- 372 Okunma
- 0 Yorum
- 1 Beğeni
Düştüğümüz çok belli
Ne yalan söyleyeyim. Kıvırmazsak düştüğümüz çok belli. Zevkperestliğimizden belli. Telaşımızdan belli. Huzursuzluğumuzdan belli. Değişkenliğimizden belli. Tedirginliğimizden belli. Anlarla hayatta kalmaya çalışıyoruz. Daha doğrusu: "Anlara tutunmaya çalışıyoruz."
Düşmüyor olsaydık tutunduğumuz değişmezdi. Düşmemenin bir delili de tutunduğumuzun aynı kalmasıdır. Kur’an’ın tabiriyle ’sapasağlam bir kulp’ veya ’kopmaz bir halat’ olmasıdır. Fakat bizde öyle değil. Bizim bir sonraki anda depresyona girmememizin tek garantisi orada düşlediğimiz bir lezzet. Bir haz. Bir kibrit alevi kurtarıyor(!) bizi peşimizdeki karanlıktan. Orada yeni bir çılgınlık yapabileceksek ertesi güne çıkabileceğimize inanıyoruz. Bu kadar el değişikliği düştüğümüzün en büyük delili değil midir? Tutunduklarımız hep değişiyor!
Düşerken de böyle olmaz mı? Düşerken her tutunduğun elinde kalır. Kopar gelir. Düşer gelir. Düşüşüne katılır. Belki ağırlığını da arttırır. Korkuyla elini tekrar duvara atarsın. Başka birşeyi daha tutarsın. Bir an sürer umudun. Sonra o da elinde kalır. Biraz daha aşağıya kayarsın. Birşey daha tutarsın. Sonra o da...
İşte, anlara tutkun yaşarken biz de bu haldeyiz, kalmak telaşındayız. İçten içe bir düşüşe maruz kaldığımızın farkındayız. Bu kaçınılmaz gidişi engellemek için çakıllara tutunuyoruz. "Dün gece çok eğlendim!" Sahi mi? Peki dünden ne kaldı elinde? Eğlencesinin ne kadarını yanında getirebildin? Hiç mi? Yok canım! Hatta daha mı kötü? Bir de elemlerimi geldi seninle? Yani tattığın her mutluluk ardında kalmakla acıya mı dönüştü? Ayrıldığın arkadaşlar hasretin mi oldu? Vah, vah, vah. Bu işte bir terslik olduğunu düşündürmüyor mu şu halin? Ne? Çaren mi var? Nasıl? Demek bu akşam başka bir partiye gideceksin. Ah, şahane, şahane! Ne büyük çözüm. Yarına çıkmayı başaracaksın demek ki. Ne mutlu sana.
Düşmenin çaresi bu değil. Karanlık peşimizi böyle bırakmaz. Bizim tutununca elimizden hiç çıkmayacak umutlara ihtiyacımız var. Anla beraber gitmeyeceklere. Sapasağlam inançlara, amaçlara ve uğrunda yaşanılacak şeylere. Kalmayanlar huzur vermiyor. Bütün yarınlara yetmeli hedeflerimiz.
Her anımızı partiye çevirmeli. Öyle ya! Uğrunda yaşanılacak birşey kalmadığında anlarda yaşanacak hazlara kalıyoruz. Haz dediğin nedir? Hiçten biraz öncesidir. Hiç sönmeyen bir güneşe yüzümüzü dönmediğimizde ateşböceklerine kalıyor aydınlığımız. Hiç sönmeyen bir ateşi bulamayınca Kibritçi Kız gibi küçük alevlerle teselli oluyoruz. Anlamı lezzette arıyoruz. Halbuki tersi olmalıydı. Anlamak lezzet vermeliydi.
Neden şikayetçiyim şu durumdan? Belki şundan: Birincisinde yaşarken lezzet alıyorduk. İkincisinde lezzet almak için yaşıyoruz. Yaşarken lezzet almamız gerektiğinin bilgisi, bir tuhaf demogojiyle, ancak lezzet alınınca yaşanmış olacağına doğru sürüklüyor ayaklarımızı. Eskiden böyle değildi. Eskiden sahiden yaşardın. Yaşamak için yapman gereken şeyler vardı. Yapardın. Yaparken lezzet de alırdın. Yaşamın ’eylenmesi gerekenleri eylemekle’ lezzetlenirdi. Şimdi işler değişti. Lezzet almak için birşeyler yapıyorsun. Eğleniyorsun. Bunun için yaşıyorsun. Eylediklerinin gayrısı katlanış.
Bir aradan çıkarış. İhlas ise ancak ’şeyleri lezzetleri için eylemeyenler’de görülecek birşeydir. Birşeyin lezzetinden geçmeden onda devamlı olamazsınız. Hatta bir ölçüde çilesine de müptela olmalısınız. Yahut da şöyle söylemeli: Doğru amacın ardında bir ömür gitmenin vereceği ruhî lezzeti seçip bedenin anlık hazlarını aşabilmelisiniz. Böyle lezzetleriniz varsa ancak hayata tutunabilirsiniz. Gerisi tutunmak değil düşmek. Yemek değil tatmak. Tadı için yapılanlar bizi mecnun eder. Koşturur. Yorar. Hem terkedişiyle de incitir. Kırar. Yaralar.
Fakat ’eylediğimiz için lezzet aldığımız’ şeyleri bulduğumuzda, yani amaç hazzın önüne geçtiğinde, işte o zaman elimizden kaymayan birşeyleri tutmuş oluruz. Çünkü amaçlar lezzetler gibi geçip gitmez. Uyandığımızda yine hayatımızda olur. Bir hafta sonra yine olur. Bir yıl sonra yine olur.
İslam’ın zinayı yasaklayıp nikahı emretmesinde bu sırrı da okuyabilirsin arkadaşım. Daha başka şeylere de bu pencereden bakabilirsin. Allah bize kopup gelen taşları tutmayı alışkanlık edinmememizi öğütlüyor. Hayatta neye tutunursan tutun, yanında kalsın, kalanlara tutun, yüzü ahirete baksın. Çünkü tıpkı buyurduğu gibidir: "Herşey yokolup gidicidir, Ona bakan yüzü müstesna."
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.