- 964 Okunma
- 2 Yorum
- 2 Beğeni
PSİKOLOJİK ZIRVALIKLAR/ Ekrem SAYGI
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Siz hiç bunalım çıkmazına girdiniz mi? Eğer girdiyseniz beni anlarsınız...
Her insanın hikayesi vardır. Kimi; hikayelerini anlatır yazar çizer, kimileri de, kendisiyle birlikte mezara götürür. Ben; zaman buldukça yaşadığım olumlu ve ya olumsuz bütün hikayelerimi kayıt altına alır, bu hiyelerin kimseye faydası olmasa da yazıyorum işte. Okusanızda olur, okumasınızda.
Manisa’ da bundan birkaç yıl öncesinden yaşamıştım bu olayı. Daha yeni gelmiş sayılırdım. Ne çevrem de merhaba diyecek birileri vardı, ne de tanıdığım her hangi birileri. Ciddi bir yalnızlık duygusu içersinde geçiyordu günlerim. O sokak senin bu sokak benim serseri, serseri dolsşıyordum. Tek dostum kitaplarım ve yanımdan ayırmadığım fotoğraf makinamdı. Derinlerimden gelen bir yalnızlık duygusuydu bu. Sürekli içime atıyor ve içimde kötü duygular oluşturuyodu bu yalnızlığım. Bazen kin ve nefrete dönüşüyor hiç bir şeyin tadını alamıyordum. Ölü bir ceset gibiydim.
2015 yılı bır yaz günü yine böyle bunalımlı bir günde; Manisa-Magnezya Alışveriş Merkezinde dolaştıktan sonra, bir kafede dinlenirken; gün boyu kendime fazlaca yüklenmiş olmalıyım ki; önce gözlerim karardı, sora beynimin derinliklerinden 4.6 şiddetinde deprem olurcasına bütün vücudum türbülansa geçti. Oturduğum sandalyeden eğilircesine sadece yere düştüğümü hatırlıyorum. Beni hayata bağlayan ipler kopmuştu sanki. Yere düştüğüm an kendime gelsem de. Kafe’ de oturan insanlar bir anda etrafımı çevirdiler. Beni kalp krizi geçiriyor sanmışlar ki; acilen taksi çağırıp, iyiyim desem de hastaneye gitmek zorunda kaldım.
Burası Manisa Devlet hastanesi idi. Araçtan indim ve doğruca hastanenin hasta kayıt bölümüne giderek ve kendimi bildiğim için, psikiyatri bölümünden sıramı aldım. Yalnız her şeyi kafamda kurguluyordum, doktora her şeyi anlatıp yatmalıydım bu hastanede.
Bir zaman sonra hemşirenin anonsu ile doktorun odasına girdim. Hala hastanede yatmak vardı içimde. Karşımda duran genç bir doktorla göz göze geldim. Bu bir psikiyatristi. Oturduğu yerden “ Geçmiş olsun, neyin var anlat bakalım” Hani her doktorlar sorar ya neyin var, işte aynen öyle. Yaşadığım olayı yukarıda yazdığım gibi aynen anlattım. Ben anlatırken arada bir gülümsüyor, gözlerini kaçırıyordu benden. Benim ağzım açılmıştı durur mu hiç. Yalnız bir şeye takılmıştı doktor; “4.6” dedi gülümseyerek ve devamla; “4.6 nın ortasından noktayı kaldırırsan 46 olur. 46 sende bir şey çağrıştırıyor mu?” Kendimi ve yaşadıklarımı uzun, uzun anlattım. Sonra; duygularımı uysallaştıran ses tonuyla “Ne yapalım şimdi” sorusuna karşılık hemen cevapla; hastanede yatmak istediği mi söyledim. Doktor önce sustu ve ardından yüzüme baktı, güldü. Bu gülme, belli etmesem beni sinirlendirmişti. Sonra; “Tamam anladıkda seni yatıracak yerimiz yok ki, hem sen hastanede yatacak kadar hasta da değilsin” senin yatacak yerin yok der gibi bana izahatlarda bulunuyor ve iyi olduğumu söylüyordu. Israrım üzerine dedi ki; “Madem ki yatmayı düşünüyorsun seni Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesine sevk edelim” Kabul ettim. Bana bir doktor ismi yazarak ona muayene olmamı istedi.
