- 10051 Okunma
- 7 Yorum
- 0 Beğeni
SEYYİD AZİZ MAHMUD HÜDÂYÎ HAZRETLERİ
İslâm etkisinde gelişen Türk edebiyatı, bilindiği üzre üç kola ayrılır. Tekke edebiyatı da bu üç koldan biridir. Divan şiiri ile halk şiiri arasında köprü vazîfesi gören ürünleri ihtivâ eden Tekke edebiyatı, umûmiyetle Allah’ın varlığı ve birliği, tasavvufta mevcûd olan ‘vahdet-i vücut’ anlayışı, Allah aşkı ve peygamber sevgisi üzerine yazılmış olan şiirlerden teşekkül eder. Anadolu sahâsında Tekke edebiyatının ihtivâ ettiği ürünlere vücûd veren birçok şair yetişmiştir. Bu şairler aynı zamanda kalp gözleri açık, kemâle ermiş olan Allah dostları yani velîlerdir. Bu mübârek zâtlardan biri de 1543-1628 yılları arasında yaşamış olan Seyyid Aziz Mahmûd Hüdâyî Hazretleridir.
Şereflikoçhisar’da doğan Aziz Mahmûd Hüdâyî’nin doğum târihi kimi kaynaklarda 1541; kimi kaynaklarda ise 1543 şeklindedir. Hüdâyî Hazretleri’nin şeyhi olan Bursalı Muhyiddin Üftâde Hazretleri’nin sohbetlerinde tuttuğu notlardan teşekkül eden Vâkı’at adlı eserde geçen bir konuşmada, hicrî 987 yılında Üftâde’nin sorduğu bir soruya karşılık verdiği cevapta 37 yaşında olduğunu belirten Hüdâyî Hazretleri’nin, bu bilgiler netîcesinde milâdî 1543 yılında doğduğu ihtimâli ağır basar. İlk tahsiline bugünkü Eskişehir ili sınırları içerisinde olan Sivrihisar’da başladı. Küçükayasofya medresesinde ilim tahsil eden veli hazretleri, tâlimi ve terbiyesi tamamlandıktan sonra Nâzırzâde Ramazan Efendi’nin muîdi oldu. İleriki yıllarda Mısır ve Şam’a kadı ta’yin edilen Nâzırzâde Ramazan Efendi’nin yanından bir süre ayrılmadı ve onunla Mısır’a gitti. 1573 yılında, Mısır’dan dönüşünde, Bursa Ferhâdiye Medresesi’ne müderris ve Câmi-i Atîk Mahkemesi’ne nâib ta’yin edilen Aziz Mahmûd Hüdâyî, talebelik yıllarından itibâren tasavvufla yakından ilgilendi.
Bursa’da kadılık yaptığı bir dönemde, henüz intisâb etmediği Üftâde Hazretleri’nin sevenlerinden fakir bir zât vardı. Hacca gitmek arzusuyla yanıp tutuşan bu fakir kişi, bir gün zevcesine içinde bulunduğu yılın Hac mevsiminde Hacca gidemezse onu üç talak ile boşamış olacağını söyledi. Hac mevsimi yaklaştı ve bu zât söylediği sözden pişmanlık duydu. Elinden bir şey gelmiyordu. Bu zor durumdan kurtulmak içün Üftâde Hazretleri’nin huzûruna gitti. Ağlayarak merâmını anlattı. Üftâde Hazretleri de onu Eskici Mehmet Dede Efendi’ye nakletti ve onun yardım edeceğini söyledi. Bir Allah dostu olan Eskici Mehmet Dede, Allah’ın izni ve inâyetiyle bir kerâmet gösterdi ve bir anda o fakir zât ile Mekke’ye gitti. Gittiklerinde arefe günüydü. İhram giyip Arafat’a çıktılar ve orada Bursalı hacılarla görüştüler. Fakir zât, aldığı hediyelerin bir kısmını Bursa’ya götürmeleri içün onlara emânet etti. Vedalaştılar ve bir anda tekrar Bursa’ya gittiler. Birkaç gündür Bursa’da bulunmayan fakir zât karısının kapısına vardığında zevcesi ona şartını hatırlatarak boşanmış vaziyette olduğunu söyledi ve kocasının da Hacca gittiğine inanmayarak onu genç bir kadı olan Aziz Mahmûd Hüdâyî’ye şikâyet etti. Durumu arz etti ve nikâhsız birlikteliğin haram olması hasebiyle bir an önce nikâhlarının feshedilmesini istedi. Fakir zât da durumu kadıya izâh etti ve şâhid olarak da Eskici Mehmet Dede’yle Bursalı hacıları gösterdi. Kadı bu olanlar karşısında şaşkına dönünce Mehmet Dede de