- 547 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
40.Yılında 6.FİLO OLAYI-1968/4
Ertesi günü başka bir koğuşa taşınacak olmanın sevinci içindeydik.Ahmet de artık kimseyi rahatsız etmiyordu. Bizi, ahşap ranzalı,döşekleri otla doldurulmuş ve yeterli büyüklükte bir koğuşa götürdüler.Burası şimdiye kadar kaldığımız yerlere göre çok konforlu idi.Yemekhanede yemek yiyor,akşam yoklamalarında bir holde toplanıyor,açık bahçede volta atıyorduk Bir gün de baş gardiyan,bize “Gardiyanların emirlerine uyun,sakın bir taşkınlık yapmayın,tutuklularla samimi olmayın,onlara adreslerinizi vermeyin” diye ikazda bulunmuştu. Gözümdeki şişlik düzelmeye başlamıştı.Kontrol ettirmek için adımı viziteciye yazdırdım.Ertesi günü gardiyan nezaretinde doktora gittim.Odaya girip derdimi anlatınca “Su ile yıkamaya devam et,geçer” dedi.Ben de;”Beni bir göz doktoruna sevk edebilir misiniz” diye istekte bulununca sertçe “Çık dışarı” diye bağırdı.Bu arada arkadaşlar,tanıdık iş adamı,avukat,milletvekili ve yetkili kişilere mektup yazmamızın faydalı olacağını söylediler.Mektuplar yazılarak gardiyanlara verildi.Genelde İhsan Özboz ile sohbet ediyor, O’nun “Aaağam!.Biz buradan nasıl kurtulacağız” yakınmasına muhatap oluyordum.Kendisine savcılıkta,polisten şikayetçi olup,olmadığını sorduğum da,şikayetçi olduğunu söylemişti.Ben ise şikayetçi olmadığımı beyan etmiştim.Konuşmamız esnasında İhsan’a “İyi ki burada samimi üç arkadaşız,yalnız olsaydık ne yapardık” diye söyleyince bana bozuk atmıştı.Atilla İnce kara ise, tek tanıdığı A.Kurtaran’ın yanına gidip yakarınca;”Kendisi muhtaç nimete,nerde başkasına yardım ede” kabilinden Ahmet’i daha da kızdırmıştı. Sağlık sorunum ve buradan bir an önce kurtulmanın yollarını ararken Salahattin Murt isimli arkadaşımız,devrimci şarkılar söylemeye başladı.Kendisini sertçe ikaz ettim,arkadaşlar da araya girerek olay, büyümeden kapandı,bir daha da söylemedi.Öğrenci Birliğimizin üst kuruluşu olan Türk Milli Talebe Federasyonu’ndan sandıklar dolusu meyve gelmeye başlamıştı.Bazı tutuklular,ziyaretimize geliyor,bize moral veriyorlar,yakında çıkacağımızı söylüyorlardı.Bazıları da Bayrampaşa Cezaevine taşınacaklarını,orasının çok güzel olduğunu söylüyorlardı.Bir ziyaretçimiz de hocamız Prof.Dr.Saffet Müftüoğlu’nu bıçakla öldüren öğrenci idi.Hocaya bir kini olmadığını,sadece O rast geldiği için ölümüne neden olduğunu söylüyordu.Aradan bir hafta geçmişti.Bazı avukatlar,savunmamızı yapmaları için bizden vekalet istiyorlardı.Bu avukatların bir kısmı Türk Milli Talebe Federasyonu(T MTF),bir kısmı da Milli Türk Talebe Birliği(MTTB)’inden geliyorlardı.MTTB avukatlarının yalnız kendilerine vekalet veren öğrencilerin davasını alacakları şartını ileri sürüyorlardı.TMTF avukatlarının ise bir şartı yoktu.Öğrendiğimize göre savcılık bize:
1-Polise fiili mukavemet
2-Devletin emniyet kuvvetlerini tahkir ve tezyif etmek,
