- 1085 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
SAHRA
Kafamı kaldırdım, baktım saat bire geliyordu. Fizik tedavi randevum gelmişti... Kitabımı, gözlüğümü alıp asansöre yöneldim.
Zemin kat asansör kapısının önü hafif kalabalıktı. Çoğu insanın kafası yukarda, asansörün katlar arası haraketini izliyordu. Sanki oraya bakınca, daha hızlı gelecek mi ? diye düşünmeden edemedim.
Üç bayan ve üç küçük kız çocuğu gözüme takıldı. Biri 50 diğer ikisi 40 yaş civarındaydı bayanların.. 50 yaşındaki bayanın kucağında, mimikleri ve bakışları boş bir kız çocuğu vardı. Perdenin gerisinden boşluğa bakıyor gibiydi... 10 yaş civarı duran bir kız çocuğu annesinin eteğine sarılmıştı... Ara sıra mahzun ve masum bakışlar atıyordu bana.. Simsiyah, hafif dalgalı saçları, simsiyah kaşlarıve simsiyah badem gözleri vardı.. O çocuksu masumiyet, bir fotoğraf karesi gibiydi... Tepeye palmiye ağacı gibi toplanan saçları ayrı bir hava vermişti... İki de bir hem annesinin eteğini çekiyor, hemde mırıldanıyordu...
Anne oralı olmasa da, “ dur kızım, yapma kızım” diye çocuğu oyalıyordu. Yine de küçük kız eteği çekmekten geri kalmıyordu. Mücadeleci bir çocuk belli azimle savaşına devam ediyordu.. En sonunda pes eden kadın ellerindeki çocuğu yanındaki, diğer bayana verdi. Yaramaz kızı koltuklarının altından kavrayıp hızla kucağına aldı.
“Rahat ettin mi şimdi” diyerek bağrına bastı... O badem gözleri ana kucağında daha da canlandı... Zafer kazanmış komutan edası vardı artık bakışlarında... Bakışlarımız çarpışınca, gamzeleri ortaya çıkaran bir gülümsemeyle anasına yumuldu...
– Bu benim son çocuğum.. Herkes torunun mu diye soruyor. Çok tatlı.. İyi ki doğurmuşsun. Ama kucağımdan inmiyor. Başkası olunca çok kıskanıyor.
Anne bunları anlatırken şefkat dolu ellerini çocuğun saçlarında dolaştırıyordu. Kaç yaşında doğrumuştu acaba? Torunundan bile küçüktü bence... Kadıncağız esmer tenini, yüz hatlarını, kaş yapısını çocuğuna aktarmıştı... 1.70 boylarında, hafif topluca olan kadıncağız çocuğuyla bütünleşmişti.
Yine başlar yukarda , bakışlar kat numaralarında... Derken asansöre bindik... Baktım 6. kata bastılar. Demek ki onlarda Fizik tedaviye gidiyorlardı..
Diğer çocuğa takıldı yine bakışlarım.. Perdenin arkasından bakıyordu halen.. Gözlerini kısıyor zaman zaman, kaşlarını çatıyordu.. Annesine döndüm;
– Gözlerindeki rahatsızlık nedir?
– Kaza geçirdi. Şimdi görmüyor..
O boş bakışların sebebi belli olmuştu. Badem gözlü asansör yukarı çıktıkça umutlanıyor, etrafı cinlikle seyrediyor, biriylede göz göze gelince de hemen anasına yumuluyor.
Diğer çocuk kulaklarıyla ortamı tarıyor. Göz kapalı ve kaş hareketleriyle duygulanımını anlatıyor. Düşünce dalgalarını okumaya başlamıştım ki, asansör altınca kata geldi.. Hep beraber indik..
Sekreter hanımın parmakları bilgisayarın klavyesine uzanırken TC numaramı verdim. Avuç içini okuttum.
- Hocam siz içeri geçin ben kartınızı getiririm..
Büyükçe bir kapıdan girdim. Sağlı-sollu tedavi kabinleri olan, ortada altı tane L koltuk, karşılıklı iki masa olan bir salondu burası.. Kabinler tahta paravanlarla bölünmüştü.. Ön taraflarında parmak krem rengi perdeler vardı.. Perdesi açık olan kabine bakınca, içerde özel yapım çekmeceli bir muayene masası, bir etejer, askılık mevcuttu..
Giriş sağ masada oturan görevli kızımız önünde yığılmış kağıtlara birşeyler yazıyordu.. Beni görünce;
- Şebnem hanım Ahmet Bey geldi diye seslendi...
L koltuklarda oturan bazı insanlar meraklı bakışlarla beni süzdüler.. Elleri plastik leğenin içindeydi.. Naylon poşetlere sarılmıştı.. Sıcak-soğuk uygulaması yapıyorlardı...
Kabinin birinden gür ve otoriter bir ses yankılandı;
- 6. kabine alın, 20 dakika parafinle başlayın...
Sanki bezlenmiş bebek gibi parafin getirildi; Beyaz havlu allta, üstünde uçuk pembe sert naylon, onun üstünde ise parafine batırılmış pembe havlu.. Hasta masasının üzerine bunlar kondu.. Parefin halen çok sıcaktı... Havlunun iki kulağından tutup silkeledikçe, yılanvari hareketler meydana geliyordu. O hareketlerin rüzgarıyla parafin soğudu, el yakmayacak hale geldi...
