Bir masaldan bir masala...
Bir çocuk vardı içimde uzun yıllar önceydi yani doğduğumla beraber doğmuştu o çocuk! Korkuyu asla bilmezdim ve dünyayı cennet gökyüzünü hep mavi bilirdim. Nerde sabah orda akşam ve akşamları yıldızlarla kucaklayıp yatardım bizim dam evlerin üstünde. Anımsamak şu an benim masalım oldu, hatırlar ve kendimi dinliyorum çocukça masalarımı, çok hoşuma gidiyor kendimle ilgili masalarımı anlatmak.
Düşünürüm de Ninem olmamıştı bana masaları anlatacak; ve annemde anlatamadı büyüklerinden öğrendiği masaları, çünkü ben bebekken o uçup gitmişti cennetli ülkelere…
Şimdi kurgular var masalların yerine, kurgular nedense bizim duyduğumuz masallar gibi değil bu kurgular da hep eletronik canavarlar hüküm sürer ve kan şiddet diz boyu ve hala adını bile öğrenemediğim bir sürü canavarlar! Önümüzde bir küçücük kutu var ve bizleri kendine mahkum etmiş, hangi yana baksan o canavarlar ya bir Tv de, pc de ya da el içine sıkıştırılmış bir cep telefonun içinde.
Gerçi kurgular da önemsiz olmaya başladı bu sefer canlı, canlı ortalıkta görünmeye başladılar bu iki ayaklı canavarlar! Kiminin elin de kalem pardon silah, kimin elin de bıçak. Bu canavarlar çeşit, çeşit. Trafik, enflasyon ve erezyon. Kimileri canlıları kimileri de doğa-tabiatı hedef almışlar ve tek hedef ölümcül bir tahribat!
Senaryoları kim yaratmışsa zafer onundur, bu gördüklerimiz hepsi onların eseri yani adına sanat, tasarım, medeniyet, çağ atlama deniliyor ki bu da bizlere ibret! Çünkü duyarlılığımızdan ve ilgisizliğimizden ödün verdik ve kabullendik.