin bize öğrettiği güzel şeyler, aslında hayatımızdaki boşlukları doldurmak için en uygun seçimlerdir. Tıpkı bir bulmacayı tamamlamak için boş kalan yere yazılacak harf gibi.
Böyle olduğunu bize en çok fiziksel âlem öğretiyor. ’Açlık’ diye birşeyin varlığı ’rızık’ diye birşeyin varlığına işaret ediyor. Nerede bir ’yoksunluk’ görüyoruz o yoksunluğun ’doygunluğunun’ da yaratıldığını görüyoruz. Susayan canlıların yaşadığı yerde mutlaka su da oluyor. Veya karbondioksitle solunum yapan canlıların yaşadığı atmosferde karbondioksit de bulunuyor. Canlılık, varolduğu her yerde, içinde varolduğu şartların bir sonucu olarak şekilleniyor. Bu, dışımızda istisnasız hep böyle iken, içimizde kuralların bambaşka olduğunu bize düşündüren ne? Hiç.
İçimizde de benzeri bir mekanizma işliyor. Âşık olma kabiliyetinin varlığını hissetmemiz (ki aşk da bir tür açlıktır) âşık olunacak şeylerin farkındalığını tetikliyor. Yani şöyle birşey hiç olmuyor arkadaşım: İnsan hiç haberdar olmadığı birşeyi dışarıda görünce ona ihtiyaç oluşturmuyor. Veya şöyle söyleyelim: Böylesi ihtiyaçlar ’gerçekten ihtiyaç’ olmuyor. ("Aaa! Baksana! Su diye birşey var! Bundan sonra susamaya ne dersin Ayten? Hatta öyle ihtiyaç duyalım ki içmezsek ölelim." Böyle bir sahne yaşanmıyor.) Gerçek ihtiyaçlar zevkî değil varlıksal/vücudî oluyorlar. Onların yokluğunda varlığımız eksik kalıyor. Yokoluşa gidiyor. Kanıyor. Tıpkı bir Allah’a iman etmediğimizde varlığımızın yarım kalması gibi.
Evet. Ben böyle düşünüyorum. İman etmeyen insan birçok açıdan yarım kalır. Bir kere hayatını altmış-yetmiş yıllık bir ömre sınırlamakla koskocaman yarım kalır. Dara düştüğünde dua edecek kimsesi olmamakla büsbüyük yarım kalır. Yanlış birşey yaptığında tevbe edememekle yarımlar yarımı kalır. Başına bir musibet geldiğinde ’onun da bir hikmeti olduğunu’ düşünüp teselli olamamakla yarım kalır. Yani ancak Esmaü’l-Hüsna sahibi bir Allah’a iman etmekle elde edilebilecek şifalardan mahrum kalmakla tamlığını yitirmiş olur. Şifasızlık yarımlıktır. Karşılığında ne alır peki? Karşılığında aldığı şey ’ancak herşey tıkırında giderken işine yarayacak’ bir günahkâr hürriyettir. Onun da uykusu çok hafiftir. En küçük bir hayalkırıklığında uykusundan sıçrayıverir. Mutluluğa bir kesik atar. Arkadaşım, demem o ki, Allah’ın varolduğunu biz biraz da yarım kalan yanlarımızdan biliyoruz. Çünkü yarımlık tamlığın delilidir.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.