Hastaneden ayrıldım. Bir araca binerek Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesine gittim. Hastane o kadar kalabalıktı ki; bütün Manisa oradaydı sanki. Burası deliler hastanesi idi. Bu arada deliler ile ilgili anlatılan bir hikayeden söz etmeden geçmeyelim isterseniz. Manisa’ dan tuttuğunu getirin gibi…
“1960 Yıllarda Elazığ Akıl Hastanesinden deliler kaçar. Elazığ’ın cadde ve sokaklarına dağılırlar. 423 deli kaçmıştır hastaneden. O zamanın önlü Doktor olan Mehmet bey, hastanenin baş hekimidir. Görevliler ona ne yapalım diye sorarlar. Mehmet bey, o yüksek zekasının kendisine verdiği güvenle; bana bir düdük verin ve arkama yapışarak gelin. Doktor önde ve birkaç personel arkasında tirencilik oynayarak Elazığ sokaklarında dolaşırlar. Sokaklara dağılan bütün deliler bu kuyruğa girer vagon olurlar. Hastaneden kaçan 423 deli vardı ya; Fakat 612 kişi olarak hastaneye dönerler”
Akıl Hastanesi hasta kayıt bölümünden sıramı aldım. Kalabalıktı ve uzun bir süre beklemem gerekiyordu. Bu arada zamanı fırsat bilerek hastanenin bahçesine geçtim. Genişçe bir alan, çay ocağı 8-10 masa, bahçenin sağı solu çitlerle çevrili ve bu çitler 1-2-3 diye numaralanmış biçimdedir. Biraz dolaştıktan sonra boş olan bir masanın yanında bulanan sandalyeye oturdum. Bir zaman sonra oturduğum masanın etrafı orada başı boş gezinen insanlar tarafından doluverdi. Hoş geldin abi, sende mi hastasın abi, yoksa hastan mı var abi… abiler çoğaldıkça çoğaldı. Benim gibi kafasını yarım yamalak yiyenlerin içinde en çok da öğretmenler vardı. Kimi batıdan gelmiş, kimileri de doğudan. Her birilerinin yanında refakatçileri vardı. Herkese çay söyledim ve muhabbet öyle sarmıştı ki; birden bende onlardan biri oluverdim.
Uzun muhabbetten sonra muayene sıramın geldiğini düşünerek ve herkesle teker teker vedalaşarak ayrıldım. Deli olmak güzel şey vesselam.
Beni muayene edecek doktorun kapısına geldiğimde; sırada birkaç kişi vardı. Bir süre sonra ismimin okunmasıyla doktorun odasına girdim. Beni gönderen doktorun selamını iletiyormuş gibi elimdeki isminin yazılı olduğu kağıdı kendisine verdim. Doktor aldığı kağıdı masasının bir köşesine koyarak bana döndü ve o da, diğerleri gibi “Neyin var diyerek” başladı. Gün içinde yaşadığım olayı, bunalımda olduğumu, dinlenmeye ve tedavi’ ye ihtiyacım olduğunu ve hastanede yatmak istediği mi söyledim. Doktor dikkatlice yüzüme bakarak, o, da diğerleri gibi “Sen sağlamsın hasta değilsin ki, seni burada yatırmamız mümkün değil. Eğer az bir aklın kaldığını düşünüyorsan burada hepsini kaybedersin. İşte o zaman seni burada uzun süre misafir edebiliriz.” dedi. Ardından; “ Eğer istersen seni Tıp Fakültesine sevk edebilirim” dedi. Memnuniyetle kabul ettim.
