Sevda ve Tarif
Genellikle “fedakârlık” lafzıyla tarife çalışılan sevda nasıl ki hiç tarif edilememişse onu yekpare kucaklayabilecek bir kelimenin hala ihdas edilememiş olmasındandır. Her tanım ona dair bir parça olmakla birlikte asla tamamını anlatabilecek bir ifade değildir. İhtimaldir ki; yedi düvelin dilinde “yürekten damlayan kan”ın izahını yapacak lisan da yoktur! Kâbe yolculuğuna çıkan kaplumbağanın “varamasam da yolunda ölürüm” deyişi bile sevdanın sisler ardında hayal-meyal temaşa edilmesi değil midir?
Kulun arz da sevdanın ise arş da duruşunun “asli ikamet” olması hasebiyle, bu yerleştirilişin tabii halini değiştirmeye çalışmak, önünde tuval olmayan bir ressamın boşluğa salladığı fırça darbelerinden daha da anlamsızdır. Birini sevmekten duyulan haz, “sevmeyi sevmekte” de duyulmuyorsa koltuk değnekleri kırık demektir. Buram buram leylak kokan sevdalara varmak için; kul her ne kadar “araç” olsa da varılan yerde tutunabilmek için hala kul’a ihtiyaç duyuyor olmak sevdanın manasının henüz anlaşılmamış olduğunu gösteren önemli bir faktördür. Kul’a duyulan “vuslat” hazan mevsiminde yaşıyor olabilir fakat sevdaların ikliminde bahar hiç bitmemelidir. Sevda; zamanın erozyonuna karşı koyabilen ve hiç eskimediği gibi her an yeniden doğan, her doğuşla biraz daha büyüyen, büyüdükçe üreyen, dilden her döküldüğünde yüreği titreten ve bütün muhtevasıyla bakıldığında “itaat” kelimesinin içinde yaşayan ve yuvalandığı o aşiyanda bülbül gibi şakıyan ulviyet!...
Evet “İtaat” … Kabullenişin, vazgeçmeyişin, her hale rıza gösterişin, tevekkülün ve vuslat ateşine tahammülün, imkansızlığı yaşarken çaresizliği reddedişin bundan daha müşahhas ifadesi olabilir mi?
*****
Güneşin şebnem damlalarını buharlaştırdığı şafak vaktinde “güç antrenmanına” çıkmış kelimelerin içinde sevdayı ifade etmeye en yakın aday “İtaat!” Daha derin muhtevası olanı bulana kadar da en iyisi bu!
Bilinmeli ki; sevgiliyi değerli kılmak “sevgiyi değerli tutmak”la mümkün. Duyguların tahtında oturan ve başını sevdalarla taçlandırdığımız sevgiler, “her hal’e riayet” etmekle hükümranlığını sürdüren sultan olurlar. O hayal sultanının anlattığı masalları bir çocuk saflığıyla dinleyip lakin olgun bir kemalat içinde yetişkin gönüllere nakşetmemiz gerek. Sevda; “Hu” çeken bir derviş misali yüreklerde dolanıp durmalı ibadet huşu-u içinde… Sevda azgın bir ırmak misali sel olup önüne geleni sürüklemeye başladığında, onu asude bir umman sakinliği içinde bağrımıza döküleceği yerde sükunetle beklemek, denizlerde hırçın dalgalar oluşturduğunda ise hem sahile vuran devasa köpüklerin hiddetinde, hem de o dalgaların acımasızca dövdüğü kayaların masumiyetinde, isyanın başını kaldırmasına fırsat vermeden muhafaza etmek gerek!..
Sevdayı anlatmak “Yürekten kan damlatmak”sa eğer, kanamalı yürekler!.. “Sükût-u hayal” acıların üzerine devrildikçe ızdıraba ilaç olur. Azap, acının panzehiri, ekilen her “umut” çaresizliğin celladıdır. Ve sevda itaattir.
İtaat muhteviyattır, her şeyi kucaklar ve barındırır, ne biliyorsanız sevda adına ve her ne öğrenecekseniz sevda yolunda hepsi “itaat” cümlesindendir.
“Sevgilinin her hali “sevdanın arzuhali” olmadıkça, sahipliğin yerini bağlılık almadıkça, sabır göstermeyi maharet bilip ama sabır taşını çatlatmadıkça, ecelin davetine kadar umudu yaşatmadıkça, zamanın bir silgi değil lakin sevdanın iksiri olduğunu anlamadıkça sevda yoktur!.. Sevda yaşanmamış hatta doğmamıştır”
Nihayet itaati öğrendiğinizde sevdayı iliklerinizde yaşamaya başlamışsınızdır ki; geriye söylenecek tek şey kalır!
“Gazanız mübarek ve başı taçlanmış sevdalar baharınız olsun!”
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.