- 473 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
-İSLAMİYETTE ÜÇ ZÜMRE-
Kuşkusuz, insanlar ana başlığın altında türlü alt başlığa ayrılabilir. Ara katmanlar, dereceler her zaman imkân dahilindedir. Ancak islam dini açısından ve inanç düzleminde insanlar genel olarak üç ana başlık altında değerlendirilmektedir.
…Mümin, münafık, kâfir…
Evet, Müslümanlığın üç anahtar kavramı karşımızdadır. Mümin, imanı içsel kılabilmeyi, gönülden bağlılığı, samimiyeti, insanın kendisini gerçek anlamda ve manevi düzlemde zengin kılarken kavramında içini boşaltmamasını simgeler. Mümin bir tür sanatkârdır. Bir rol modeldir. Davranışları örnek teşkil eder. Gerçek müminler ancak Allah’a ve Resulüne iman eden, ondan sonra asla şüpheye düşmeyen, “Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla savaşanlardır. İşte doğrular ancak onlardır.” (Hucurat/15) Yanı sıra “Müslüman, elinden ve dilinden müslümanların emin olduğu kimsedir” Hadis-i Şerif-i de derhal akla gelecektir.
Münafık ise iki yüzlüdür. İmanlı görünürken iç dünyasında aksini yaşar, “vay o namaz kılanların haline ki vurgusunun muhatabıdır”. Vaktiyle İsmet Özel’in bir denemesinde yer verdiği örnek uyarınca; mumu yatsıda sönen değil, mumunu yatsı namazını takiben sönecek biçimde ayarlayandır. Evet, “yalancının mumu yatsıya kadar yanar” sözünü geleneği takip etmediğimizde münafığın foyasının çabuk ortaya çıkacağı şeklinde anlarız değil mi? Oysa gerçek bunun tam tersidir. Münafık mumunu öyle bir ayarlar çok kez foyası ortaya çıkmaz. Ya da, tongaya düşmesi hayli müşküllüdür. Ünlü yazarımızın bu değerlendirmesi münafıklıktan her söz edildiğinde aklıma gelir. E! Günümüz insanı Hz. Peygamber değil ki; yüzü suyu hürmetine münafıklar ha deyince açığa çıkıp, rezil olsunlar. Cirit atmada, at koşturmada veya top yapmaktaki maharetlerinin de meşhurlardan olduğu düşünülürse durumun vahameti ortadadır. Şu kadar ki, münafıklığın kriterlerinden birine bile sahip olmanın kişiyi derhal münafıklık kapsamına sokmayacağı, ancak münafıklık alametiyle karşı karşıya bırakacağı hususu önem arz eder. Demem o ki, kafa yapısı bize uymamak veya her inanç algısı bizim gibi olmamak münafıklık anlamı vermeyecektir.
Maun suresi hem inkârcılığın hem de iki yüzlülüğün tanımlanması bağlamında ibretlik olmaktadır. Diğer yandan “Onlar küfür ile iman arasında/müminlerle kâfirler arasında bocalayıp dururlar. Ne onlara bağlanırlar, ne de bunlara. Allah, kimi doğru yoldan saptırırsa, artık sen ona bir çıkış yolu bulamazsın” (Nisa, 4/143). Ayeti Kerime münafıklığın net biçimde anlatımını vermektedir. Yine “Münafığın alameti üçtür: Konuştuğu zaman yalan söyler, söz verdiği zaman yerine getirmez ve ona güvenildiği zaman hıyanet eder” şeklinde bizleri karşılayan hadis-i şerif’de bu hususta aydınlatıcı olmaktadır. Diğer yandan, Hz. Ebubekir’in halifeliği döneminde namaz kılalım, oruç tutalım ama zekât vermeyelim diyen bazı kabile yöneticileri açıkçası tavizin kapısını aralamaya çalışmaktadır. Ne ki, halifenin bu duruma boyun eğmemesi ve zekât vermek istemeyenlerle Allah’a and olsun ki harb edeceğim demesi de manidardır.