Elimde yazılı bir raporla, bir araca binerek Hafsa Sultan Hastanesi Tıp Fakültesinin yolunu tuttum. Fakülteden içeri girdiğimde, muayene olacağım psikiyatri servisine vardım. Bana bir ay sonrasına gün verebileceklerini ve ya ücretli muayene olabileceğimi ve ücretin de 100Tl olduğunu söylediler. Hemen kabul ettim. Bir asansöre binerek üçüncü kata çıktık. Beni doktorun odasına aldılar ve beklememi söylediler.
Zaman sonra 60-65 yaşlarında bir doktor geldi ve bana geçmiş olsun dedikten sonra; o da “Anlat bakalım diye başladı” sanki duruşmadaydım. Nerden başlayayım doktor, dedim. “Her şeyi her şeyi anlat. Hatta çocukluğundan başla” dedi. Bende çocukluğumdan başlarsam benim hikayem bitmez ki doktor dedim. Lafı ikileyerek, biter, biter sen anlat ben dinlerim” dedi. Başladım anlatmaya…
Doktor önce elindeki kalemi parmaklarının arasında eviriyor çeviriyor, arada birde bana bakıyordu. Aradan epey zaman geçmişti ki; beni dinleyen doktor eli kulağa vermiş, gözleri bir açılıp, bir kapanıyordu. Daha anlatayım mı doktor dedim. Epey zaman geçmişti ki; hem kendine ve de bana çay söyledi. Çaylarımızı yudumlarken “ Ne yapalım yatıralım mı seni” dedi. Ben dünden razıydım yatmaya ve hemen kabul ettim. Hemen hemşireyi çağırarak yatış işlemlerimin yapılmasını söyledi ve beni hemşireye teslim etti.
Beraberinde yürüdüğüm hemşire, büyükçe bir demir kapının ziline bastı kapı açıldı ve içeri girdik. Büyükçe bir bankın arkasında duran hemşireler soğuk yüzlerle karşıladı beni. Kayıt işlemlerinden sonra önce çantamı aldılar. Sonra kesici alet bıçak, sigara çakmak ne varsa… İşlemler bittikten sonra numaralı yatağımı ve odamı gösterdiler. Her şey tamamdı ve bir günün sonunda emelime ulaşmıştım.
Önce yatağıma uzandım. Bir süre sonra sıkıldım kalktım. Koridorda dolaşırken; bir tarafta bayanlar, bir tarafta erkekler, bağıranlar, çağıranlar, ağlayanlar, kontrol edilmek için kolları bacakları sıkıca tutulanlar, yardım isteyenler, kendince oynayıp zıplayanlar bilinçli bilinçsiz hastalar… ne yaptım ben dedim kendi kendime, fakat artık iş işten geçmişti. Allah’ ım nereye attım ben kendi mi diye söylensem de; artık buradan çıkış çok zordu. Ailenden biri olmayınca kesinlikle dışarı çıkamıyorsun buradan dediler. Doktorlar istemese de gönüllü olarak gelmiştim buraya. Hastaneye yattığımdan ailemin dahi haberi yoktu. İlk akşam elimden alınan telefonumu ısrarım üzerine ailemi arayacağımı söyleyerek aldım. Eşimi aradım, kendilerine hastane de olduğumu ve merak etmemelerini söyledim. Böylece hastaneye hapsettim kendimi.
Artık hastanede şizofren bir hasta idim. Burada sabah yedi de kalkarsın. Yarım yamalak bir kahvaltı ve sonra ilaç zamanı gelir. Sıradan çağrılırsınız. Sıra sana geldiğinde; hemşire isminin yazdığı ilaç kutusunu açar ve içinden ilacı çıkarır sana verir. Eline önceden ilacı içmek için su dolu plastik bardağı verirler. Önce hemşireler nezaretinde sana verilen ilacı ağzına atar, sonra suyu içmeni söylerler. Bundan sonra sana ağzını açtırırlar ve ilacı yutup yutmadığını kontrol ederler. Koridorda üç beş tane koltuk vardır, eğer kaparsan senindir, kapamazsan koridorda dolanır durursun.