ona “Şeytan, Allah’ın düşmanı olduğu halde, bir anda dünyanın bir ucundan öteki ucuna gittiği kabul edilir de, bir velînin bir anda Ka’be’ye gitmesi niçin kabûl edilmez?” dedi. Kadı da hayretler içerisinde kalarak mahkemeyi diğer hacıların gelmesi ve onların da şâhidliğini duymak içün erteledi. Zaman sonra onlardan da olumlu bir cevap alınca fakir zâtın zevcesinin nikâhını feshettirme talebini reddetti. Aziz Mahmûd Hüdâyî , yaşadığı bu garip hâdiseler üzerine Eskici Mehmet Dede’ye talebe olmak istedi. Lakîn Eskici Mehmet Dede ona; “Nasibiniz bizden değil; Üftâde’dendir . Onun huzûruna giderek müracaatınızı bildirin.” dedi. Atını hazırlatan ve sırmalı kaftanı giyip sarığını takan Aziz Mahmûd Hüdâyî, Üftâde’ye gitmek içün yola koyuldu ve onu eski bir hırka giymiş vaziyette çapa vururken buldu. Talebelik arzusunu dile getirdi ve ona intisâb etti. Kadılığı bırakan Hüdâyî Hazretleri, Üftâde Hazretleri’nin isteği üzerine başında sarık üzerinde de sırmalı cübbe ile ciğercilik yapmaya başladı. Bir zamanlar kadılık yaptığı Bursa’da ciğer satan bu Allah’ın muhabbetini kazanmış ulu şahsiyet, kendisini alaya alan ahâliye hiç aldırış etmeden kibri ve gururu ile mücâdeleye başladı. Kendisine verilen bu görevi yerine getirmede muvaffak oldu ve nefsini köreltmede bir nebze yol aldı. Üftâde Hazretleri de ikinci görev olarak ona, dergâhın helâsını temizleme vazifesini verdi. Zamanla nefsini terbiye etti ve diğer arkadaşlarından daha muvaffak olması hâsebiyle Üftâde Hazretleri’nin dikkatini çekti. Üç yıl sonra icâbet aldı. Zamanla Üftâde Hazretleri’nin en gözde talebesi oldu.
Hocasının yanından hiç ayrılmayan Hüdâyi Hazretleri, Üftâde Hazretlerine daima yakın oldu ve onun abdest suyunun hazırlanmasına kadar birçok işini gördü. Bir keresinde sabah namazı için kalktığında namaz vaktinin bir hayli yaklaştığını fark etti ve şeyhinin abdest suyunu ısıtmak için yatağından fırladı. Fakat vakit çok dardı ve yetiştiremedi.Üzüntüsünden su güğümüne ağlamaklı bir vaziyette sarıldı. Üftâde Hazretleri de abdest almak için geldiği vakit mahcup bir şekilde eline su dökmeye başladı. Allah’ın izni ve inâyetiyle su ısınmıştı. Suyun odda ısınmadığını ve aşk ateşiyle ısındığını anlayan Üftâde Hazretleri, onun kalb gözünün açıldığına ve terbiyesinin tamamlandığına kanaat getirdi. Abdest aldıktan sonra ise Üftâde Hazretleri Aziz Mahmûd Hüdâyî’ye; “Artık sen ve ben Bursa’ya çok geliyoruz Mahmut Efendi. Bu şehir ikimizi birden kaldırmaz.” diyerek onu, halkı irşâd içün farklı mekânlara yolladı. Hakk’ın rahmetine kavuşacağı son anlarında ona; “Arkanda padişahlar yürüsün.” şeklinde hayır dua etti. Üftâde’ye halîfe olan Hüdâyi Hazretleri, sayısız keramet gösterdi. Çiçeklerin zikrini duyan, kış ayında şeyhinin isteği üzerine bir sepet taze üzüm bulan Aziz Mahmûd Hüdâyî Hazretleri, dönemin pâdişâhı Sultan I. Ahmed Hazretleri’nin saygısını ve muhabbetini kazandı. Çok sayıda müridi oldu. Aziz Mahmûd Hüdâyi Hazretleri, bir gün Sultan Ahmed’in “Hocam, buyurun siz atıma binin; ben arkanızdan geleyim.” demesi üzerine mahcup bir şekilde Sultan I. Ahmed’in atına bindi ve bir süre at üzerinde kendileri arkada Sultan Ahmed yürüdükten sonra tekrar indi ve Sultan Ahmed’e “ Hünkârım, bu arzunuzu cennetmekân şeyhimin duasının kabul olması için yerine getirdim.” dedi.
