- 6146 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
KEMAL TAHİR’ İN "ESİR ŞEHRİN İNSANLARI" ROMANININ TAHLİLİ
KEMAL TAHİR’ İN ESİR ŞEHRİN İNSANLARI ROMANININ TAHLİLİ
ADNAN HAKAN HASAN YOLDAŞ
Anlatıcı: Romanda genellikle tanrısal konumlu gözlemci anlatıcı vardır. Romandaki anlatıcı genelde olayları, mekanları, zamanı ve kişilerin psikolojilerini iyi bilen fakat bunlara kesinlikle müdahale etmeyen kişidir. Olup biteni uzaktan izler ve tarafsız olarak okura anlatmaya çalışır. Nesnel tutumlu bir tavır sergiler. Bu yüzden nesnel tutumlu anlatıcıda var diyebiliriz. Gözlemci anlatıcının romanı aktarma yöntemi ise genelde “anlatma” yöntemi iledir. Burada kendini iyiden iyiye hissettirir.
“ Serseri torpile çarpan gemide olaydık, karımla kızımı n’apar yapar kurtarır mıydım? Niçin Kamil ailesi kurtulan yüz kişinin arasında bulunsun da, boğulan yüz elli kişiden üçü olmasın?” Bu soruları ne zaman kendi kendine sorsa, ürküp sarsılmakta, pazı güçleri kadar akıllarınada güvenen cesur erkeklerin kesin inancıyla, “ Kurtarmanın yolunu bulurdum yüzde yüz” demekteydi. (s.8)
Konu: Genel itibariyle romanın konusu Birinci Dünya Savaşı sırasında İstanbul’daki sivil aydınların durumudur; daha özelde ise dönemdeki İttihat ve Terakki aydınlarının içinde bulundukları karmaşıklıktır. Kemal Tahir bu romanda realist bir yaklaşımla ele aldığı konuyu okuyucuya aktararak diğer yazarlardan ayrılır. Kitabın konusu Paşazade Kamil Bey’in Avrupada yaşarken ekonomik sıkıntı çekmesi ve ana vatanına dönmesi, bilinçlenip milli mücadeleye katılarak gelişen olayların anlatılmasıdır. Bu olaylar genel olarak idare ve şartların değişmesi, yüksek mevkide ki insanların içinde bulundukları sosyal, ekonomik ve psikolojik sorunlardır.
“… Birkaç kere gittiği mahalle kahvesinde, insanların inançlarını savunurken, aralarındaki gizli bir dayanışmaya güvendikleri sezmişti. Toplumsal felaketleri alt edebilmek için başvurulan bu milli kardeşliğin, bu genel güvenin dışında kalmak , ne kadar önem vermiyor görünse de, kahredici bir yalnızlıktı.
İhsan’la Ahmet’in kendisini aramalarıyla işte bu yalnızlıktan kurtuluyordu. Artık Kâmil de memleketi kavrayan felakete karşı çıkanların yanında, arasındaydı. Karısına müjdelemek istediği aslında Karadayı gazetesi değil, yüklendiği bu yaman sorumluluk, kim olursa olsun herkese açıkça gururlanma hakkı veren bu şerefli ödevdi.” (s.153-154)
İzlek: Kemal Tahir, bu romanında Türk halkının birazda Türk aydınının kimliğinin kaybetmemesi her şartta ülkesine sahip çıkacak bir güçte olmasını ele alır. Özellikle aydınların halkı aydınlatmaları ve halk üzerindeki etkileri romanda ele alınmaktadır. Yazar bunu bilinçli bir şekilde realist olarak okuyucuya sunar. Burada Kâmil Bey ile aydın halkın kimliğini kaybetmemesi gösterilmektedir.
“ – Haklısınız! Üzerinine devrilip imparatorluğu, biz aydınlar mı ezdik, yoksa imparatorluk üzerimize devrilip bizi mi ezdi? Zaferden sonra memleket bize bırakılmamalı… Bu ihanet olur… Bir an durdu. Gözlerinden tatlı bir şey geçti. Ne güzel! Anadolu, harbi kazanmaktan daha başka, daha büyük bir şey yapmak zorunda… Sözgelimi Tanzimat’ın, Meşrutiyet inkılabının yapamadığını… Bizim Meşrutiyet inkilabı, ileri bir hareket olduğu halde, neden memleketin bahtını değiştiremedi? Bir yerde okumuştum. Çünkü inkılabın temsilcileri halkın sahici ihtiyaçlarını bilmiyorlardı. Hareketi, halka doğru götüremediler. İhsan bana muharebelerden bir büyük söz getirdi. Bu hediyeyi yaşadıkça kalbimde taşıyacağım, çocuklarımla paylaşacağım, giderken onlara miras bırakacağım. İhsan bir gün bana: “ Karıcığım, dedi düşüne düşüne bak ne buldum. Meşrutiyet bu memlekete hürriyet getirmiş. Bu yüzde yüz… Hiç değil, ilk aylarda… ama, bu hürriyeti getirip kime teslim etmiş bilir misin? Hürriyeti dövüşerek elinden aldığı despot takımına… İşte bu sebeble İstanbul’daki hürriyet bayramını düşündükçe artık ağlayasım geliyor”. Ne kadar doğru değil mi? (s.188)
Ana örge: Bir milleti kurtarmak için her türlü olumsuz şartlara rağmen ne olursa olsun yapılacak her şey o milleti kurtaracaktır. Kişilerin var olma girişimleri özellikle eserde yoğundur.
