- 436 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Seni kendine çağırıyorlar
Allah’ın kulunu kendine çağırmak için yarattığı çok sesler var. Kulaksız bile işitiliyor kimileri. Abartı sanma sözlerimi. Bazen ağrılarımın dahi ’beni kendime çağırmak için’ olduğunu düşünüyorum. Onlar olmadığında dünyayı kurtarmaya çalışan bir Süpermen’im. Sonra birden bir ağrı geliyor. Aaaa, ne oldu Süpermen’e, gitti. O alımlar çalımlar, yere göğe sığmamalar, afralar tafralar ne oldu? Bitti. Ağrım yüzümü kendime çevirdi.
Kendimi kurtarmanın yollarını aramaya başladım. Dışımdan vazgeçtim. İçime döndüm. Meselenin en başından beri ’ben’ olduğumu anladım. Derdimi dert verilince çözdüm. Unuturum gerçi. Yine unuturum. Ama ağrılarım beni unutmaz. Yeniden beni bana çağırırlar. Kulaklarım olmasa da duyarım o melekleri.
Yaşlandıkça ağrıların artmasının bir hikmeti de bu olmalı. İnsan yolun sonuna yaklaştıkça fırsatları azalıyor. Elindeki az şansı doğru kullanması için daha çok kendine dönmesi lazım. Peki bunu nasıl başaracak? Allah’ın rahmetinden çağrılar geliyor kalp telefonuna. Canın acıyor. ’Seriü’t-teessür/çabuk etkilenen’ oluyorsun giderek. Yaşlanırken daha çok kendine çağrılıyorsun. Yolun azaldı çünkü. Sahibin biliyor. Sen bilmiyorsun. Sahibin merhametli. Sen salaksın. Sahibinin bilip de senin bilmediğin o hakikatten haberdar edilmen gerek. Sese bürünmemiş bir ses içinden yükseliyor. Seni dışardan sana çağırıyor. İşte bu içeriye çağrılışlara ağrı diyoruz biz.
Ağrıların da çeşitleri var. Pişmanlık da artar insan yaşlanırken. Ayrılık da artar. Özlem de. Hüzün de. Bunlar da birer çağrıdır ne de olsa. Sesler çoğalır. Hatalar belirginleşir. Yolun sonuna gelirken bütünün resmi daha açık görünür. Manzaraya hâkim olduğun zaman yanlış adımlarını daha kolay hesap edersin. "İşte şurada yanlış yöne saptım. Sapmamalıydım. Bir yere çıkmıyordu. Cık, cık, cık. Buradan daha net belli oluyor." Yolun sonu söyletir insana böyle şeyler.
Gabor Mate Vücudunuz Hayır Diyorsa’da bağışıklık sistemini de bir duyu organı gibi okumayı teklif ediyor. Bedenin sana yanlış gidenlerden haber veriyor. Sen belki, hevana tutkun, yanlış yolda yürümenin getirdiği sürtünmeyi hissetmiyorsun. Fakat vücudun yaratıldığı şey üzere yaşatılmadığını hissediyor. Sana çağrıda bulunuyor. "Burada mutlu değilim. Bak canım yanıyor. Götürme beni! Sen farketmesen de ben incinirim."
Sen farketmesen de ben incinirim. Acze düştüğüm ilk şey kendimim. Ben bile bilmem kendimi. Cahili olduğum ilk şey kendimim. Böyle baktığım zaman varlıklara herşeyin benimle konuştuğunu düşünüyorum. Bugün tanıştığım insanlar, aynı otobüse bindiğim kişiler, yüzüme bakan yüzler, ayağıma çarpan taş... Hepsi bir lisanın parçaları mıydı yoksa? Ben, bir cümlenin parçası olurken bir taraftan, diğer taraftan da benimle konuşuluyor muydu? "Bu ne kudretli lisan!" diyorum o zaman. Kelamının içindeki parçalarla da konuşur kelamı. Onları cümlenin anlamına dahil olmaya çağırır.
Zaten bize verilen küçücük iradenin imtihanı nedir? Başka anlama gelebilme yetisinden vazgeçip üzerine yaratıldığı anlama dahil olma değil mi? Kaderi yazan hangi hikmete göre biçti bizi? Onu öğreneceğiz. O olmaya çalışacağız. Taşlar doğru yere oturduğunda cennetimizin kapıları açılacak. Sonsuzluğa giden yolun üzerine yerleştirilmiş birçok kapı var. Herbirinin üzerinde birimizin ismi yazıyor. Herkes ancak kendi kapısından girebiliyor cennetine.
Sen bunun farkında değilsin belki. Ama senin dışındaki herşeyin bunun farkında. Fıtratın bunun farkında. Vicdanın bunun farkında. En çok da kalbin bunun farkında. Onlar seni her vesile ile dönmen gereken kapıya çağırıyor. Açabileceğin tek kapı bu. Sen, sanki onu açması garantiymiş gibi, bir de başkalarının kapısıyla uğraşıyorsun. Acaba sen ne zaman iflah olursun? Canın sıkılıyor. Yüzün düşüyor. Geceleri kabuslusun. Gündüzleri hüzünlü. Her yanın ayrı ağrıyor. Ağrıların sana mübarek olsun. Şifanı Allah’tan dile.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.