3-Hürriyeti tahdit,darp ve müessir fiil
Gibi suçlarlar ile dava açmış ve toplam 13 yıl ağır hapisle cezaya çarptırılmamız, talep edilmişti.Kafalarımız iyice karışmıştı,biz ne beklerken neler oluyordu? Hiç birimiz şimdiye kadar mahkeme kapısı nedir bilmezdik.Bunun yolu yordamından haberimiz yoktu.Olay bizim ikamet ettiğimiz yerde ve bizim irademiz dışında oluşmuşsa, bunda bizim ne suçumuz vardı?Birisi sokak ortasında bir diğerini öldürüp kaçıp gitse ve birimiz habersiz oradan geçerken polis katıl diye bizi yakalasa,katil diye mi yargılanacağız? Şeklinde muhakeme ediyor,bize yabancı olan,hukuk konularını tartışıyorduk.Bir açmazdaydık,bocalıyorduk.Üstelik bir de avukatlara vekalet verme konusunda arkadaşlarla fikir ayrılığına düştük.Bazı arkadaşlarımız,öğrenci birliğimizin üst kuruluşu olan TMTF Avukatlarına vekalet verelim derken,bazı arkadaşlarımız ise kesinlikle vermeyeceklerini, MTTB avukatlarını tercih edeceklerinde ısrar ediyorlardı.Birlik ve beraberlik temin edilemeyince,isteyen istediğine vekalet verdi.TMTF avukatları, ezici çoğunluk ile vekalet almışlardı.Ancak aynı kaderi paylaşan tutuklular,ikiye ayrılmıştı.Şimdiye kadar birlikte hareket eden gençlik artık parçalanmaya ve güçsüzleşmeye başlamıştı.Ahmet Kurtaran ise kendisine,tanıdığı bir avukatı özel olarak tutmuş ve bir hafta içinde dışarı çıkmıştı. Makine Fakültesi Talebe Cemiyeti Başkanı ve sınıf arkadaşımız Nusret Parıldar’ı tanık göstermemiz üzerine,DSİ’nde çalışırken Altındağ Adliyesi’nde bilgisi istenmişti. Arkadaşımızın bu tanıklığı serbest kalmamızın nedenlerinden birisi olmuştu.
Hapishane hayatımız iki haftayı doldurmuştu.Akşam yoklamasından sonra,bir gardiyan koğuşumuza gelerek,elindeki evraktan bazı isimler okudu,benim adım da geçmişti.Sonra durdu bize baktı ve “Bu tutuklular yarın tahliye oluyor,hazırlansınlar” deyince hepimiz sevinçten uçtuk.İsmi okunan,okunmayan herkes birbirini kutladı.Nihayet hürriyetimize kavuşuyorduk.Hemen bir araştırma yaptığımızda;polisten şikayetçi olanlar ile MTTB avukatlarına vekalet verenlerin isimleri yoktu.Ama onlar da sevinçli idi,çünkü onlara da kapı iyice aralanmıştı.
Ertesi günü çıkışları bildirilen bizler, heyecan içinde gardiyandan haber bekledik.Sonunda öğleden sonra çıkış haberi geldi,kalan arkadaşlara veda ederek,günün modası ile kendilerine “Allah Kurtarsın” dedik.Gardiyan tarafından bir avukata teslim edildik.Avukat bize bir dahaki mahkeme günümüzü belirten bir pusula dağıttı. Birlikte kapıdan çıktık,avukata teşekkür ederek gideceğimiz yöne doğru otobüs duraklarına yürümeye başladık.Beykoz’a gideceğim için,Yerebatan Saray’ının karşısındaki durağa doğru yürümeye başladım.Birkaç arkadaşla yürürken durağın arkasında uzakta Toplum Polisi grup halinde,dizilmiş,ayakta beklediklerini gördüm.Yürürken yüzlerine baktığımda pişman olmuş bir halleri vardı,veya bana öğle geldi.Durağa gelen otobüse binerek eve doğru hareket ettim.