“ – Olmaz. Anadolu kadınları tarlada doğururlarmış da, ekin biçmeyi bırakmazlarmış.(s.268)
“-Elbet asacaksın. As… Ramiz kulun kurban olsun… Bu dünyada…” (s.461)
Zaman:
Nesnel zaman: Romanda olayların geçtiği dış zaman ya da takvime bağlı zaman, 1914-1919 yılları arasında geçen milli mücadele dönemini ve anadolunun durumunun anlatıldığı tarihlerdir.
Vaka zamanı: Kemal Tahir, nesnel zaman dilimini romanın başından sonuna kadar kullanmış. Olayları gerekli gereksiz demeden anlatmış özetlemeye girmemiştir. Olaylar nesnel zaman içerisinde kronolojik sıra ile ilerlemektedir. Bunun yanında romanda genişletme tekniğide kullanılmıştır. Yazar, kişileri iç dünyaları ile aktararak onların geçmişini hatırlatır. Roman üç bölümden oluşur. Birinci bölüm 7, ikinci bölüm 3, üçüncü bölümde yine 7 paçadan meydana gelir.( Esir İstanbul- Bulanık Su- Kâmil Bey)
“ Kâmil Bey, bekarlığında, aşkı, geçici ilintilerle hiç karıştırmamış olduğu için, Nermin’i,yıpranmamış yüreğinin var gücüyle sevmişti. Bu sevgide, candan yakınlığı vardı. Bunca yıllık karısındaki gizli tutukluğu sezememesi, güvenilir erkek olduğuna yüzde yüz emin bulunmasından, sevdiği kadının en küçük ürküntüde kendisine sığınmasını olağan saymasındandı. (s.16)
Özetleme: Romanda yer yer geçmişte olan olaylar özetlenerek aktarılmaktadır.
“ Kâmil Bey hesaplarını memleketin savaşa katılmayacağı üzerine oturtuğu için, İspanyol prensi dostunun sonbaharı Kordova’da şatosunda geçirme teklifini hiç duraklamadan kabul etmiş, Osmanlı İmparatorluğu’ nun savaşa girdiğini, bu sebepten, kasım ortalarında, Kordova’daki bir İspanyol şatosunda haber almıştı. ( O günü, hiç unutmaz, tabancayla atış yarışması yapıyordu. Kendisi gene hiç unutmaz, 122 sayı öndeydi).”(s.9)
-Genişletme: Geriye dönük genişletme: Romanda daha çok geriye dönüşlerle geriye dönük genişletmeler hakimdir. Kâmil Bey ve ailesinin ülke dönmesiyle bu genişletmeler başlar. Bu geri dönüşler Kâmil Bey yoğun olmak üzere eşi Nermin üzerinden de aktarılır.
“ Kâmil Bey, Mahir Paşayı değil, oğlu Fuat Bey’i hatırlamıştı. Fuat Bey kendisinden dört yaş büyüktü. Galatasaraylıydı. Çok okur, galiba şiir bile yazardı. Beraber ava giderler, kürek çeker, boks yaparlardı. İstanbul’daki İtalyan Büyükelçiliği müsteşarının güzel kızıyla -1900’de- evlenip Avrupa’ya yerleşmişti…”(s.66)
-Genişletme: İleriye dönük genişletme: Romanda ileriye dönük genişletme birkaç yer dışında kendini açık bir şekilde belli etmez.
Anlatma zamanı: Kemal Tahir’in Esir Şehrin İnsanları (1952)Yeni İstanbul, tefrika olarak yayınlandı. Nurettin Demir takma adıyla 1956 yılında kitap halinde yayınlandı. Yani anında anlatrma değil sonradan anlatma vardır. Kemal Tahir o zamana kadar yazılan diğer roman ve yazarlardan farklı olarak ele aldığı romanda realist olarak yaklaşmıştır. Ne kadar sosyalist gibi görünsede romanda bunu göstermemiş sosyalistlerden farklı görünmüştür.
Mekân: Romanda soyut mekan yoktur. Hepsi somut mekânlardır. Somut mekânlardan da hem açık hem de kapalı mekânlara birlikte ele alınmıştır.
