- 871 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
Tebriz Güneşi' nin Son Akşamı
"Şems’in, askeri bir komutan olduğu ve
Moğol istilası’nın önüne geçebilmek amacıyla
Suriye’ye diğer komutanlarla istişare için gittiği
-artık- bilinmektedir."
Ah Rumi!
Dilediğin oldu sonunda. Veled, ciğerimi senin ellerinle burup bırakan o iki heceyle sınayınca, dağlanmış vicdanımla geriye döndüm. İki cihanı bu odaya sığdırman için bunca ağır ne eyledim ben? Seni, derdinin devasını ölümden gayrı hiçbir şeyde bulamayacağına inandırabilseydim keşke. Oysa sen, beni, uçtuğuma inandıran bir ayna oldun; efsunlandım ve vazgeçtim kanatlarımdan.
(Cihan bir yangın yeri, insan zalim; Obaların, yaylaların gece yarısı uykularında, silahlarına yeltenmeye bile fırsat bulamadan katledildiklerini gördüm. Süvarilerin, atlara yeleleri kadar hafif geldiklerini iyi bilirim. Moğol sırtlanlarının ateşten ve ölüm çığlıklarından irkilmez olduklarını çocukluğumda öğrendim ben. Yıkılmaz kaleleri, içindekileri ateş toplarıyla kavurduktan sonra ele geçirdiklerini de.)
Geldiğim yer, ayrıldığım yer değil… Ey kendine ait zamanlara hükmedebileceğini sanan, mesafeleri yok sayan, kalbinden başka bir alemi tanımamış olan; nice imkansızı gerçek edinen… Gözlerini kapatıp seyrettiğin hayatı, üzerlerine basıp geçtiğin insanları, sana yönelmiş pir-ü pak sevgileri, hatta avucundaki her eşyayı; edindiğin imkansızı ispata yol eyleme derdine düştün. Sen, hala belki sensin ama biz, biz olmaktan çok uzaktayız şimdi. “Gittiğin yol ne de kanlıymış” diye kahırlanmışsın ardımızdan. Yol, asıl, bugün ya da yarın avuçlarımıza kan kustuğumuzda yol olacak. A benim aklını, dilini, gözlerini yüreğinden karnına düşürmüş; kendi hülyasına sevdalanmış sevdiğim.
( İstila, cehennem kusanların, kan içerek serinledikleri yürüyüşün narin adıdır. Oysa bunlar kabaca Moğol; Azrail’ in kalfaları’..! Şarktan garba, vebayı gülsuyu gibi aratan ve dahî tamamı zebanilerden müteşekkil bu ordu, nihayet Rum diyarını yalıyor o kül eden diliyle. Kütüphaneleri, binaları, bahçeleri, eceli unutturan bütün güzellikleri, geçtikleri her yerde olduğu gibi burada da ölçüsüz şiddetten yerle yeksan edecekler. Ahi ve Türkmen kocaları bu aman bilmezlere karşı durmaya pek kararlı olsalar da tüm çabalar nafile; çaresiz, ya kölelik ya yok oluş.)
‘Bu dünyada artık beni hayrete düşürecek hiçbir şey kalmadı!’ dediğimde, İlahi, bir istihza gibi seni gönderdi bana. Hala, “Aşka ne diye hayret ediyorsun?” demektesin bana… Aşka değil, senin aşk ettiğine hayret etmekteyim… Elbet hayretimsin, tövbemsin elbet, aşığınım tereddütsüz. Çarıklarımı, altınlarının tozuyla parlatıp beni geri çağıracağına, gittiğim yolda sen benim ardıma düşemez, dünyalık neyin varsa ayaklarının tozuyla boğamaz mıydın? Kendimi sığdıramazken bu koca aleme, ne diye suretini, gövdeni iki cihan edip bırakıverdin avuçlarıma? Kanatsız, sana dönüp, birbirimizin önüne koyma telaşında çatlatıp - yardığımız iki cihan uçurumunda konakladığım bu gece, bir müntehir şems kadar karanlık.
(Dışarıda sinsi ayak sesleri, daralan o ki; katlime ayarlı bir kumpas.)
Rumi, ah.
YORUMLAR
Avni Çakar
o dönemde moğollar'a karşı olanların akibetlerini biliyoruz. sevgi ve hoşgörü adına sindirilmeye ve biat kültürüne çağrı yapanları da biliyoruz.
lacivertiğnedenlik tarafından 12/16/2017 10:52:49 PM zamanında düzenlenmiştir.
Avni Çakar
saygı ve selam.
http://avnicakar.blogspot.com.tr/2010/04/elif-safak-att-bende.html