- 956 Okunma
- 4 Yorum
- 0 Beğeni
KADERİM OLAN GENÇ KIZ-1
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Tam olarak ne zamandı bilmiyorum. 1988 yıllarının başı diye hatırlıyorum. Olayı çok net hatırlıyorum ama hastanın adını çok düşünmeme rağmen bir türlü hatırlayamadım. Nasıl hatırlayım ki; üstünden yıllar ve çok hadiseler geçti…
Kliniğe, Viral Ensefatit ( virüse bağlı beyin enfeksiyonu) tanısıyla bir ergen kız getirildi. 14-15 yaşlarındaydı.. 1.50 boylarında, 40 kilo kadardı. Şuur kapalıydı. Nefes alamadığı içinde suni solunum cihazına bağlıydı. Omuzlarına düşen saçları, ok gibi kirpikleri, karakaşı, beyaza kaçan teniyle uyuyan prenses gibiydi… Yatağa nasıl koymuşsak öyleydi.. Kalıp gibi.. Hiçbir hareketi yoktu..
Camdan süzülen ışıkla birlikte daha da bir güzelleşiyordu.. Masumluğu ayrı bir hava katıyordu. Odada süzülen iki kişi daha vardı; annesi, babası.. Kızımız yatakta hiç bir şeyden habersiz komadayken, onlar ayakta çaresizliğin ızdırabını çekiyorlardı.. Öyle vurmuştu ki çaresizlik yüzlerine, sanki maske takmışlardı.. Yüz hatları gergin ve son derece donuktu.. Bakışları, kızlarına sabitlenmiş, arasıra gözlerinden akan yaşlar olmasa mumya zannedileceklerdi.
Kadıncağız kim bilir ne zaman doğurmuştu kızcağızı? Nasıl ve ne ümitlerle doğurmuştu? Büyümüşlüğünü seyrederken kim bilir ne hayaller kurmuştu? Ama ya şimdi.. Hayallerle büyüttüğü prensesi uyanacak mıydı acaba? Anne deyip sarılacak mıydı? Gözlerden yuvarlanan yaşlar pek umut dolu bakamadıklarını anlatıyordu… Belki de çocukları günbegün ellerinden kayıyordu.
Bense haftalık nöbetteyim.. Cuma günü girdiğim nöbetten öbür cuma çıkacağım.. Onlarca hasta ve bu hastaların sorumluluğu korkunç ağırlık veriyor. Hele bu kızın ağrılığı hepsine bedel.. “ Körpecik “ diyorum içimden “ aç gözlerini kalk yürü “ diyorum.. Bunu diyorum ama ümitsizliğimde yok değil..
Bu kız ilgi odağım oldu.. Belkide, kendi asistan doktoru olmasına rağmen onu sahiplendim… Günde kaç kez uğruyorum.. Belli değil.. Zamanımın çoğunu onda kullanıyorum. Aklımın çoğuda onda.. Hem onda hem de ana, babasında… Sanki kendi evladım orada yatıyor.. Klinik boşalınca hemen dosyayı kapıp odasına gidiyorum.. Bir dosyaya bakıyorum, bir hastaya yapılacak başka bir şey varmı diye… Bakıyorum hepsi yapılıyor, eksik yok. Ama kızımız o masum uykusundan uyanmıyor..
Zaman, zaman anne-babasıyla sohbet ediyorum.. Onları teselli etmeye çalışıyorum.. Onlara ümit vermeye çalışıyorum. Bakıyorum nafile.. Boş gözlerle beni dinliyorlar.. Karamsarlığın ve çaresizliğin her türlüsü onlarda yaşıyorum..
Gecenin sessizliği yine yemek araba tekerlerinin gıcırtısıyla bozuluyor..Sabah Gülhane’nin arka park yerine gelen servislerle beraber bir uğultu başlıyor. İnsanlar akın akın kliniklere dağılıyor.. Kimi kahkahalarla, kimi de beynindeki ağırlıkla koridora oradan soyunma odalarına geçiyor. Biraz önceki renk cümbüşü yerini beyazlara bırakıyor.. Herkes bembeyaz; pantolonlar, etekler, önlükler.. Pırıl pırıl gözüküyor.
Vizit saati başladı.. Hoca tek tek hastaları gezecek.. Hastanın asistan doktorundan bilgiler alacak, veya tedaviye yön verecek.. Bir taraftan doktorlar, bir taraftan hemşireler koşuşturuyor.. Derken Kliniğin büyük kapısı açıldı, kliniğin en büyük hocası.. Prof. Dr. Fikri KOCABALKAN içeri girdi.. Yanında baş asistan vardı bizlerde peşine takıldık.. Oda oda dolaşmaya başladık..
Derken kızımızın odasına geldik. Asistanı Dr. Ali Şengül hastanın durumunu anlattı.. Laboratuvar neticelerini söyledi.. Herkes hastaya bakıyordu.. Eminim birçok insanın içi burkuluyordu. Bir ara hafif sessizlik oldu.. Kişiler belkide söyleyecek söz bulamıyordu.. Belkide sözün tam manasıyla bittiği yerdeydik.. Bazı doktorların derin iç çekmeleri o sessizlikte yankılanıyordu.. Doktor Levent Doğancı’ nın yorumuyla sessizlik bozuldu.
-Hocam; Hastamızın durumu ağır.. Artık geriye dönmez
Odanın bir köşesine büzülmüş, refaktçi anne-babanın gözleri kaydı gitti.. Yine karanlığa dalmışlar, yaşarken ölümü tatmışlardı. Yine de bir umut diyerek Fikri hocaya döndüler. Hoca onlara bakarak;
-Tıbben elimizden geleni yaptık. Bundan sonra yapacak birşeyimiz kalmadı.
Kadıncağızın gözleri kıpkırmızı oldu, buğulandı.. Dudakları titriyordu.. Zaman zaman dudaklarını ısırıyordu.. Elleri kenetlenmiş, parmaklarını şuursuzca bir oyana, bir bu yana çeviriyordu.. Yine hoca;
-Cihazı çekeceğiz artık… Son defa dünya gözüyle görmek isteyen akrabalarınız varsa gelsin görsünler.