Açık mekân: Romanda genel olarak İstanbul ve ona bağlı küçük yerleri Nişantaşı, Beyoğlu, Babıâli Yokuşu, Unkapanı ve Kocamustafapaşa, Üsküdar, Bağlarbaşı gibi mekanlar ele alınmıştır. Bu mekanlar mütareke dönemi ele alındığında romandaki kişilerin daha doğrusu kesimlerin ayrılmasında etkili olmuştur. Bu yerler eski-yeni gibi düşündüğümüzde Nişantaşı ve Beyoğlu, Üsküdar ve Bağlarbaşı gibi semtler benzer özellik gösterirler.
“Nermin, Kocamustafapaşa’nın nerede olduğunu bilmediği için, sadece gülümsedi.”(s.437)
“Arabacı kırbacını şaklatarak sıska havanları haydalıyor, yokuş gittikçe dikleştiği için Kâmil Bey koca gövdesinden adeta utanıyordu.”(s.64)
“ Beyoğlu Caddesi, elektriklerini keyifle cömertce yakmıştı. Kaldırım yabancı üniformalarla, camekânlar yabancı ranklerle doluydu. Kâmil Bey, bir milyon kederli insana karşı, bu bir karış sokağın kışkırtıcı yılışıklığına şaştı.”(s.279)
Kapalı mekân: Romandaki kapalı mekanlar genellikle dönemin atmosferini yansıtan klasik mekanlardır. Bu mekânlar; Karadayı Gazetesi, Bekirağa bölüğü, Kâmil Bey’ in evi, merkezdeki adliye ve Fuat Efendi’nin evi, Hala Hanımın evi gibi mekanlardır. Buradaki kapalı mekanlar tek tek incelendiğinde;
-Karadayı Gazetesi: Bu mekan Kâmil Bey’den önce kötü bir durumda iken onun işe başlamasıyla biraz modern bir şekle kavuşmuş bir mekandır. İşlev olarak romanda aktif bir şekilde ele alınmaktadır. Milli mücadele ve Anadolu’daki durumun gidişatı hakkında önemli bir etkiye sahip bir mekan olarak ele alınmıştır.
“- Üzülmeyin canım… Bir türlü fikrimi tastamam anlatamam! Huyum böyle… Yani şimdilik karışmanız gerekli değil. Haberiniz de olmayabilirdi. Fakat ben ilk günü açok konuşmayı uygun gördüm. Her şeyi bilirseniz tehlike daha az olur. Burasını yalnız bırakmayacağız… Hiç değilse, gündüzleri… Anadolu’nun bir kısım haberleri… Gizlice haberleri… Bizden geçer çünkü…”(s.162)
-Hala Hanımın Evi: Nişantaşı’nın en değerli kârgir konaklarında biri olan ve dönemin elit kısmının ikamet ettiği bir evdir. Dönemin batılı anlayışına uygun yani bir antika ve klasik eşya ile var olan bu ev batılı anlayışı modernizmi temsil eder.
“Nermin halası, Nişantaşı’nın en değerli kârgir konaklarından birini satın almış, girişten başlayarak, tıka basa antika eşyalarla doldurmuştu. “ Buna dayalı döşeli denmez, düpedüz antika dükkanı denir” diye suatını buruşturdu, ilk gördüğünde Kâmil Bey, bu kadar pahalı karışıklığın içinde yaşamaya insanların kendilerini nasıl mahkum ettiklerini bir türlü anlayamadı.”(s.42)
-Kâmil Bey’in evi: Kâmil Bey’in babaannesinden kalma bu ev eskimiş yıkılmış haliyle Kâmil Bey ve ailesini karşılamıştır. Hala hanımın evinden ayrılarak tek çare ve akla gelen tek yer burasıydı. Artık bu eski köşk onarılarak ailenin yeni yaşam yeri haine gelecektir. Bir zamanlar lüks hayat içinde yaşayan Kâmil Bey artık Üsküdar’da Bağlarbaşın’da yoksulluğun umut kırıcı duygusuyla yaşayacaktı.
“Kâmil Bey, karısıyla kızını buralardan geçirip Bağlarbaşı’ndaki harap köşke nasıl götüreceğini, orada nasıl barındıracağını düşünerek kaygılandı. Parasızlığın ne kadar umut kırıcı bir şey olduğunu, şimdiye kadar hep aklıyla bilmiş, böyle yaşayışında hiç denememişti. Yoksul insanların varlıklarla neden aynı olaylar karşısında aynı düşüncede, duyguda, davranışta olamayacaklarını şimdi daha iyi anlıyordu…”(s.64)
-Bekirağa Bölüğü: Kâmil Bey’in suçüstü yakalandıktan sonra tutuklanarak konulduğu zemin katındaki odadır. Eski ve birazda Bizans mahzenine benzeyen bu küçük oda Kâmil Bey’in yedi yılını geçireceğini bilmediği bir mekandı artık. Kâmil Bey bu odada tamamıyla kendiyle yüzleşerek ve düşünerek biraz özgüven biraz da korku yaşıyordu. Karışık duygular içinde günlerini geçirirken bir yandan da Anadolu’yu merak etmeyi unutmuyordu.