Osmanlı mimârîsinin en ihtişamlı yapıtlarından biri olan Sultan Ahmed Camii, Sultan Ahmed tarafından yaptırıldığı ve açılışa hazır olduğu vakit Sultan Ahmed Hazretleri, Aziz Mahmûd Hüdâyi Hazretleri’ni de açılışa dâvet etmişti. Üsküdar’da oturan Velî Hazretleri, gemilerin seyredilemeyeceği kadar fırtınanın mevcûd olduğu o gün, sırf pâdişâhına verdiği sözü tutmak içün gitmek üzre bir kayığa bindi ve Eminönü’ne varıncaya kadar deniz sakinleşti. İndikten Sonra tekrar kabardı. Sultan Ahmed Camii’nde Pâdişâhın isteği üzerine her ayın ilk pazartesi günü vaaz verdi.
Eserleri Türkçe ve Arapça olmak üzre iki dilde yazılmıştır. Heceyi ve aruzu kullanmıştır. Şiirlerinde Yûnus Emre te’sîri mevcuddur. Lâkin bu te’sîr şekille sınırlıdır. Şair, zamanına göre sâde bir Türkçe kullanmıştır. Aruzla yazdığı şiirlerinde bir hayli mevcûd olan imâle ve zihaflar dolayısıyla daha çok hece veznine meyilli olduğu anlaşılır. Umûmiyetle gazel, murabba ve muhammes türünde eserler vermiştir.
Edebiyat ve ilâhiyat alanında İslâm’a ve Türk kültürüne hizmet etmiş olan cennetmekân Seyyid Aziz Mahmûd Hüdâyî Hazretleri’nin nüshalarının bir hayli fazla olması hasebiyle, onun halk tarafından çok sevilen bir velî ve şair olduğunu söyleyebiliriz.
“N’ola eylersen Hüdâyî’ye nazar
Ceddim ü pîrimsin Ey Kan-ı Ata” beytinden Peygamber Efendimiz Hz.Muhammed Mustafâ’nın soyundan geldiği anlaşılan Aziz Mahmûd Hüdâyi Hazretleri sağlığında yedi padişah görmüştür. 1628 yılında ebediyete intikâl ederek Hakk’ın rahmetne kavuşmuştur. Türbesini, ömründe bir kez olsun ziyâret eden kişilere “Denizde boğulmasınlar, âhir ömürlerinde fakirlik çekmesinler, imanlarını kurtarmadıkça gitmesinler…” şeklinde dua etmiştir. Çalışmama, onun şu güzel mısralarıyla nihâyet vermek istiyorum:
“İşin gücün dâim yalan
Çok kişiden arta kalan
Nice kere boşaluben
Dolan dünya değil misün?”
Kaynaklar: İslam Alimleri Ansiklopedisi
İslam Ansiklopedisi( Diyanet Vakfı Yayınları)
Seyyid Aziz Mahmûd Hüdâyî (Seminer Çalışması) Mustafa SAĞDIÇ
Türk Halk Edebiyatı El Kitabı( Akçağ Yayınları) Abdurrahman GÜZEL, Ali TORUN
Mustafâ KILIÇBAY
YORUMLAR
Aziz Mahmud Hazretlerine hanım olmak kolay değildir. Zira mübarek elindekini avucundakini dağıtır ve fukara gibi yaşar. Kadıncağız hamiledir ama karnını bile doyuramaz. Ev rutubetli ve soğuktur, dahası ne yemek yağı vardır, ne kandilin yağı. Bir gün kadının gırtlağına gelir. “Yetti gayri!” der, “sen tut Bursa Kadılığı gibi bir makamı bırak, malını mülkünü ona, buna dağıt. Sonra köleler gibi sürün. Bebeğimizi saracak çaputumuz bile yok. Yaptığın iş mi yani?” Aziz Mahmud Hüdayi sesini çıkarmaz, sadece mânâlı mânâlı güler. İşte tam o sıra kapı çalınır. Sarayağaları altın dolu torbaları eşiğe bırakırlar. “Sultanımız Efendimiz, ellerinizden öpüyorlar” derler, “Hadiseler aynen tabirinizdeki gibi gelişti. Lütfen, bunları kabul edin, sevindirin bizi!” Hanımı mahçup ve pişmandır. Eh, o altınlar da geldiği gibi gider tabii, anında bulur yerini. Üsküdar garibi bol semttir, fukara bol bol sebeblenir.
Bilgilenmemize vesile olan bu değerli zatı tanımak ve hakkıyla ,yadedebilmek çok zor.
Bu değerli tasavvuf büyüğümüzü yadederken ,emeği geçenlerin yüreği varolsun.
selam ve saygıyla.