Dokuz gibi günaydın toplantısı başlar, aynen filmlerdeki gibi. Bu saatlerde telefon etmek isteyenleri telefonlar beş dakikalığına ve sigara içmek isteyenlere bir dal sigara verilir ve saat 11 gibi eğer varsa etkinlikler başlar. Müzik, resim, bayanlara elişi gibi…12 gibi yemekler yenir. Akşam 6- 7 gibi akşam yemeği ve ardından yine ilaçlar.
Dört gün geçmişti ve ben busefer gerçekten delirmek üzereydim. Gönüllü olarak buraya gelsem de, gönüllü olarak çıkmak mümkün değildi. Seni buradan ancak aile fertlerinden birine teslim edilerek bırakıyorlardı. Çıkmak istiyordum fakat beni kontrol eden asistanların söylemelerine göra en az 10 gün geçmeliymiş.
Burada geçirdiğim en güzel an, alkol bağımlısı olduğu ve bundan kurtulmak için gelen şiir sever bir insanın arada bir el kol hareketleri eşliğinde ara sıra tekrar ettiği, İsakovski’nin “Siktir git İsakovski” şiirine eklemeler ve birazda kendinden, kendine küfüler katarak tekrarlaması idi. Bu şiirin tamamı şöyledir.
Siktir git İsakovvski
Ölüm’ü küçük gören, yaşa’mı küçük gören, günlerine tüküren halini de al git.
Siktir git İsakovski
……..m senide… daha iyi bir dünya düşlerini de.
Herzamanki gibi içine sıçtın bu şiirin de
Siktir git İsakovski
Çocuklar asla okumayacak yazdığın bu boktan şeyleri.
Çok şükür ki yüksek makamlarda başkaları var akılları başlarında
Siktir git İsakovski
…..m seni de, senin gibleride
Siz yüzüne tükürürken yalancıların ve küçük burjovaların.
Biz bölünerek çoğalırız ve kopyalanırız
Siktir git İsakovski
…..m seni de, sana benzeyen herkeside
Boyunun ölçüsünü alıp ikiye katlayacağız ilk fırsatta
Bizden değilsen şimdi, düşmanımızsın her zaman ve sonsuza dek
Siktir git İsakovski, yine mi sen….
4 Gün olmuştu buraya gireli ve dörncü günün akşamında eşimi aradım. Saat 5 civarıydı sanırım. Kızım geldi ve bana gülerek ve kendisne imzalatılan formu imzaladı ve izinli olarak hastaneyi terk ettim.
Bir gün sonra geri dönecektim ya; tövbe daha kim gider. Fakat birkaç gün sonra eczaneye ilaç almak için gittim. Hastanede yatıyor gözüktüğümü ve ilaç vermeyeceklerini söylediler. Bir gün sonra hastaneye giderek çıkışımı yaptırdım.
Herkesin iyi veya kötü mutlaka anıları vardır. Bu yazılanların kimseye faydası olmasa da, ben anılarımı zaman zaman aklıma geldikçe yazıyorum. Beni sevenlerle paylaşmada da hiçbir mahsur görmüyorum.
Sağlıcakla kalınız.
Ekrem SAYGI
Manisa
YORUMLAR
Bizim tımarhane forumuna buyurun. İlaç yok.baskı yok. İstediğin zaman giriş yap. İstediğinde çık.😊
Guzeldi yazınız. Bazen anlaşılmamayı anlamak sorunu çozebilir..
Ekrem SAYGI
Hocam yüreğiniz dert görnesin.O kadar güzel bir anınızı paylaşmışınız ki.Üstelik hiç kaygı duymadan.Bakın ben de deliyim.Eğer delilik buysa.Ama bir düdüğün peşinden de yürümeyiz ve yürümedik.
Yav ömrünüz çok olsun.Belli duyarlı insansınız ve hep böyle kalın.Manisa insanları gibi güzel Şehirdir.İyi bilirim..
Sağlıcakla kalın.