- 719 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
"SENİN ÇİZGİLERİNİ TANIRIM"
“SENİN ÇİZGİLERİNİ TANIRIM”
Ne güzel emeklilik günlerinde insanın kendisine yeni uğraşlar bulması. Zamanımızdan iki bin iki yüz yıl önce yaşayan Arşimet, hamamda “Buldum! Buldum!” diye bağırmış ya altınla gümüşün ağırlık farklarını taşırdıkları suyu tartarak. Ben, Arşimet kadar sevinmesem de yeni uğraşımdan dolayı seviniyorum kendi kendime. Hem eşe dosta, arkadaşa sürpriz yapıyor hem de unuttuğum bir becerimi yeniden geliştirmeye çalışıyorum.
Şimdi okuyanlar diyecekler ki “Uzatmayın da söyleyin, sizi mutlu eden bu yeni uğraşınızı.” Hani derler ya “At ile deve değil” diye, bizimki de o hesap altı ucu desen çizmek, çizgilerle portre resimleri yapmak.
“Nereden çıktı hocam bu? Yetmişe üç adım kala yeteneğinizi yeni mi keşfettiniz?” diye sorarsanız ben de anlatırım. Sormasanız da gördüğünüz gibi anlatmaya başladım bile.
Sulu boya, yağlı boya resim pek yapmadım desem yeridir. Öğretmen okulunda ders konuları gereği sulu boya ile resim yapmışlığımız olmuştur; ama yağlı boyayı hiç bilmem.
Yanılmıyorsam okulun son sınıfında resim öğretmenimiz Sabri Çakar, bir grup öğrenciye, yemekhanenin altındaki atölyede resim çalışması yaptırırdı. Dersten sonra orada toplanır, bir tabureye oturan arkadaşımızın resmin kara kalemle çizerdik. Kısa sürede çizdiğim desenlerle Sabri Bey dışında diğer resim öğretmenlerinin ve arkadaşların dikkatini çekmiştim. Özellikle Güzin Karamollaoğlu atölyeye uğradığında benim yanıma gelir, kafasını övgü anlamında eğerek beğenisini ifade ederdi. Sabri Bey’in şu sözünü de hiç unutmam: “Çizerken tek çizgi çekin, olmamışsa üstünden bir daha, kalemi kaldırıp indirerek kısa çizgilerle çalışmayın.” Kulakları çınlasın. Otuz yıl sonra onu Ankara’da açtığı bir sergide gördüm, daha sonra da bir iki sefer değişik yerlerde karşılaştık. Şimdi rahatsızlığı varmış, şifa diliyorum.
Okulun ilk yılında 4B, daha sonra 5A- 6A sınıflarında okudum. Sınıf arkadaşım Ruhan Ökse’nin de resimlerine hayranlık duyardım. Onunla ve diğer devre arkadaşlarımla kırk sekiz yıl sonra Kırşehir buluşmamızda görüşme mutluluğunu yaşadım.
Devre arkadaşlarım deyince 4B sınıfında iken Ürgüplü Ömer Solgun da bizim sınıftaydı. Ben okulun son sınıfında 6A’da okurken bir gün Ömer yanıma geldi, bir resim kağıdı verdi:
-Şu sıraya oturayım, şöyle bir desenimi çiz, altı numara alayım yeter.
-İyi de Ömer, Sabri Bey fark ederse benim için iyi olmaz, güveni sarsılır.
-Yahu nereden bilecek, sen elinden geldiği kadar kendi resimlerin gibi güzel yapma. Ölçülere uygun çiziktir yeter.
Ömer, oturdu sıraya, ben de güya kötü yapmaya çalışarak deseni çizdim.
Bir hafta sonra ders zili çaldı, biz öğrenciler öğle yemeği için hurra derslik kısmının kapısından çıkıp yemekhaneye gidiyoruz. Bu sırada okulumuzun üç resim öğretmeni Sabri Çakar, Güzin Karamollaoğlu ve Aydın Topaloğlu yemekhane tarafından geliyorlar. Birden Aydın Bey önüme durdu:
-Gel bakalım şöyle seninle konuşacaklarımız var.
-Buyrun hocam!