“ Burayı geniş basamaklı bir tahta merdivenle iniliyordu. Tavanı kalın taş direkler üzerinde durduğu, tabanı tuğla döşeli olduğu için geniş koridor ilk bakışta bir Bizans mahzenine benziyordu.” (s.324)
-Fuat Efendi’nin Evi: Kâmil Bey’in eski arkadaşı olan Fuat Efendi’nin evi dini özellikler taşıyan bir mekan olarak ele alınmıştır. Nedeni ise Fuat Efendi’nin savaşacak ruh gücüne sahip olmaması ve çareyi tekkelerde, tarikatlerde aramasından kaynaklanmaktadır. Kendisi Kadiri ve Rufailiğe de heveslenen bir kişi olmasından dolayı evde bu tarikatların çeşitli yazı, levha, eşya vb. bulunmaktadır.
“Alındığı oda sıcaktı. Kâmil Bey yalnız kalınca çevresini gözden geçirdi. Duvarlarda çeşitli tarikat taçlarının resimleriyle çeşitli yazı levhaları asılıydı. Bunları en büyüğü, herhalde en değerlisi Kadiriliğin piri İsmail Rumi’nin adını taşıyordu. Resimlerden biri Rufai arması, birisi resul kapısıydı. Raflardaki Rufai şişeleri, Rufai gülü, şifa topuzu…”(s.67)
-Merkezdeki Adliye : Bir zamanlar ihtişamlı bir görüntüye sahip olan bu adliye artık eskimiş, dökülmüş, perişan bir vaziyette romanda yer almaktadır. Adliyenin bu halde olması Osmanlı Devleti’nin içinde bulunduğu durumun ne kadar zor bir durumda olduğunun ifadesidir.
“En ayıbı, her tarafı toz içindeydi. Vaktiyle bu yapı tepeden tırnağa yağlı boyayla boyandığı halde yıllardan beri boyaların yerini kapkara kir tutmuştu. Bütün bu harap ve sefil görüntüye, tavanların, alçıları yer yer dökülmüş, yaldızlı süsleri, gülünçlük katıyordu.”(s.116)
Mekan Tasvirleri: Romanda yer yer mekân tasvirlerine de rastlanmaktadır. Bu tasvirler genellikle öznelleştirilerek dönemin karamsar havasını yansıtacak şekilde yapılmaktadır.
“Küçük Ayasofya’dan Etyemez’e kadar bütün mahalleri yangınlar silip süpürmüş, yanmayan ahşap ev yığınlarını da, uzun savaş yılları, onarımsızlıktan kağşatıp çökertmişti. Büyük camilerin kubbeleriyle minareleri bile sanki artık kâgir katılıklarını taşımıyor, pamuk balyası yığınları gibi insana yumuşaklık duygusu veriyordu.”(s.28)
Kişiler Kadrosu: Romanın oldukça kalabalık bir kişiler kadrosu vardır. Bunları özelliklerine göre tasnif edilişi ise;
Merkezi Kişi: Romanın merkezî kişisi Kâmil Bey’ dir. Çünkü romanın büyük bir bölümünde yer alıyor, olaylar onun etrafında gelişiyor ve romanın diğer kişileri onun etrafında yoğunlaşarak olaylara dahil olmaktadır. Roman aslında Kâmil Bey’in hayat akışı üzerine kurgulanmıştır.
Mesala Kâmil Bey’in Avrupa’dan maddi sıkıntılardan dolayı İstanbul’a dönmesi, eski arkadaşları olan Ahmet ve İhsan’la tanışması, Karadayı’da işe başlaması ve son olarak mühimmat sevk ederken yakalanması gibi olaylar onun merkezi kişi olduğunu gösteririr.
Yapılarına Göre Tipler
Yüceltilmiş Tip: Romanda yazarın okuyucularına örnek olarak gösterdiği, duygu ve düşüncelerini yüklediği yüceltilmiş kişi Nedime Hanım ve İhsan’dır. Özellikle İhsan’ın milli mücadele karşısındaki tavrı ve düşünceleri yazarın üzerinde durduğu noktadır. Yine aynı şekilde eşi Nedime Hanım ise hiçbir zorluktan yılmayan çetin bir türk kadını olarak ele alınmış ve yüceltilmiştir. Kâmil Bey bu iki kişiden bir çok şey öğrenerek asıl aydınlığa kavuşmaktadır.
İlk Örnek: Romanda ilk örnek olarak Yakup Cemil Bey’i gösterebiliriz.
