- 468 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Ancak yaşadığına inanmayanlar ölümden korkarlar
Her insanın kendisi hakkında "Buna ne oluyor?" dediği zamanlar oluyor. Benim de oldu. İçimde birikenlerin artık üzerlerindeki tasannudan kabuğun taşıyamayacağı kadar ağırlaştığını gördüm. Tıkabasalaştım. Kendim kalamadım. Kendimi izledim. Ve o gün yer haberlerimi söyledi. Zerre miktar varlığımı ıskalamadan söyledi. İyiliğimi de söyledi. Kötülüğümü de söyledi.
Ben onu nasıl beslemişsem, yani onu nasıl ’ben’ etmişsem, onu bana söyledi. Hiçbir detayı saklamadan söyledi. Bir depremde oluverdi herşey. İçim, dışımın ona yaptığı tüm dayatmaları/baskıları, tek seferde yanlışladı. Tek seferde kustu. Tek seferde dışladı. Kendisine vahyolunan hakikate beni çağırdı.
A şaşkın. Neden şaşırdın? Ben de topraktan değil miyim? O halde Zilzâl sûresinin anlattığı hakikate bir köşesinden ben de dahilim. Ben de dehşetle sarsılıyorum. Ben de ağırlıklarımı dışarı çıkarıyorum. Ben de "Buna ne oluyor?" diyorum. Olanlara şaşırıyorum. Zaaflarıma şaşırıyorum. Kendime şaşırıyorum. En sıkı tuttuğum yerlerimden parçalanıyorum. İrademe aşkın şekilde konuşuyor o zaman duygularım, bedenim, latifelerim. Başka bir yerden ikinci bir emir gelmiş gibi. Ben onu engellemek isterken başka bir benle savaşıyorum. Onun sözü benden baskın çıkıyor. Sanki o an, ayet-i kerimede haber verildiği gibi, bir yüce divana çıkarılıyorum. Yaptığım işler bana gösteriliyor. Sınanıyorum.
"Ne yaptın sen? Hayır. Demagoji yapma. Hakikati söyle. Bütün düzmece meşrulaştırmalarını aşmış/yutmaz bir şekilde: Ne yaptın sen? Cevap ver..."
İmtihan nedir? İmtihan aslını ancak orada gördüğün aynadır. "Kimsin?" sorusunun gerçek cevabıdır. İşte sen de aslını orada görüyorsun. Kendinden bile sakladığın yaraları seyrediyorsun. Mesela: İçinde mi tuttun? Öyle hissettiğin halde böyle mi söyledin? Bu tutmalar yanlış mıydı? Tutulmayacak zamanda mı tuttun? Tutulmayacak şekilde mi tuttun? Tutmaman gereken yerlerde de mi tuttun? İşte, deprem zamanı geldiğinde, senin toprağın sana bu yanlışını hatırlatıyor. Bardağı taşıran son damlaların önceki damlalardan besleniyor.
Kuvvet alıyor. Birikiyor. Taşması yaklaşıyor. Kaçınamıyorsun. Sakınamıyorsun. Sarsıntın turnusolun oluyor. Tıpkı altı-üstü farklı bir kabın sallanarak karıştırılması gibi. Altının üst edilmesi gibi. Ve arkadaşım, sen bana bakma, neyi depremin sayıyorsan onu koy buraya. Yazımı onunla anla. Kolaylık olsun diye yalnız şu kadar derim: Kırıldığın her yerde bir depremin olmuştur. Çünkü insan da, tıpkı toprağından yaratıldığı dünya gibi, fayhatlarından kırılır.
Sen kendine onu nasıl anlattıysan anlattın. Tamam. Nasıl atlattıysan atlattın. Tamam. Ne şekilde meşrulaştırdıysan meşrulaştırdın. Onunla birarada yaşamayı başardın. Tamam. Fakat yalanların gücü de bir yere kadar. Yalanların gücü depremlere yetmiyor. Onun zamanı geldiğinde hilkatinin toprağı sırrını kusuyor. Enerjisini boşaltıyor. Basıncını azaltıyor. Tıpkı bir depremde dışarı taşan şeyler gibi, sendeki seni, asl-ı seni, sakladığın seni ortaya koyuyor. Tıpkı Kızıldeniz üzerine kapanırken Firavun’un Musa’nın (a.s.) Rabbine iman etmesi gibi. O zamana kadar söylediği yalanları unutması gibi.
Zilzâl sûresi büyük kıyametten haber veriyor. Fakat biz bu kanunun fertlerine küçük küçük kendi hayatlarımızda da sahip değil miyiz? Öyle ya! İnsan şu kainata bir misal-i musağğardır. Orada her ne oluyorsa bir nümunesi şu özetinde de vardır. Âfâk ile enfüs ancak burasından bağlanır. Bu bir tevhid iktizasıdır. O yüzden derim ki: Depresyonun da bunun bir türüdür bence. Psikolojik sarsıntıların bir türüdür. Üzerine kapanan hüznün bir türüdür. Delirmek bir türüdür. İnsanın arzdan yaratılmış içi, sakladığı aslını, bazı bazı gelen sarsılmalar ve kusmalarla dışına haber verir. Sanki der:
"Yanlışlar yaptın. Beni de yanlış şekillerde besledin. Bu yanlışlar öyle kalmadı. Büyüdü. Çünkü nihayetinde sen de topraktın. Ve toprak kendisine ekileni büyütücüdür. İçine attığın şeyler, işte zamanı geldi, dışarı çıkıyor. Çünkü bu toprak artık bu basıncı kaldıramıyor. Şimdi deprem zamanı. Depreminin zamanı. Zerre kadarı olsun ıskalanmadan, iyiliğini de, kötülüğünü de göreceksin. Hangi yanını besledinse onu büyüteceksin. Hangi tohumu ektinse o yeşerecek."
Dedim ya: Benim de kendime bakıp "Buna ne oluyor?" dediğim zamanlar oldu. Üzerlerinden zaman geçince farkettim: Ona olanları aslında ben biriktirmiştim. Varlıksallığa/hayra dönüştürdüğüm her anım içimdeki basıncı azaltmıştı. Şerrini/yokluksallığını aşamadığım herşey de bir kıyamet büyütmüştü. Nasıl ki bir gün, evrenin kıyametini, insanın dünyaya verdiği kötülükler getirebilir, öyle geri dönülmez şekilde bu dünyanın düzenini bozabilir, yıkabilir. Aynen öyle de, sen de ve ben de, eğer dikkat etmezsek içimizin düzenini bozabiliriz. Kendi kıyametimizi çağırabiliriz.
En nihayet sözüm o ki arkadaşım: Depremden korunmak istiyorsan, evinin duvarlarına cila çekerek avunma, sağlamlaştır. Nasıl olacak bu? Sütunlar üzerine çalışarak elbette. ’Sen’ binasının sütunları ise hayatındaki ’şey’lere verdiğin anlamlardır. Ancak doğru şekilde anlamlandırdığın şeyler depremlerinde ayakta kalırlar. Çünkü insan, ancak doğruluğuna iman ettiği şeylerin arkasında cesaretle, dirayetle ve sadakatle durur/durucudur. Yani demek istiyorum ki arkadaşım: İnanılacak bir hayat yaşa ki, sarsıldığında kaçma, arkasında dur. Ancak yaşadığına inanmayanlar ölümden korkarlar.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.