Elimi parafinli havlunun ortasına koydum, güzelce sardılar sıcacıktı... Hatta biraz fazlalığı bile vardı... Onun üzerine naylon, onun üzerinede diğer havlu sarıldı.. Açıkta bırakılan havlunun ucuda kıvrıldı.. Artık elim fırındaydı.. El bileğimdeki hareket kısıtlılığı için yapılıyordu tüm bunlar..
- Ahmet beyin parafini sarıldı.
- Tamam.
Parafinle başbaşa kaldım.. Zamanın erimesini beklerken küçük kızın boş gözlerini, mimiksiz, solmuş simasını düşündüm.. Gözlerimi kapadım, onun hissettikleri neydi.. Onu yakalamaya çalışıyordum..
Kulaklarım kabardı. Keskinleşti.. Etraftaki uğultuların içindeki konuşmaları duymaya başladım.. Hafif açık kalan krem perdeyi sıkı sıkıya kapattım...
Kulağım tamamıyla ortama uyum sağlamıştı. Artık sesler, seslerin ne anlatmak istediği, sesteki duygu yüklerini tamamıyla ayırt edebiliyordum...
Ağlayan bir kız çocuğunun feryadı geliyor zaman zaman canının yandığı belli..
- Sus iğneyle geleceğim yoksa...
Hükmedici bir bayan sesi.. Tersi oldu tabii. Çocuk susacağına daha çok bağırmaya başladı, içini çeke çeke ağlamaya başladı.. “ herşeyi susturabilirsin, çocukları asla” sözü bir defa daha doğru olduğunu ispatlamıştı...
- Dilek ben sana kaç defa söyleyeceğim, eldivenleri çıkart...
Tatlı sert, otoriter, bir ses tonu.. Sempatik, sevecen geliyor kulağa..
Normal bir ses tonuyla;
- Bir dakika sonra Sahra çıkacak..
Birden, tekrar o kız çocuğunun siması, tüm çıplaklığıyla gözlerimin önünde canladı.. Demek adı Sahra’ymış. Adınıda öğrenmiş oldum..
Sahra demek... Sahraya düşmüştü çocukcağız.. Güneşi, kaktüsleri varmıydı o Sahra’nın.. Gördüğü günlerden bir manzara, bir sima asılı kalmışmıydı beyin hücrelerinde? Konuşamamıştım. Tanışamamıştım daha...
Tedaviye yenik düşmüş bir horultu sesi düşünce dünyama hançer gibi saplandı.. Bütün duygularımı alt üst etti. Biteceği yok o horultunun, derken onbeş-yirmi dakika sonra kesildi..
Sahra’nında sesi kesilmişti. Demek ki rahattı kızcağız.. Tedaviside bitmiş olabilirdi.. - Dilek, Barış beyin kaşesini götür, sonrada getir cümlesiyle sessizlik bozuldu.. Bu arada başka bir hastanın öksürüğü başladı. Mırıltılar.. Konuşmalar.. Sanki yeni bir senfoni besteleniyordu değişik seslerle..
– Osman geldi, parafin sarın- bana haber verin.. Osman kabine alındı.. Kibar çocuktu belli, hatır sormaya başladı..
– Nasılsın abla?
– İyilik, sağlık, sen nasılsın?
– Nolsun abla, çalışıyoruz..
Sesinde yorgunluğun, bıkkınlığın izlerini taşıyordu.. Sonra yine bir sessizlik dalgası...
Bir süre sonra yan kabinde mırıltı bir sohbet başladı;
– Senin çocuk üniversitede okuyordu herhalde?
– Evet kız çocuğum, öbürü daha küçük
– Arayı çok açmışsın desene..
Gülümsemeler...
– Bu ne işe yarıyor ?
– Ödem çözücü
– Ödem dediğin böyle yuvarlak şeyler mi?
– Hayır dokularun su toplaması.. Hızlı toplar, yavaş düzelir..
Şebnem hanımın sesi bu ilmi sohbeti bitirdi.
– Hacı beyin bisikleti var.. Beş sıfır..
– Hangi hacı bey?
– Arkadaşlar bisiklet beş daika, sıfır kilo.. Usul bir ses diğer tarafta;
– Sahra’nın tedavisi bitti..
Sahra tanışamadığım ama simasını hafizama kazıdığım bir çocuk... Çiçek bahçesi gibi.. Herşey var simasında.. Her türlü güzellikte, çalı da, diken de...
Sahra’yı geçmiş olsun dileklerimle uğurluyorum içimden... Sessizce.. Sessizce güle güle diyorum yanaklarına yumuşak bir öpücük kondururken hayal dünyamda.. Sonra görüşmek üzere Sahra diyorum...
Gözlerimi açıyorum.. Fizik tedavi katından Gebze daha güzel görünüyor gözlerime... Hava pırıl pırıl, güneşli.. Uzakta yeşillikler çağırıyor beni... Çok şükür Sahra’ da değiliz, Sahra gibi değiliz...
Beynime bazı ağırlıklar yüklenirken, sol kolum hepten ağırlıkların altındaydı... Kıpırdamıyordum, kıpırdatamıyordum...
–
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.