“-Tövbe efendi! Tövbe, aman! Olmaz. Vade yetti mi, tamam… Baksana koca Yakup Cemil Bey hapte mi öldü! Allah rahmet eylesin! Ben ömrümde onun kadar babayiğit adam görmedim. Biz o vakitler buraya yeni gelmişiz! Bir meseleden Enver Paşa’yı kızdırmış. Haydi babam, yakaladılar, buraya kapattılar. Askerleri de dışarıda bakırcı dükkanında oturmakta… Yakup Cemil Bey’in askerleri… Mahpusanedeki babayiğitlerden bir tabur seçmiş. Eğer o gün yakalamasalarmış, muharebeye gidip Bağdat’ı İngilizler’den geri alacakmış. Alacağı da hiç şüphen olmasın! İşte, bu senin yattığın odaya kapattılardı. “Dışarda askerleri var “ dedim ya, pencereden bir işaret etse, İstanbul’u yakarlar şart olsun… Herifler dipten doruğa silahlı…”(s.337)
Nihilist Tip: Romanda hala hanımın kızı Saliha nihilist tiptir. İçinde bulunduğu sosyal, ideolik değerler kayıtsız, Avrupai tarda yaşamaya çalışan ve İngiliz sever bir tiptir. Hiçbir çıkarı yokken Kâmil Bey’e topraklarını İngilizlere satması konusunda etkilemeye çalışır.
“- Neden satmıyorsunuz. Musul’daki topraklarınızı İngilizlere?
Kadın boynuna sarılıp öpmeye kalksaydı Kâmil Bey bu kadar şaşırmazdı. Kendini toparlamaya çalışırken apansızkarşılaştığısarkıntılıktan kurtulduğuna da sevinmişti.
-Nereden aklınıza geldi Musul’daki topraklar şimdi?
- Geldi. Seni sevdiğim için söylüyorum. Yoksa uğraşmam böyle şeylerle ben… Hiç ilgilenmem, başkası olsa…”(s.60)
Konularına Göre Tipler
Sosyal Tipler: : Romanda yoğun olarak sosyal tiplere yer verilmiştir. Değişik sosyal kesimleri temsil etmek üzere seçilen bazı sosyal tipler şunlardır:
-Milli Mücadeleye Destek Çıkanlar: Kamil Bey, Fuat Bey, Ramiz
Efendi, Mehmet Ali, Nedime Hanım, Suat Bey, 116 Ahmet, İhsan Bey, Yakup Cemil, Nuri Usta, Fatma Hanım.
Kâmil Bey: Avrupa’da yaşarken ekonomik sıkıntı nedeni ile İstanbul’a gelir, ve eski okul arkadaşlarının onu bulmasıyla hayatı birdenbire değişir. Artık Kâmil Bey eskisi gibi değildir. Milli mücadeleye katılır. Önemli bir sorumluluk alır. Fakat bu sorumluluk onun yakalanmasına neden olur. Bu yakalanmayla 7 yıl hüküm yer. Bir yandan hapse düştüğüne üzülürken bir yandan da memleketin kurtulduğuna sevinir.
Fuat Bey: İçindeki cesaretsizliğinden ve evliliğindeki sorunlarından dolayı çareyi tekkelerde ve tarikatlarda aramış ve bu yöne yönelmiş bir kişidir. Fakat içinde bulunduğu durum onu artık tekkelerde ve tarikatlarda da rahatsız ediyordu. Ani bir kararla milli mücadeleye katılmak için Anadoluya geçmiştir.
Ramiz Efendi: Asıl mesleği öğretmenlik ve subaylık olan Ramiz Efendi, milli mücadele için çalışan bir kişidir. Özellikle Anadolu ve İstanbul arasındaki mühimmat ulaşımında etkili rol oynamaktadır.
116 Ahmet: Biraz içine kapanık biraz da ürkek bir yapıya sahip olan Ahmet, Kâmil Bey’in okuldan arkadaşıdır. Milli mücadeleye katılmasında etkili olmuş kişidir. Mühimmat sevk ederken suçüstü yakalanmıştır. Hapishanede yapılan işkencelerle bitmiş ve Kâmil Bey’le yüzleşirken onları ihanet ettiği için sara krizine girerek ölmüştür.
İhsan Bey: Karadayı’nın sahibi aynı zamanda milli mücadelenin etkili isimlerinden biridir. Özellikle Kâmil Bey’in düşünceleri hakkında bayağı bir etkisi olmuştur. Milli mücadele destek verirken suçüstü yakalanmış ve 10 yıl hüküm yemiştir.
Nedime Hanım: İhsan’ın eşidir. İhsan tutuklandıktan sonra Karadayı idaresini o almıştır. Aydın bir kişi ve milli mücadelede etkili rol oynar.Aynı zamandahamiledir. Kadınların milli mücadeledeki önemini anlatır.
Mehmet Ali: Duygu yüklü ve edebiyata sanata düşkün bir subaydır. Memleketin içinde bulunduğu durumdan hoşnut değildir. Gemide kafasına sıkarak yaşamına son vermiştir.
