- 542 Okunma
- 1 Yorum
- 1 Beğeni
Geçmişten bir resim.
Bilmiyorum nedendir, nasıldır ama rahmetlik babam derdi ki hep ben “Ağa” çocuğuyum diye!” inanırdım tabi ki de! Babamdı nede olsa; kime inanacaktım ki? Bir gün hafızamdan hiç düşmeyen, hep canlı kalan bir hadiseyi anlatmıştı.
Yazın sonuydu. Sonbahardı sanırım. Yerler sürekli yağan yağmurdan dolayı hep çamur. Neredeyse diz boyu. Babam 7 – 8 yaşlarında bir çocukmuş daha. Geçmiş zaman dedem babam ve kız kardeşi ata binmiş bir durumdalar mı? Yoksa bir atlı arabadalar mı? Bak burası puslu halen. Köyün yolundalar iken toprak işçilerinden (Ki bunlardan hep “Azab” diye söz edilirdi hep) birisi, eşi ve çocukları yürümekteler. Hatta çamurdan yürümeye çalışmaktalar. Bu esnada karşı yönden babamın biz ağayız ama onlar “Ağalar ağası idi” dediği Ağa ve iki oğlu gelmektedirler. Onlardan birisi Ağalar Ağası’nın büyük oğlu atı ile “azab” Hüso’nun etrafında dolanmaya başlar. Bu dolanma çember daralıncaya kadar, sürer. Ta ki atın kişnemeleri ile karışık bir sıkıştırma olana kadar. “Azab Hüso” nun elinde “ görünmektedir. Bellidir ki o günkü tayınları yani nafakaları ya da yiyecekleridir o kapkara ekmek ve içindeki parıldayan zeytinler, o zaman daha bir çocuk olan Babama göre! İşte bu dalaşmanın neticesinde dizginleri iyice çekerek atını hem yarım şahlandıran ve hem de “Azab Hüso” nun üzerine doğru sürükleyen Ağalar Ağası’nın büyük oğlu istediğine muvaffak olarak, “Azab Hüso” yu çamurların üzerine yuvarlayarak düşürmeyi başarmıştır. 74 yaşında bile bu olayı anlatırken gözlerinden ateşler fışkırırcasına parlaklık ve ardından ıslaklıklar görürdüm babamın. Düşerken bile o kara ekmeği tutmaya çalışmıştır “Azab Hüso” ve muvaffak olamamıştır. Belki de bu taciz devam edecekken dedem, yani “Kambur Mustafa” bağırır. “YETER MAMAT” diye! O an durur Mamat. Durur artık. Babam yaşadıydı bu anlattıklarını ve yıllarca hiç unutmadıydı. Ya ben! Bende hiç unutamadım. Önceleri sadece etkilenmiştim. Sonraları hep anladıkça, anladıkça, anlayabildikçe içime çöreklendi. Hiç unutamadım. Nasıl bir misyondu bu “Ağa” lık? İyi bir şey değildi herhalde. Öyleyse dedem de iyi biri değildi. Öyle ya. Babam da iyi birisi değilmiydi yoksa?
Aradan geçen yıllar boyunca bu soruya bir cevap bulamamıştım. Geçti gitti yıllar. Böylece bir gün oturulmuş, ortak anılar konuşulurken bir olayın içinde bir delil buldum sanki. Şöyle ki;
Hiç şehir ekmeği yiyemediklerini anlatıyorlardı rahmetlik babam ve rahmetlik amcam gülümseyerek. Bir gün dedeme diyemezler de neneme rica ederler beyaz ekmek, şehir ekmeği yeme isteklerini. O da dedemi ikna ederek, bir delikli kuruş ve birde yağlık dedikleri dört köşesi teyerlenerek dikilmiş bir bez parçası ile şehre inerler. Fırının önü çok kalabalık ve iki çocuk. Amca bir kilo ekmek derler parayı ve yağlığı fırıncı çırağına verirler. Kalabalık ile fırının önünden sürüklenirler, ne paranın üstünü, ne ekmeği ve nede yağlığı alabilirler. Akşama kadar gezer, akşam sessiz ve mahçup eve dönerler. Sessizdirler. Ama konuşan bir sessizlik. Hiçbir soruda sorulmaz bu iki çocuğa. Ne ekmeklerin, ne paranın ve nede yağlığın akibeti sorulmaz. Ders alınmış, doktora tamamlanmıştır. Şehir ekmeği neyimize!
Çok sonradan puzzle tamamlanınca, az biraz toprağımız olduğunu, zeytin ve bağ gibi. İşçi çalıştırırmışız hasat mevsimlerinde. Onlar da peki Ağam, olur Ağam derlermiş. İşte buymuş bizim “Ağa” lığımız. Ama hiç unutamadım o “kara, çöplü bir arpa kepek karışık ekmek ve arasında parlayan siyah zeytinleri” düşlerimde gider düşmeden yalardım çamura. Yada başka bir düşümde kıskıvrak yakalardım “MAMAT” ı engel olurdum. Sonraları, çok sonraları 70 li yıllardı mamatlar olmasın diye sokaklardaydım. Commandanteler ileydi gönlüm kara kapkara ekmeksiz kalmasın diye “Hüso” lar. Belki de boşunaydı kimbilir?