- 1005 Okunma
- 3 Yorum
- 0 Beğeni
ANKARA HİKAYELERİ (BÜYÜK POSTANE VE SAMANPAZARI)
BÜYÜK POSTAHANE
SAMANPAZARI
Ankara’nın Büyük Postanesi ile kimin anısı yoktur ki. Benim çocukluğumda Ankara’nın tek postanesiydi. Hemen hemen her derdimiz orada görülürdü. Evlerde doğru dürüst telefonların olmadığı dönemde, uzaktaki yakınlarımızın sesini oradan duyardık. Müjdeler, acılar telgraflarla duyurulur, mektuplarımız sevdiklerimizle oradan ulaşır, harçlık bekleyen asker parasını oradan alırdı.
Koskoca taş bir bina idi. Beş altı basamakla içeri girilen binanın dış cephesi Cumhuriyet döneminde yapılan diğer binalar gibi görkemli ve güven vericiydi. Büyük giriş kapısının üstünde asılı olan saat ise daima doğru zamanı gösterirdi. Geniş lobisinde zemin taş, yüksek bankolar ve telefon kulübeleri ise ahşaptı. Postanenin içini adamakıllı incelemem ninemle Konya’da ki oğluna telefon etmek için gitmemizle oldu. O zamanlar postaneye gider, görüşmek istediğimiz kişinin adresini ve yaşadığı şehri bildirir, sonra saatlerce beklerdik. Santral önce o şehrin postanesi ile temas kurar, bir ulak verilen adresteki kişiye adresinde ulaşır, postaneye davet ederdi. Böylece karşılıklı konuşma mümkün olurdu. Meraklı bir çocuktum. Ninem ahşap bankta otururken ben her yeri dolaşırdım. Camlı bölmelerin arkasında ceket kollarının eskimemesi için üstüne geçirilmiş kolluklarla, amcalar, önlerindeki telgraf makineleri ile telgraf yazdırır, mors alfabesinin dıt dıt larını dinlerdim. Pul satan ablaları seyreder, Mektupları tasnif eden dört beş kişinin sabrına hayranlık duyardım. Sabah erken saatlerde postacılara dağıtımlar yapılır, Üniformalı postacılar meşin çantalarındaki ümit ve hayal kırıklıklarını evlere taşırlardı. Her mahallenin bir postacısı vardı. Mahalle halkı onu tanır, o da hane hane her evin ahalisini bilirdi. Bazen
Aynı mahalleye hizmet veren postacı, emekliliğini de aynı sokakta alırdı. Mahalleye geliş saati bilinir, haber bekleyenler pencerelerde postacının yolunu gözetlerdi.
Büyük Postanenin sağ tarafındaki cadde (posta caddesi) ismi değiştirildi ama 50 senedir herkes halen Posta Caddesi diye bilir, yukarıya Anafartalar caddesine çıkar. . Caddeye dönmeden evvel solda Ankara Sebze Hali, sağda ise Tenekeciler çarşısı vardır. Sebze hali cıvıl cıvıldır. Ankaralı balığını, etini, şarküteri ihtiyacını, sebze ve meyvesini buradan karşılar. Vakti geldiğinde hal’in girişinde satılan çiğdemler (kardelen) ise bize baharın gelişini müjdeler. (çiçeklerini koklar, köklerini ise yerdik) Anafartalar Caddesi ise her türlü ihtiyacın karşılandığı alış veriş merkezidir. Her zaman hareketli ve kalabalıktır. Caddenin iki yanı ağaçlarla kaplı olup dalları adeta kuş cennetidir. Cıvıltıları caddeye romantik bir hava verir. (O güzelim kuşlar şimdilerde nerelere gitti bilmiyorum. ) Meşhur Akman Pastanesi de Anafartalar caddesindedir. Oradan yediğim pastaların, dondurmaların, kışın içtiğim bozaların halen tadı damağımdadır.
Ankara Kalesi, yok diye bir şeyin olmadığı Çıkrıkçılar yokuşu, bakırcılar çarşısı, tamirciler, Şengül Hamamı, Atatürk ‘ün bile yemek yediği tarihi Çiçek Lokantası, kaçan çoraplarımızı çektirmek için gittiğimiz Yahudi Mahallesi ve Kilisesi, daha ismini belirtemediğim binlerce anımın olduğu bu yerler, küçük sokaklarla Anafartalar caddesine çıkar. Şimdilerde bu cadde soluk, küskün, özel bir durum olmadıkça pek kimsenin gitmediği, kuşların cıvıldamadığı, eski anıları ile yaşayan güzelliğini kaybetmiş bir kadın gibi suskun durmaktadır.