Yakup Cemil Bey:Yakup Cemil, Enver Paşanın askerlerindendir. Enver Paşa yaptıklarından dolayı Yakup Cemil’i mahkum ettirir. Yakup Cemil mert ve kahraman bir komutandır.
Suat Bey: Siyasetten mahkum edilmiş bir aydındır.
Fatma Hanım: Ramiz Efendinin karısıdır. Titiz ve hareketli bir kadındır. Okuma yazması yoktur. Fakat nerede nasıl davranılacağını bilen biridir. Aynı zamanda milli mücadeleye destek verir. Hapishaneye İnönü’nün haberini getirir.
-Milli Mücadele Karşı Çıkanlar: Nermin Hanım, Nermin Hanımın
halası, Enişte İbrahim Bey, Sabriye, Yüzbaşı, Kurmay Binbaşı Burhanettin Bey, Paşa,
Abdülvahap Çavuş,
Nermin Hanım: Kâmil Bey’in eşidir. Uzun süre eşiyle Avrupa’da yaşamış o da Kâmil Bey gibi varlıklı bir aileden gelmiştir. Fakat memleketin içinde bulunduğu durumla hiç ilgilenmemektedir.
Nermin Hanımın Halası: Nişantaşı’nın kargir konaklarında oturan İngiliz ve Amerikan askerlerini sahici bulan bir tiptir. İstanbul’daki işgalle daha iyi bir hayat yaşayacağını sanar.
Enişte İbrahim Bey: Özellikle İngiliz subaylarla arası çok iyidir. İngiliz Mühipler Cemiyetine üyedir. Kâmil Bey’in Milli mücadeleye katılmasını istemez.
Binbaşı Burhanettin Bey: Emperyalist güçlere karşı mücadelenin imkansız olduğunu düşünür. Kâmil Bey’den cevap almak için ona çeşitli görevler söyler.
Abülvahap Çavuş: Bekirağa bölüğünde işkence yapmakla meşhur subaydır.
Sabriye: Annesi gibi Emperyalist yanlısıdır. Garip bir kızdır. Aynı zamanda Kâmil Bey’e ilgi duymaktadır.
-Yardımcı Kişiler: Dülger Cemil Usta, İmam, Ahmet Rasim, Şipşak, Abdullah Ağa,
Abuzer Ağa, Gardiyan Asker İbrahim, Çerkez Ethem, Kadir.
Kurgusal Kişi
-Hatırlanmış Kişi: Romanda iki tane hatırlanmış kişiler vardır; Selim Paşa ve Yakup Cemil Bey. Selim Paşa, Kâmil Bey’in babası olduğu için; Yakup Cemil Bey ise yiğitliğinden dolayı romanda bahsedilmektedir. Romanda aktif olarak ikiside yer almaz.
Kişi Sunumu
Ruhsal Boyut Sunumu: Yazar, roman kişilerinin iç dünyalarını, ruhsal özelliklerini, duygu ve düşüncelerini romanda aktarmıştır.
*İç Çözümleme: Yazar yer yer romanda iç çözümlemelere yer vererek kişilerin durumlarını gözlemci tarzıyla okuyucaya aktarmıştır.
“Kâmil Bey, karısının yüzünde, bir şeyler araştırarak öylece durdu. Kadının gözleri öfkeliydi. “Hasta zavallı” diye düşündü.”(s.286)
*İç Konuşma: Roman kişilerinin iç dünyaları aynı zamanda onların kendi kendilerine gerçekleştirdikleri iç konuşmalara yer veren yazar kişileri canlı tutmaya çalışmıştır.
“Kâmil Bey bocaladığını anlıyordu. Duygularını gizlemeya çalıştı. Gözlerini kısarak, kendisini gizlice azarladı:”N’oluyor efendi? Sen Ahmet’in tevkif edilmesinden korktun. Bu korku arkama ilk takıldıkları akşam, duyduğun korkunun sürüp gitmesi… Tu, Allah belanı versin!”(s.278)
Yazarın Kişiler Karşısındaki Tavrı: Yazar roman kişileri karşısında tarafsız kalarak onlara hiçbir şekilde müdahalede bulunmamıştır. Milli Mücadeleyi destek verenleri ne çok yüceltmiş ne de emperyalist takınmı çok aşağılamıştır. Kişilerin hepsine realist bir tavır yükleyerek onları okuyucuya aktarmıştır. Kişilerin gerçek yönleriyle bir bütün olarak ele almıştır.