Kâfir ise, Allah’ı ve vasıflarını inkâr edendir. Tanrıtanımaz ve materyalist anlayış biçimleri akla gelebilir. Burada kilit unsur açık ve seçiklik değil. Kalben inkâr önem arz etmekte olup kişi bunu kendi içinde yaşayabilir ve hatta dünyevi bir ahlak modeli ve anlayışı doğrultusunda birey ve sosyal münasebetlerde, çalışma hayatında çok pozitif bir insan da olabilir. Hani münafık misali dini bir rant alanı telakki etmez de. Oradan gelecek kazanımı etik ve felsefi bir duruşla da karşılayabilir. Bu tarz bir insan gün gelir en dindar ya da örfi Müslüman bir insandan daha takva sahibi bir inanan hüviyeti de kazanabilir. Kur’an-ı Kerim’de Kâfirun suresi; “De ki: Ey kâfirler, Tapmam o taptıklarınıza, Siz de benim kulluk ettiğime tapanlardan değilsiniz, Hem ben tapıcı değilim sizin taptıklarınıza, Hem de siz, benim kulluk ettiğime tapıcılardan değilsiniz, Sizin dininiz size, benim dinim bana” Şeklinde ayet dizilimiyle bu alanda bizleri aydınlatan bir sure olarak inkârcılığın niteliklerini gösteren ayetlerden yalnızca bir bölümünü vermektedir.
Bir önemli hususta şudur kanımca. Dinin içyapısıyla ilgisi olmayan örfi tasavvurlar ya da töreye bağlılık eğilimlerinin kabul etmek gerekir ki, müslümanlıkla hiçbir ilgisi bulunmamaktadır. Bilakis islam ahkâmı müslüman olmayı Allah kelamına tabi olmak bağlamında ortaya koymaktadır. Oysa örf, anane gibi şüphesiz dinin de reddetmediği, izafi pay tanıdığı ögeler ise kadim sosyo kültürel, hukuksal motifler olmaktadır. Dolayısıyla örfü öne çıkartmak, töreye yükseklik ve öncelik tanımak bizi hızla dinin özünden uzaklaştıracaktır. Burada örfe, töreye yükseklik ve öncelik tanıyan birey ve topluluk yapılarının ara sıra Allah, kitap, peygamber mefhumlarını da terennüm eder görünmelerinin kulakta hoş bir nağme bıraksa da özünde nahoş bir duruş teşkil edeceğini söyleyebiliriz.
Yine birey ve toplum psikolojisi bağlamında alırsak mümin sevimli bir kavramlaştırmadır da; münafık ve kâfir için aynı şeyi söylemek çok zordur. Yüz yüze iletişimde bu iki kavramı bir insana sarf etmek, kişiyi kendisiyle yüzlemenin böylesi, nazari bağlamda olaki doğru bir tanımlama olsun, bize de kendimizle tehlikeli bir yüzleşme sağlamaz mı acep? Ki bu kavramla tanımlanan kişi kabul edelim ki, haksızlığa maruz bırakılmış olur. Çünkü dinin özünde insanın kendisiyle hesaplaşması vardır. Kendimize hoşgörü duyamayız ve başkalarını yargılayamayız da.
Bu üç zümrenin dışında müşrik olarak anılan bir kesimden de söz edilir ki, "Allah’ın varlığını kabul etmekle beraber ibadetleri de Allah ile beraber bir başkasına yapan ya da Allah’tan başkasına yapan kimse yani şirk koşan olmaktadır." Dolayısıyla kâfirin bir başka türlüsü müdür yoksa münafıklık alameti midir sorgulanabilir de.
Peki, dinsel nitelikli mümin, münafık, kâfir ve hatta müşrik kavramlarının modern toplumlarda siyasi, ideolojik, felsefi ve kültürel izdüşümlerinden söz edebilir miyiz? Elbette, ancak farklı bir yazının konusu olacak ölçüde geniş bir alan bizleri beklemektedir.
L.T.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.