- 410 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
İnsan erimesinin farkında kılınmış bir buz parçasıdır
Göğsümde bir hiddet büyüyor. Büyümesinin baskısını ciğerlerimde hissediyorum. Onu büyüten ben olmalıyım. Başka kim olacak? Fakat büyümesini de engelleyemiyorum. Kaderimden razı olamayışıma sebep: Hayatımı değiştiren bazı büyük kararların bana rağmen verilmiş olması. Sonuçlarından bugün de kaçamadığım kararlar bunlar. Hâlâ o kararların borcunu ödüyorum.
Bunun derdi sinemde büyüyor. İki elimle üzerine bastırıyorum. Allah’tan şekva etmiyorum. Onun yarattığı herşeyin birçok hayır barındırdığına imanım tam. Ama kullara gücenikliğim gitmiyor. Kullara gücenikliğim sinemde büyüyor. Çünkü yaptıklarını arkamda bırakamıyorum. Yaptıklarının sonuçları her gün uyandığım şey oluyor. Belki sonuçlarını aşabilsem bu güceniklik gidecek. Ne acı değil mi? İnsan erimesinin farkında kılınmış bir buz parçasıdır.
Kızdığım onlar mı yoksa ben miyim? Bazen bundan da emin olamıyorum. Yeterince güçlü şekilde karşı çıkmamakla bu kararların alınmasına benim de bir katkım olmadı mı? Oldu. Ayağımı sürüyebilirdim. Şımarık bir çocuk kadar olsun isteksizlik gösterebilirdim. Bunun yerine ağzımın kenarıyla itiraz etmeyi seçtim.
İtaat etmeyi seçtim. ’İyi çocuk’ olmayı seçtim. Tuhaf. İyi çocuk olmayı seçtiğim yerler sinemde sancıyor. Böyle olmamalıydı. Normalde iyi çocuk olmak kötü gelmez. Eşyanın tabiatına zıttır şu.
Belki o kadar da ’iyi bir çocuk’ olmamalıydım. Hatta ettim. Onun yerine ’dürüst’ olmalıydım. Mutsuz olduğum şeyler karşısında "Bundan mutsuz oluyorum!" diyecek kadar kötüleşmeliydim. Yalandan yalandan gülümsemeyi bırakmalıydım. Tasannudan iyilik ’iyilik’ olmuyor. Bilmeliydim. İyilik de insanın içinden gelmeli. Yalandan hayır çıkmaz. Dışarının her onayını içerisi kabul etmiyor. Bilmeliydim. Fakat bilmekte de çok geç kaldım.
En nihayet kendi ihlassızlığıma varıyorum. Başkalarına kıza kıza bütün geçmişimi dolaşıp yolun sonunda kendime çıkıyorum. Yolun başındaki hatamı şöyle kavradım: Numaradan iyi insan olunmaz. Yahut da şöyle söylemeliyim: İnsan kendisine numara yaparak iyi olmaz. İyilik öncelikle içine karşı bir dürüstlük meselesidir.
Başkalarının mutluluğu üzerinden alınan lezzetleri reddetmiyorum. Böyle birşey var. Ancak başkalarının mutluluğu biz de yanıbaşında mutlu oluyorsak bir cennet yeşertiyor. Değilse cehennem. Değilse kış. Değilse başkalarının tebessümlerine kurban verilmiş pişmanlıklar. Başkalarına borçlu gibi yaşanmış bir hayat. Halbuki hayat yalnız Allah’a borçlanılmıştı. Yola böyle başlandı.
Yalnız ve yalnız Allah’a borçlu olduğum hayatı sağa-sola, hatta yüzüme gülümseyen her insana, borçlu gibi yaşadığımdan şu kem hesabı bir türlü kapatamadım. Tevhide imanım içerlerde bir yerlerde yaralıydı. Farketmedim. Razı etmem gereken kişilerin sayısını o kadar arttırdım ki, nihayetinde, Kureyş müşriklerinin bile sayısını görüp "Ne yapmış lan bu hergele!" diyecekleri sayıda putum oldu.
Ben onları put bilmedim. Onlara ibadet etmedim. Ama onlara kurban kestim. Kendi bahtımı onlara kurban verdim. Kendi anlarımı, seçimlerimi, arzularımı ve dahi ’e-bilmek’lerimi yatırdım önlerindeki taşın üzerine. Tasannu bıçağını gırtlağına bastırdım. "Hık!" bile diyemediler. Fakat her ölenle birlikte sinemdeki boşluğu da büyüdü sürünün. Her ölen içimdeki ben’ler sürüsünden bir ben’di.
Her neyse. Moral bozmak yok. Hayatımızın kalanını kurtarmaya bakalım arkadaşım. Ahirete kalanını. Burada kalanı az. Hem de ehemmiyetsiz. Madem, Orhan Pamuk’un da dediği gibi, ’yaşanmamış hayattan intikam alıyoruz’ yazarak, o halde yaşayabileceğimiz diğer bir hayat için varolalım. Onun için yazalım.
Belki bu küskünlük de bunun içindir. Burada tadımız kaçırıldı. Yoksa burası için yaşayacaktık. Yoksa burası için yazacaktık. Yoksa burada kalmaya bakacaktık. Şimdi dilimizde geçmez bir acılıkla başka ihtimalleri düşlüyoruz. Öyle ya. Dünya cennet olsaydı hakiki cennet nereye kurulacaktı? İşte böyle böyle, vazgeçe vazgeçe, döküle döküle cennetimize yer açıyoruz. Kaçtığımız yerden soğuyalım ki gittiğimiz yer özlem kokmasın. Bu da Allah’ın bir rahmetidir.