“Kâmil Bey, onları dinlerken anladı ki, Mustafa Kemal Paşa’yla Ankara artık bir insan, bir kasaba adı olmaktan çıkmış… Anadolu’ya kaçanları Merdivenköy’üne kadar geçirip orada Kuvayı Milliye çetesine teslim ettiğini öğrendiği Manav Ali Ağa artık bir işlemeli poturdan, bir abani sarıktan ibaret İstanbul esnafı değil… Bu kaba saba suratın altında galiba, övünmeye asla tenezzül etmeyecek bir kahraman gizli.”(s.110)
Kurgulama Tekniği ve Öğeleri
Olay Örgüsü: Romanda olayalar baştan başlamış ve kronolojik olarak devam etmiştir. Yer Yer geri dönüşler de vardır fakat çok fazla değildir. Örneğin;
Kâmil Bey, maddi sıkıntılardan dolayı memleketi İstanbul’a dönmüştür. Fakat bu dönüş onun umduğu gibi değildir. İlk önce Nermin Hanım’ın halasının evine yerleşirler bir süre burda kalırlar. Burada rahat edemeyen Kâmil Bey büyükannesinden kalan köşkü hatırlar ve oraya taşınır. Orada eski arkadaşı Fuat Bey ile tekrar buluşur, mahallede yeni çevre yapar. Ahmet ve İhsan’la daha sonra da Nedime Hanım’la tanışarak milli mücadele katılır. Son olarak mühimmat sevk ederken suçüstü yakalanır ve yedi yıl ceza alır.
“Ayşe “ Nerede Sabriye teyzemin evi? Göstersenize anneciğim!” diye mızmızlanırken Nermin sekiz yıldır görmediği İstanbul’a baktı. Her şeyi birbirine katan koyu kurşuninin ürperticiliğine, Boğazı dolduran yabancı zırhlılara hiç aldırmadan sevinçli bir hasretle içini çekerek “ Oh canım İstanbul!” diye sevindi.”(s.29)
Hal Değişim Kalıbı: Romanda başlıca hal değişim kalıbı Fuat Bey’de görülür. Fuat Bey savaş yıllarından sonra dünya ilintisini kesmeye çalışmış ve tarikatlara yönelmiştir. Bunun sebebi ise güçsüzlüğüne vermiştir. Fakat daha sonra aniden fikrini değiştirerek Milli mücadeleye katılmıştır.
*“…Ya silahlanıp Anadolu’dakiler gibi dağa çıkmalı ya da dervişliğe sığınmalı” dedim. Çok güçsüz bir insan olduğumu, karar verdikten sonra anladım! Benimkisi düpedüz kaçakçılıktır.”(s.69)
*“… Sabah kadar düşünmüş, ölçüp biçmiş, dervişliğe sığınmanın maskaralığını anlayarak Anadolu’ya geçmeyi kararlaştırmıştı. Evet, orada ne yapacağını kestiremiyordu ama, bundan başka çıkar yol kalmadığına da kesinlikle inanıyordu.”(s.99)
Arayış Yolculuğu Kalıbı: Romanda yazarın kişilerdeki arayış yolculuğu milli mücadele ruhunu yakalamak ve yapılanların öncekiler gibi olmaması için uğraşamalarıdır. Bu durum özellikle İhsan ve Nedim Hanım’da yoğundur.
Organik Bütünlük: Roman, olayların düzenlenişi bakımından organik bütünlüğe sahiptir. Olaylar biribirinden kopuk değil, biri diğerinin sebebi ve sonucu olacak şekilde dizilmiştir.
Gerilim Unsurları
İç Çatışma: Kemal Tahir, romanında sürekleyicilik ve akıcı olabilmek için çok da olmasa iç çatışma yöntemini kullanmıştır. Bu yöntemle okuyucuya daha fazla merak ve heyecan duygusu uyandırmaya çalışmıştır. Romanda özellikle Kâmil Bey bazı yerlerde kendiyle yüzleşir ya da konuşur. Bu bölümlerde ilk başta ki Kâmil Bey ile sonda ki Kâmil Bey aynı değildir. Artık çok değişmiş ve bir takım özellikleri değişmiştir.
“Kâmil Bey tramvay durağında Ahmet’ten ayrıldığı zaman içini yokladı. Yüreğine acı bir şey dolmuştu. İhsan muhakkak ki kahramanlık yapıyordu. Varını, yoğunu “şüpheli bir işe” atmıştı. İşin şüpheli oluşunu düşünmüyor, inanıyor, şikayet etmiyor, memnun görünüyordu. İmrenmemek imkansızdı, İhsan kadar kuvvetli olmak lazımdı. İhsan’ın kuvveti, hayattan, sevgililerinden uzakta yaşamaya şikayetsiz katlandığından değil, Arap Abdullah gibi adamlarla bir arada bulunmaya tahammül etmesinden belliydi. Burdaki kahramanlık da galiba bundan ibaretti.”(s.151)
Sosyal Çatışma: Romanda sosyal çatışma iki grup arasında gerçekleşmektedir. Birinci grup milli mücedeleye olumlu bakarken diğer grup milli mücadeleye olumsuz bakar. Emperyalist görüşlü kişilerle Türk aydınının çatışdığı bu roman milli mücadele üzerine kurulmuştur. Romandaki bu çatışmalar sadece fikirsel boyuttadır.
