- 736 Okunma
- 0 Yorum
- 1 Beğeni
KIŞ-1
KIŞ-1
Kalem eline dolaşır mı insanın? Peki, neden kelimeler boğazına düğümlenir.Kelimeler boğazımda düğüm, elime dolanan bir kalemle yazmaya çalışıyorum. Ne zaman “kış” dese dilim, ben hep o günleri yaşıyorum.
Soğuk tren raylarına konmuş serçelere taş atıyorum yanlarından geçerken. Olur ya trenin altında kalırlar diye, oysa ürkek serçeler daha taş havadayken kalkıyorlar peşpeşe havaya, nereye konacak diye takip ediyorum. Bir süre sonra gözden kayboluyorlar.
Eve geç kaldım, birazdan seyreyle sen evdeki curcunayı, üstüm başım berbat, ayakkabılarım ıslak bir de onları kurutma derdi çıktı.
Şimdi çocukluğumun en acı günlerinin geçtiği o iki odalı taş evi bulamıyorum. Adresin doğru olduğundan eminim fakat evin yerinde yeller esiyor. Ne bitişiğindeki at arabacı Göçmen Muharrem amcanın evi ne de müştemilatına eğreti kondurulmuş Tablacı Rıfat amcanın saç barakası. Hatta trende sucuk ekmek satan Gazi abinin evini de göremiyorum. Belli ki peş peşe göçmüşler, ya da el birliğiyle yıkmışlar.
Anahtarımı çıkarıyorum tam kapıyı açacakken kapı içeriden açılıyor “ Nerede kaldın bu saate kadar, o üstünün başının hali ne? “ , “ Düştüm, ondan üstüm kirlendi”, “ Öyle mi? ya ayağındaki ayakkabıların hâli ne öyle, o da mı düşünce oldu? “ Susuyorum, ya da susmayı tercih ediyorum. Cevap vermek içimden gelmiyor.
Sahi evin karşısında bu hangarlarda nereden çıktı? Onlar da yeni yapılmış. Seramik Fabrikası için yapıldığını söylüyorlar. Oysa bizim oturduğumuz taş evin önünden geçen rayların biraz gerisinde; kırmızı renkli, taş örmesi, çocuk boyumu aşan, sekiz on vagon uzunluğunda rampa vardı. Rampanın daha gerisinde de hayvan ağılları. Bordo renkli, ahşap yük vagonlarına buradan indirme bindirme yapılırdı. Onları da göremedim. Şimdi rayların her iki tarafı tellerle çevrilmiş. Beyaz zemin üzerine mavi renk iri puntolarla yazılmış RAYLAR ÜZERİNDE GEZMEK TEHLİKELİDİR yazısı, insanın gözünün içine sokarcasına tel örgü üzerinde asılmış.
Islak ayakkabılarımın içindeki ayaklarım içeri adım atmaktan ziyade sanki dışarıya kayıyor. Evet, bunu hissediyorum. Kaçmak istiyorum bir yerlere, kimsenin bilmediği, tanımadığı bir yere bu yer neresi olursa olsun umurumda değil. Boğuluyorum, göremediğim bir el sanki boğazımı var gücüyle sıkıyor. Kim bilir şimdi onlar sıcacık odalarında nasıl da mutlu.
Tel örgü üzerindeki uyarı levhasına iri puntolarla yazılmış mavi renkli yazı geliyor gözümün önüne RAYLAR ÜZERİNDE GEZMEK TEHLİKELİDİR.
Islak ayakkabılarımın bağını çözmeden geri çıkıyorum taş evden. Raylara, tren yoluna koşuyorum. Ne tel örgü ne de uyarı levhası var. Elimi vurunca hissediyorum rayların buz gibi soğukluğunu, zavallı serçeler kim bilir ne kadar üşümüştür diye düşünüyorum.
İki soğuk rayın arasında yürüyorum. Hacı Ahmet Cami-inde akşam ezanı okunuyor. Ezan bitiyor ben hâlâ yürüyorum. Nereye gidiyorum bilmiyorum. Duruyorum, düşünüyorum. Şimdi onlar sıcak, büyük salonlarda akşam yemeğine oturdu biliyorum. Hava soğuk, gün boyu yüzünü göstermeyen güneşin akşam ezanıyla battığını tahmin ediyorum. Tekrar soğuk taş eve dönmeye karar veriyorum. Yarın tatilin ikinci günü kim bilir belki arkadaşım bize gelir.
İki odalı taş evin oturma odası sıcak, uyanıyorum. Gece yatakta hıçkırarak ağladığımı hatırlıyorum. Beni duymuş mudur acaba? Üzerimdeki yorganı atıyorum bir kenara, akşamdan yanan sobanın yanına koyduğum botlarımın kuruduğunu elimle yokladığımda anlıyorum. Yanmakta olan sobanın üzerinde yeni demlenmiş çayın kokusunu alıyorum. Evde yalnızım. Hazırladığım kahvaltıyı zoraki yapıyorum.
Sahi bütün bu insanlar nereye gitti? Muharrem abi’yi hatırlıyorum. Ben de bir gün onun gibi İstanbul’a gidecek miyim? At arabacı, Göçmen Muharrem amcanın oğlu. Onun adı da Muharrem. Sonra Muharrem amca’nın hasta eşi Emine teyze ve sabahları verdiği o tatlı çörekler aklıma geliyor. Tablacı Rıfat amcayı da göremedim her zaman durduğu caddenin başında. Sahi onun aksi karısı Arzu teyze. Hâlâ romatizmaları azıyor mu soğuk havalarda?
Evden çıkmadan yaylı somyadaki yorganımı düzeltiyorum, etrafı toplayıp temizliyorum. Saat: 10.45 Kurumuş botlarımı sobanı yanından alıp odadan acele ile kendimi dışarı atıyorum. Taş evden ayrılıp tren yolunu çıkıyorum. Her zaman ki gibi yine iki ray arasındaki ahşap traversler üzerine basarak yürüyorum. Kanal üzerindeki demir köprüyü geçip, gri boyalı 222.Kısım Şefliği önünden tren garına geliyorum. Tren garının en çok bekleme salonu seviyorum. Kışın her saat sıcak oluyor. Kapıyı açıp içeri giriyorum. Dışarıya taşan sigara dumanı ile birlikte kekremsi sıcak hava genzimi yakıyor.
Fotoğraf makinem ile kanal üzerindeki demir köprüyü fotoğrafladığım sırada görevlinin “ Beyefendi burada fotoğraf çekemezsiniz” sözü ile kendime geliyorum. Şahsa dönüp “ Ben gerekli yerden izin aldım, isterseniz istasyon şefliğinden öğrenebilirsiniz” diyorum. Görevli anlaşıldı babından başını sallıyor sonra da “ İyi ama bu fotoğraf ne işe yarayacak, bir değeri olacağını sanmıyorum” diyor. “ Beyefendi benim bu köprü ile ilgili anım var, sizin için değeri olmaya bilir ama benim için çok önemli” diyorum, görevli yanımdan uzaklaşıyor. Ben birkaç poz fotoğraf daha çekiyorum.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.