SAMANPAZARI
Saman Pazarı semti ile ilgili çocukluk anılarıma döndüğümde, beni etkileyen sadece iki anımın olduğunu fark ettim. Bunlardan birini halen dehşet içinde hatırlıyorum. Diğeri ise neşeli ve coşkulu. İsterseniz önce kötü anı ile başlayayım da aradan çıksın. Neşeli anı ile de kasvetleri dağıtalım.
Kaç yaşındaydım hatırlamıyorum. Saman Pazarı meydanında bir kişiyi astılar ve birkaç gün meydanda asılı olarak bırakıp herkesin görmesini sağladılar. Adını hatırlamıyorum ama kefeninin üstündeki yaftada ‘’Vatan Haini’’ diye yazıyordu. Rus Büyük Elçiliğinin bahçesine ‘’Belge’’ atarken yakalanmış. O zamanların korkulu rüyası ‘’Komünizm’’ di.
Otobüslerin ve Dolmuşların her semte gitmediği dönemdi. Hamam Önünden, Saman Pazarına, oradan da Anafartalar caddesine yürür, Posta Caddesinden de geçerek Ulus’ inerdik. Her günkü bu rotayı takip ederken, hayatımda ilk defa darağacı ve asılı bir adam gördüm. Başı önüne düşmüş, öylece sallanıyordu. Bir sürü insan toplanmış, seyrediyordu. Bazılarının güldüğünü de dehşet içinde gördüm. Önce ayaklarım buz kesti, yerimde çakılıp kaldım. Zaten korkak bir çocuktum. Kâbuslarım, hayaletler ve ölülerdi. Yaptığım ilk şey kaçmak oldu. Anafartalar Caddesi ve Posta Caddesini nasıl geçtim hatırlamıyorum. Kendimi Ulus’ta buldum.
Bu vatan haininin fotoğrafları ise, infaz anı dâhil, Anafartalar da ismini hatırlayamadığım ünlü bir fotoğrafçının vitrininde aylarca sergilendi
Bu uygulama o zaman yasalımıydı, neden halka açık yapıldı, çocukların ruh sağlığı neden düşünülmedi bilmiyorum, Ama bugün bile korkulu rüyalarımın arasında yer alır
Neşeli anım ise Saman Pazarında ki Esen Park aile gazinosu ile ilgili. Dönemin ünlü ses sanatçılarını hep orada dinledik. Yine evden getirdiğimiz yiyecekler ve semaver çayları eşliğinde, Zeki Müren, Sevim Çağlayan (o zaman, bazı bölgeleri kalın tülden çiçeklerle kapatılmış, şeffaf tuvaleti ilk o giymişti) Mualla Mukadder, Hamiyet Yüceses, Karaböcek Kardeşler, Ziya Taşkent, Mustafa Sağyaşar, Nevin Demirdöven ve ismini hatırlayamadığım değerli sanatçılar, Üstat Kemani, Özer Altın, Kanun üstadı Saadettin Öktenay ve Köseoğlu kardeşlerden oluşan değerli saz heyeti arkalarında, ünlü darbukacı Hüseyin İleri’nin coşkulu katılımıyla, Türk Sanat Müziğinin değerli eserlerini Esen Park Aile gazinosunda icra ettiler. Bir de Diclehan Baban vardı ki, herkes pek anımsamayabilir ama o zamanlar çok tutulurdu. İri yarı, etine dolgun, çok güzel bir kadındı. Türk Sanat Müziğini çok güzel icra eder; ‘’tenni, teneni, teni, teneni’’ derken ayağını öyle bir yere vururdu ki sahnede küçük ölçekte deprem olurdu. .
Biz bu değerli sanatçılar sayesinde Türk Sanat Müziğini sevdik. Teknik imkânların olmadığı dönemde, onların billur gibi çıplak seslerinden detone olmadan, şarkılar dinledik, ruhumuz ve beynimiz huzur buldu.
Yaşayanlara Allah Selamet versin, ölenlerin ruhu Şad olsun
AYTEN TEKİN
.