Ana Düğüm: : Romanın ana düğümü, hapse düşen Kâmil Bey’in sonunun ne olacağıdır. Kâmil Bey, bilinçsiz olarak yaşadığı Avrupa’dan döner ve yeni bir hayat kurmaya çalışır. Fakat bu yeni hayat onu kendini milli mücadelenin içinde bulmasını sağlar. Sonu ise hapse düşmek olur.
Romanın Sonu: Romanın sonu açıktır. Okuyucu o anı hayal edebilir ve sonunu düşünebilir.
“Kâmil Bey, yarı karanlık yeraltı odasını birden doldurup soluklarını kesen umutsuz yalnızlığın ortasında kalakalmıştı. Dört yanına şaşkın şaşkın bakarak titreyen yumruğunu ağzına götürdü: “Yedi yıl! Burada bir başıma…Olmaz hayır, olmaz bu…”dedi.”(s.463)
Metinlerarası İlişkiler: Yazar, romanı etkili kılmak için uygun yerlerde metinlerarası ilişkiler kurarak romanı zengin bir yapıya kavuşturmuştur.
*Metin Ekleme Yöntemi: Birinci bölümün ikinci parçasında Üstteğmen Mehmet Ali Bey’in yazdığı mektuptaki bazı şiirlerden aldığı parçalar buna örnektir.
“Mehmet Akif’in;
Dünyâda inanmam, hani görsem de gözümle.
İmânı olan kimse gebermez bu ölümle:
Ey dipdiri meyyit, ’İki el bir baş içindir.’
Davransana... Eller de senin, baş da senindir!
His yok, hareket yok, acı yok... Leş mi kesildin?
Hayret veriyorsun bana... Sen böyle değildin.!”(s.32-33)
“Yahya Kemal’in;
Bin atlı akınlarda çocuklar gibi şendik
Bin atlı o gün dev gibi bir orduyu yendik !(s.37)
“Abdülhak Hâmit’in;
Yağsın nesi varsa kâinatın...
Lâkin bu derin sükût dinsin!..(s.445)
Dili: Kemal Tahir, romanda dili etkin bir şekilde kullanmıştır. Türkçenin akıcılık ve açıklık özelliğini iyi bir şekilde kullanmıştır. Gerçekliği sağlayabilmek için ara ara mahalli söyleyişe, deyimlere, atasözlerine yer vermiştir.
*Atasözleri: “Gün doğmadan neler doğar!”
“Attan inip eşeğe binmek”(s.374)
*Deyimler: “Yüzümüze gözümüze bulaştırdık.”(s.430)
“Yalanımız meydana çıkar.”(s.428)
“Bunu, yola gelmek sandı.”(s.422)
“Havada kapar”(s.402)
*Argo: Hergele…Ah, namussuz… Namussuz solucan! Bok!
Üslubu: Kemal Tahir, bu romanda genel olarak iki üslub kullanmıştır. İki üslub kullanarak romanın gerçekliğini arttırmış ve canlı tutmuştur.
*Havas Üslubu: Romanda özellikle Nermin Hanım’ın konuşmaları buna örnektir.
“-Bu Kuvayi Milliye de nedir kuzum?”
*Avam Üslubu: Roman, gerçekçiliği sağlamak adına halktan olan kişilerin eğitim ve sosyal konumlarına uygun olan konuşma tarzlarına, avamca konuşmalarına da yer verir.
“Ebuzer Ağa, bey’e beğ; sanki’ye sankim diyordu.”(s.178)
ESİR ŞEHRİN İNSANLARI
Kâmil Bey varlıklı bir aileden gelen ve uzun yıllar yurtdışında yaşamış bir aydındır. Fakat ekonomik sıkıntılar onu memleketi İstanbul’a dönmeyi zorlamıştır. İstanbul’a döndüğünde ise büyük bir hayal kırıklığına uğrar. İlk olarak Nermin Hanım’ın halasının evine yerleşirler. Bir süre burada kalan Kâmil Bey içinde bulunduğu durumdan rahatsız olur ve aklına büyükannesinden kalan köşk gelir ve oraya yerleşir. Köşke yerleşmeden önce eski arkadaşı Fuat Bey ile tekrar görüşür. Fuat Bey kendisine çok yardımcı olur. Asıl olaylar okuldan arkadaşı olan 116 Ahmet ve İhsan’la tanışmasıyla başlar. Onların yardımıyla Karadayı’nın başına geçer. Aynı zamanda milli mücadeleyede katılmış olur. Bir anda hayatı değişen Kâmil Bey, Anadolu’ya mühimmat sevkederken suçüstü yakalanır ve yedi yıl hüküm giyer.
YORUMLAR
Verilen emek ve gösterilen titizlik ortada, fazla söze gerek yok, ben sadece teşekkür ediyor ve alkışlıyorum sizi.
Saygılar.