- 878 Okunma
- 0 Yorum
- 1 Beğeni
Ömer Seyfettin Eserlerini Nasıl Yazardı?
Ömer Seyfettin, Türk edebiyatının önde gelen isimlerinden biriydi,sade bir dille yazdığı hikâyeleri çok sayıda okuyucu tarafından beğeni ile okunmuştur. Bir taraftan Batı edebiyat ve kültürüyle de yakından ilgilenmiş;bir taraftan da Türkçülük akımının da en önemli savunucusu olmuştur.
Ömer Seyfettin, hikâyelerini Genç Kalemler ve Türk Yurdu dergilerinde yayımlamıştır. 140 kadar hikâyesi vardır. Hikâyelerinde çok sade bir dil kullanmıştır. Günlük konuşma dilini kullanmıştır.
28 Şubat 1884 tarihinde Gönen’de doğdu. Öğrenimine Gönen’de başlayan Ömer Seyfettin, Ayancık’ta ve annesiyle birlikte geldiği İstanbul’da Aksaray’daki Mekteb-i Osmaniye’ye devam etti. Eyüp’teki Baytar Rüşdiyesi’ni bitirip asker çocuğu olduğu için Kuleli Askeri İdadi’sine yazıldı (1893). Bir müddet sonra da Edirne Askeri İdadisi’ne naklolarak öğrenimini burada tamamladı. Daha sonra İstanbul’da Mekteb-i Harbiye’ye gelen Ömer Seyfettin, piyade mülâzımı sânisi rütbesiyle buradan mezun oldu.
İzmir’de Teğmen (1903-1910), daha sonra da üsteğmen olarak Rumeli’de görev yaptı (1908-1910). Askerlik’ten ayrılıp Selanik’e gelerek, Genç Kalemler Dergisi’nde yazmaya başladı. Balkan Savaşı’nda tekrar subay olarak orduya döndü. Yunanlılar’ın elinde bir yıl kadar esir kaldı. Esareti sırasında da öykü yazamaya devam ederek bunları Halka Doğru, Türk Yurdu ve Zakâ dergilerinde yayımladı. İstanbul’a dönünce ordudan ikinci kez ayrılıp, ölümüne kadar Kabataş Lisesi edebiyat öğretmenliği yapan Ömer Seyfettin, 6 Mart 1920 tarihinde İstanbul’da öldü.
Eserleri:
Hikâye: Falaka, Yüksek Ökçeler, Kızıl Elma, Bomba, Beyaz Lale, Gizli Mabet, Bahar ve Kelebekler, Yalnız Efe, Kaşağı, İlk Düşen Ak, Pembe İncili Kaftan, Harem, Yüzakı, Kurumuş Ağaçlar, Aşk Dalgası…
Roman: Efruz Bey, Yalnız Efe (uzun öykü), Ashab-ı Kehfimiz (“içtimai roman” adını vermiştir)
Şiir: Şiirler (Doğduğum Yer)
Oyun: Mahçupluk İmtihanı
Ömer Seyfettin’in eserlerini nasıl yazdığına dair bilgilenmek için onun 17 Aralık 1917 tarihli Günlüğüne bakalım:
Dünden beri yağan kar, her tarafı bembeyaz yaptı. O kadar soğuk ki… Küçük odamı ısıtamıyorum. Ellerim üşüyor. Yazı yazmak canım istemiyor. Ayaklarım gürüldeyen sobaya dayalı, koltuğumda uzanıyorum… Bundan da sıkılıyorum. İşte bir hafta var ki biraz fazla sinirliyim. İçimde on beş senedir çırpınan bir ümit, bir hırs yine canlanıyor!... Kalbimin hızlı çarptığını, kanın damarlarımda hızla dolaştığını duyuyorum.
-Boş oturmamalıyım!
Sağdaki kütüphanenin raflarında birkaç tane yarım kalmış roman, düzeltilecek hikâye var. Zihnimde plânını hazırladığım romana başlasam diyorum…
Bu romanın bütün kişileri hayalimde hazır… Ama yazmak için hani o içerden gelen şevk (istek) eksik. Yarım saat kadar boş sayfanın karşısında düşünüyorum. Pencereye çarpan rüzgârı, sobadaki odunların gürüldemesini, komşunun bahçesinde tavuğun gıdıkladığını duyuyorum.
İçimden bir ses diyor ki:
-Şevkin yok… Sakın yazmaya başlama. Eserin fena olur.
-Ya ne yapayım?
-Biraz otur, dinlen.
-Yorgun değilim ki…
-Öyleyse oku!...
Ah, ben bu sesi tanıyorum! Bu, tembelliğimin sesidir. Okumanın tadını benim kadar duyan yoktur sanırım. Sıcak bir odada koltuğa yaslanıp eğlenceli, meraklı bir romanı okumak… İçinde en keskin heyecanları, en sıcak gözyaşlarını saklayan şiirleri sakin sakin, gülümseyerek gözden geçirmek!...
ÖMER SEYFETTİN
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.