- Sen nasıl başkasına resim yaparsın?
-Ne demek hocam, kime resim yapmışım?
-Diğer sınıftan bir arkadaşına.
-İyi de hocam, benim resim öğretmenim Sabri Bey, siz neden bana kızıyorsunuz?
Belki bir tokat vuracaktı Aydın Bey; ama o kibarlığı ile Sabri Bey, araya girdi. Bana:
-Senin çizgilerini her yerde bilirim, lütfen başkalarının not alması için resim yapma!
-Olur hocam, arkadaşım çok ısrar etti, kıramadım.
-Tamam seni iyi tanıyorum, bir daha olmasın.
Ömer’e notunu verdi mi, zayıf mı verdi şimdi hatırlamıyorum. O güzel arkadaşımız Ömer Solgun genç yaşta trafik kazasından vefat etti.
…..
Bizler öğretmen okulunda okurken o okuldan sonra gideceğimiz tek yüksek okul vardı. O da ortaokul ve liselere öğretmen yetiştiren eğitim enstitüleri. Oraya girmek için hazırlanan bir arkadaşımız vardı: Ramazan Can. Ben, hazırlık falan yapmadım; ama başvuru kağıtları gelince de doldurmayı düşünüyordum.
Bir resim dersinde Sabri Bey, resim bilgilerini içeren teksir edilmiş kağıt dağıttı. “Bunu okuyun!” dedi. Biz “Bu da neymiş?” diyerek resim dosyasının arasına attık. Bir hafta sonra “Çıkarın kağıtları!” diyerek bizi o resim bilgilerinden yazılı yaptı. Hiç okumadığımız için hepimiz zayıf aldık.
Sabri Bey, daha önce bana “Sen, test sınavını kazan, ben Gazi Eğitim’den yeni mezunum, hocaların çoğunu tanıyorum, diğer sınavı ve mülakatı kazanmana yardımcı olurum.”
Böyle demişti ya, o resim bilgilerinden yazılı olup zayıf almamız, ben de öğretmenimize karşı bir kızgınlık uyandırdı, başvuru da “Resim Bölümü” yerine Türkçe Bölümü” yazdım. Test sınavını da derce ile kazanmıştım. Yüksek okula kayıt için okuluma diploma almaya mezun olduğum okuluma uğradığımda beni gördü Sabri Bey:
-Ne oldu, kazandın mı?
-Kazandım hocam da sizin bölümü değil, Türkçe bölümünü.
Ne desin adam, kafa sallayıp gitti.
………..
Ağabeyim Kırşehir’in Hatunoğlu köyünde öğretmen. Bir tatilde yanına gitmiştim. Akşam komşuları da geldiler. Gelenler içinde, adını unuttum, yaşlıca bir adam tam karşımda oturuyor. Yüzünde öyle derin çizgiler var ki, dayanamadım, “Şu amcanın bir resmini çizeyim.” dedim kendi kendime. Yanımda duran Yenice paketini karalıyormuş havasına çizdim yüz desenini. Her zaman beceremesem de o resim çok benzedi adama. Oturanlara gösterince epey gülmüşlerdi.
…..
İşte şimdi eski marifetim aklıma geldi bizim Ali Yılmaz’ın yüz çizgilerini görünce. Arkadaşların isteğiyle çizdiklerim kırk kadar oldu. Bazısı gerçekten benziyor; ama yüz çizgileri, hatları belirgin olmayanları benzetmek çok zor. Benim “portre çizimi “ hikâyem de bu.
Yazmak için konu aramaya gerek yok efendim, yaşadığınız her an yazmaya değer.
Ne güzel isteklerini yerine getirmek
Arkadaşların, yakınların
Onların desenlerini çizmek
Haberleri olmadan
Ara sıra
Sürpriz yapıp
Yüz resimlerini göndermek
Bazen benzemiş, bazen benzememiş
Olsun, ne çıkar
“Güverip bostan olmak” misali
Ressam olacak halimiz yok bu yaştan sonra
Ama az da olsa mutluluk verdiğimi sanıyorum
Kendime ve
Onlara
…………………………………………………
Numan Kurt
22 Ocak 2018