- 503 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Mektup
MEKTUP
Tecrübeli yazar postadan çıkan mektupları dikkatle okurken kahvesini yudumluyor, bir yandan da o gün yapacaklarını düşünerek yavaş yavaş masadaki not defterine notlar alıyordu. Yavaş hareketlerle bunu yaparken o zaman hayatında var olmanın, değerli olmanın, okunulan faydalanılan ve her şeyden önce de “dua alan yazar” olmanın gururunu yaşıyordu.
Mektuplar içinde çok güzel el yazısı ile yazılmış bir mektup dikkatini çekti. Aynen şunlar yazıyordu:
Selamlar Hocam.
Nihayet öğretmen oldum. Ne kadar mutlu ve huzurluyum. Tahmin edemezsin. Bu mutluluk anlatılmaz, yaşanır. Bu heyecanın hiç biteceğini de sanmıyorum.
Hocam, bunda sizin çok büyük payınız var” yazar burada durdu. Heyecanlanmıştı. Nasıl bir payı vardı merak ediyordu. Kahveden bir yudum daha aldı. Poğaçadan bir dilim ısırdı. Heyecanlı okurun, heyecanlı yazarı olur” diye mırıldandı. Mektubu okumaya kaldığı yerden devam etti.
Hocam ben daha birinci sınıfta iken kafam karmakarışıktı. Bir bayan olarak hocalarımı arkadaşlarımı anlamakta zorlanıyordum. Çünkü ilk defa ailemden uzak kalıyordum. Duyguluydum, sevdiklerime bağlıydım. Bir gün hocamızın biri derste dedi ki “çocuklar sizinle bir yazar dostumu tanıştıracağım. Hiç kursa gitmeden sadece okulları ciddi tamamlayan, ama durmadan okuyan insan okumak ne demek. okuduğunu uygulayan bir insan. Haftaya getireyim mi derse? Dediği zaman tüm sınıf istisnasız parmak kaldırarak “getirin hocam” dediler.
Yazar biraz düşündü o kadar okul gezmişti ki hatırlayamadı. Hatırladığı sadece konuşmaya davet ettikleri zaman tüm kalbi ve samimiyeti ile çantasını en sevdiği kitaplardan dergilerden ve kalemlerden doldurarak konferansa gitmesi, konuşmasından sonra en güzel soru soranlara bunları dağıtmasıydı.
“sevdiğiniz şeyleri kardeşlerinizle paylaşmadıkça hakiki kemale eremezsiniz” dememiş miydi Yaradan ayet mealinde. Kahvede kalan son yudumu içip suyunu da peşinden içince daha huzur buldu yazar, okumaya devam etti.
Hocam o gün elinizde çantayla geldiniz. Kocaman bir çantanız vardı. Sanki yazar değil koca çantası ile hayat kurtarmaya giden bir kadın-doğum uzmanı gibiydiniz. Doktor değildiniz, ama gerçekten hayat kurtardınız bence. Benim hayatımı”
Yazar burada düşündü. “hayat kurtaran yazar” cümlesini okudu. Okur gerçekten yazarın kitabını okuyunca onun sözünü dinleyip uygulayınca hayat kurtarır mıydı? Düşündü?
Kendisi de lisede başarısız bir öğrenci iken “oku” emrine, ipine sıkıca bağlanarak uçurumdan kurtulan insanlar gibi hayata tutunmamış mıydı?
Ayette “siz hatalarınızda ısrar etmezseniz günahlarınız bile sevaba dönüşür” mealinde ayet yok muydu yani.
Okumaya devam etti.
Hocam 4 yıllık okul hayatımda o ilde dinlediğim en etkili ders oldu konferansınız. Okumanın önemini, özgüveni, ön yargıyı yıkmayı o kadar güzel anlattınız ki, ben o gün başka bir öğrenci oldum. Verdiğiniz dergi sizin konuşmalarınızı destekleyen, onları genişçe açıklayan yazılarla doluydu. O dergiyi üç kere okuyup, her sayısını da takip ettim. Bana ilaç gibi geldi. Halen de okuyorum. Öğrencilerime okutacağım. Bana güzel soru sorduğum için hediye ettiğiniz kitabı ben okudum, arkadaşlarım ailem okudu. Sakladım şimdi köy okulunda kitaba aç öğrencilerim okuyor. Maaşımı alınca her öğrencime evlerinde kitaplık kurmaları için kitaplar hediye edeceğim. Hocam siz bir mum yaktınız. Önümü kalbimi, beynimi aydınlattınız. Bende bu minikleri aydınlatacağım. Aydınlanan aydınlatmaz da ne yapar hocam?
Yazar düşündü, başka öğretmenler 3-4 yıl öğrencinin dersine giriyordu, öğrencide iz bırak mı yordu da, hatta olumsuz izler bırakıyordu da kendisinin bir konferansından etkilenerek okuyan, öğrenen ve öğreten öğretmenler oluyordu. İçinden, “Eşim, çocuklarım akrabalarım, komşularım, iş arkadaşlarım, çabalarımı görmese de görmek istemese de bu mektup bana gösterdi ki, doğru yoldayım” dedi.
Okumaya devam etti:
“Hocam, o gün ben aydınlandım, sizi gittiğim her okulda konuşma yapmaya davet edeceğim. Hele öğretmenliğe alışayım, çevremi tanıyayım. Çevremi tanımakta acele etmiyorum, acele tanınan bir çevre yanlış tanınan bir çevre olur. İnsana zarar verir. Bunu siz konferansınız da anlattınız.
Yazar mutfağa geçti. Kahvesini tazeledi. Kahvaltı da yeterince doymuştu. Ama asıl doyan ruhu olmuştu. Aklı olmuştu, “Acele tanınan çevre, yanlış tanınan çevredir” tabirini demek seneler önce anlatmıştı. Ama tez canlı olması duygulu olması, herkesi hemen sevmesine sebep oluyordu. Tabi ki bu özelliği çevreyi hemen tanıdığı anlamına gelmezdi.
Yazar odasına dönüp koltuğa oturdu. Kahvesinden bir yudum aldı. Okurundan gelen bu mektup belli ki bir edebiyatçı titizliği ile düşüne düşüne uzun zaman da bir “vefa” borcu olarak yazılmıştı. Okuru öğretmen samimice yazmıştı. Amacı öğretmene teşekkür etmekti ama yazara doping etkisi yapan her satırı derin dersler veren her satırından romanlar, hikayeler yazılacak kadar bir kaynak olmuştu yazara.
“Demek verdiğimiz her konferans, söylediğimiz her güzel söz bize ödül olarak dönüyor” dedi içinden. Konferanslarına daha dikkatli hazırlanmaya, söylediği sözlere daha dikkatli bakmaya karar verdi.
Mektubun son satırı şöyleydi,
“Hocam, evlenirsem çocuğum erkek olursa sizin adınızı koyacağım ve okumaya sizin çocuk kitaplarınızla başlatacağım O’nu. Öğrencilerime de aynı özeni göstereceğim. Size mutluluklar diliyorum”
Yazar kendini daha rahat daha mutlu hissetti. İçinden “işte mutluluk budur” dedi. Dalgınlıktan kurtulup başını mektuptan kaldırınca hanımı ona bakıyordu. “Gene sesli düşündün beyim” dedi.
Yazar baktı hanımına, anlatsam mı? Anlatmasam mı? Diye
Anlatmadı. Okurun içtenliği içten ona geçmişti. Başkaları ile bu mutluluğu paylaşmak istemedi. Eşi ile bile olsa.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.