Baba evine girdiğimde şaşkınlık içinde sevinçle karşılandım.Babamın elini öperken duygulandığını ve “Amerika askerlerine sataşmak sana mı kaldı”?diye çıkıştı.Akşam yemeğini buruk bir sevinçle yedik.Kardeşim Kemal hapishaneye ziyaretime geldiğini,kimlik kartını göstererek kardeşi olduğunu söylemesine rağmen görüşe izin verilmediğini ve “Abi!..Okumaktaki bütün çabaların buraya girmek için mi idi”? diye oturup ağladığını anlattı.Odamdaki yatağımda birkaç gün derin uyku çektikten ve evde dinlendikten sonra,okulun yolunu tuttum.Sınavlar ertelendiği için kalan iki dersime girme olanağı olmasına rağmen,o gücü ve duyguyu kendimde göremediğim için girmeme kararı aldım.Yurt,harabeye döndüğünden kapatılmış ve lokale giriş ise yatakhane dolapları ile labirent şekline getirilmişti.Ancak bu dolapların arasından dolaşarak lokale giriliyordu.Lokalde arkadaşlar ile otururken,askerlik görevini yapmakta olan Abdullah Parlar ve diğer arkadaşlar ziyaretimize gelmişlerdi.Onlarla oturup hasret giderdikten sonra,dolaptaki eşyalarımı alarak baba evine döndüm. Bizden bir hafta sonra da hapishanedeki ikinci gurup arkadaşlarımız serbest kalmıştı.Bir ara İhsan Özboz ile yurt lokalinde buluştuk ve tavla oynamak için Beşiktaş’a bir kahvehaneye gittik. Kendisine “Beni birileri izliyor,gibi durumlar oluyor,bindiğim vasıtaya biniyorlar,peşimden geliyorlar,bir yerde oyalanıp çıkınca tekrar aynı kişiyi görüyorum” demiştim.O gün orada tavla oynarken yan masamıza birkaç kişi oturdu ve kahveci ile yüksek sesle konuşmaya başladılar.İçlerinden birisi “Bugün de 6 köpek öldürdük,zaten her gün bir çok komünisti Cehennem’e gönderiyoruz” dedi. Bunun üzerine İhsan, doğru söylüyorsun,takip ediliyoruz der gibi yüzüme baktı ve tavlayı kapatarak “Gidelim mi? Aaağam” dedi.Oraya gidişimiz noktalanmıştı.Bir ara sınıf arkadaşımız Aydoğan Büyüközden’i lokal de gördüm.Bana “Mümkünse İstanbul’da kalma,Anadolu’da bir işe gir” dedi.Sebebini sorunca ”Sen biraz tanındın,bazı toplantılarda;seni öldürüp polisin üzerine atılması konuşuluyor” dedi.Kendisine Kırıkkale’ye gideceğimi söylemedim.Eve döndüm ve sınav dışında lokale bir daha uğramadım. Bu arada ziyaretimize dayım oğlu Mikail Gümüş gelmişti.Mahkememin devam ettiğini öğrenince eşinin amcasının o adliyede baş savcı olduğunu, istersem beni kendisi ile görüştüreceğini söyledi,kabul ettim ve gün alarak Yeşil köydeki evine birlikte gittik.
Ak saçlı deneyimli hukukçu samimi ve güler yüzle bizi karşıladı.Sorması üzerine olayları kendisine aynen anlattım.İsteği üzerine avukatın bana verdiği mahkeme bilgilerinin bir kopyasını da kendilerine verdim.Mahkeme başkanı ile görüşeceğini,ama kararının ne alacağını bilemediğini söyledi.İlgisinden dolayı kendisine teşekkür ederek ayrıldık.Mahkeme günü geldiğinde,duruşma salonu kapısına gittim.Hapishane arkadaşlarımdan kimseyi göremedim, mübaşir ismimi okuyunca içeri girdim.Mahkeme başkanı orta yaşın üstünde,şişmanca babacan tavırlı bir kişiye benziyordu.Ancak elinde iri taneli bir tespihi makamında“şak,şak,şak” çeviriyordu.Bir taktik olabilir diye düşündüm ve eline değil,gözlerine bakmaya başladım.Bana bakarak ve tespihi sallayarak “İçerisi nasıl,içerisi”? diye sordu.Bir şey anlamadığımı görünce “Kodes nasıl,kodes?” dedi.Bunun üzerinde ben de “Yıllardır bir üniversiteyi bitiremedim ama, orada gerçek bir üniversiteyi gördüm” deyince yargıç kah kaha ile güldü. Sonra, “6.Filo İzmir’e geldi,peki sen buradasın,bu nasıl iş? Diye sorunca gülerek “Mahkemem var,bitince aynen oradayım” dedim. Zabit katibesi genç kız, “Sen ne biçim konuşuyorsun” der gibi gözüme dik dik baktı.Bunun üzerine ben devamla “Efendim!..Esas sorgum da;benim olaylarla hiçbir ilgim olmadığını ve yatakhanemden alınıp götürüldüğümü göreceksiniz”.dedim.Bunun üzerine yargıç “Serbestsin,çıkabilirsin” dedi.Teşekkür ederek ayrıldım.İlk yargılanmamız da yargıç günün şartlarına göre bu kadar samimiyet gösteremezse bile,yerimiz ve adresimiz bilinen bizleri, daha sonra yargılanmak üzere serbest bırakamaz mıydı?Kodese tıkma için neden bu kadar gayret gösteriyor,ayakta duracak kadar güçleri kalmamış olan bizlere, neden bu denli bağırıp,çağırıyordu?Neden,neden,neden!...
DEVAM EDECEK
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.