- 4891 Okunma
- 1 Yorum
- 2 Beğeni
MELİHA
Ey edebine hayran olduğum yar! Bilir misin ki sendeki edep seni sevmeme sebep, demiş isimsiz şair. Demek bu kadar güzel oluyormuş edepli insanların vedası zahir…
Mesleğimin altın çağını yaşadığım yıllardı. Serde gençlik var ve ben yorgunluk nedir bilmiyordum. Haftanın üç günü öğrencilerimle etüt yapıyor, sorular çözüyor ve flüt öğretiyordum. Çarşamba günleri ise ünlü Fazıl Ahmet Paşa Kütüphanesinde kitap okuma etkinliği yapıyordum. Herkes sınıfımızdan övgüyle söz ediyordu. Kısa sürede Samsun’un bu ücra kasabasının en beğenilen öğretmeni olmuştum.
Ertesi yıl prosedür gereği birinci sınıfları almıştım. Türkiye’nin çalkantılı yıllarıydı. Televizyonlarda o güne kadar görmediğimiz insan tiplerini görüyor ve ülkemiz adına endişeleniyorduk. Bizleri 28 Şubat sürecine götüren öğretim yılına endişeli başlamıştık. Sınıfım, diğer sınıflardan daha kalabalıktı. Okulun ilk günü öğrencilerimi sıralarına yerleştirirken, lacivert önlüklü çocuk kucağında bir kadın girdi sınıfa. Hafif etine dolgun, buğday tenli ve düzgün yüz hatları vardı. Çekingen bir tavırla oğlunun “engelli” olduğunu ve bu sınıfta kayıtlı olduğunu söyledi. Daha şaşkınlığım geçmeden, ikiz kardeşinin karşı sınıfta ve sağlıklı olduğunu sıralayıverdi. Annesinin kucağından inmeyen bu erkek çocuğunun adı Taha’ydı. Spastik engelliydi. Doğum esnasında beynine yeterince oksijen gitmemişti ve havasızlık sonucu bu hale gelmişti. Karşımda ayakta duramayan, kaslarını kullanamayan çarpık bir çocuk duruyordu. Birden suratım düştü ve bütün enerjim gitti. Hışımla sınıftan çıktım ve müdür odasına yöneldim. Hiç selam vermeden: “ Çok güzel bir ödül verdiniz Müdür Bey. Sağlamlar diğer sınıfa, çürük çarıklar toplama kampına!” dedim ve yeni öğretim yılına bir sıfır yenik başladığımı düşünerek ağlamaklı bir şekilde girdim sınıfıma.
Taha sırasında desteksiz oturamıyordu. Tahtayı gözlükle dahi zor görüyordu. Ellerini kullanmada zorluk çekiyor ve sık sık kasılmalar yaşıyordu. En önemlisi tuvalet ihtiyacını gideremiyor, yemeğini yerken de güçlük çekiyordu. Moralim bozulmuştu. Sınıfın kalabalığı yetmezmiş gibi annesi de öğrencilerimden biri olmuştu. Meliha Hanımla birlikte ders yapıyordum. Çünkü Taha kemerle sıraya bağlı olduğu halde bazen düşüyor, bütün sınıfın ödü kopuyordu. Bu da yetmezmiş gibi “türbanlı” velimi sınıfta oturttuğum için soruşturma geçireceğim kulaktan kulağa fısıldanıyordu. İşin açıkçası 28 Şubat sürecinde herkes gibi ben de tedirgindim. Kapana kısılmış gibi hissediyordum kendimi… Doğrusunu söylemek gerekirse, tanımadığım bir kişiyle ders işlemek rahatsızlık vericiydi. Bu rahatsızlığımı belli etmiş olmalıyım ki bir gün Meliha Hanım dudakları titreyerek elime bir zarf verdi ve koşarak sınıfı terk etti. Bir çırpıda zarfı açtım ve okumaya başladım. “Sevgili Öğretmen Hanım” hitabıyla başlıyordu mektup. Taha ile gurur duyduğunu, onun farklılığının Allah’ın bir lütfu olduğunu, bizim sınıfın onun sayesinde çok özel olduğunu ve engelli birinin çocukları daha insancıl yapacağını anlatıyor ve bana mesleğimin inceliklerini hatırlatıyordu…
Meliha Hanım’ın mektubu; ön yargılarımı ve çelik zırhlı duvarlarımı yerle bir etmişti. Bambaşka bir insan olmuştum sınıfta. Taha ile elimden geldiği kadar ilgileniyor, cesaretlendiriyor ve en ufak başarısını sınıfa alkışlatıyordum. Annesiyle birlikte tahtada yazı yazdırıyor, bin bir güçlükle yaptığı resimleri hemen panoya asıyordum. Azıcık boşluklarda annesiyle okul bahçesinde kollarından tutarak yürütüyorduk. Zaman geçtikçe Taha’yı yüreklendirmek için arkadaşlarıyla birlikte etkinliklerde görev almasını sağlıyorduk. 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’nda okuduğu şiir bütün okul tarafından dakikalarca alkışlanmıştı.
Meliha Hanım, okul ile evi arasında sürekli mekik dokuyordu. Okulun fiziki ortamı engelli bir öğrenci için uygun olmadığından annesi Taha’yı hep kucakta taşımak zorunda kalıyordu. Okul ve beslenme çantasını taşırken bütün sınıf ona yardım ediyordu. Çocuklar Taha’yı teneffüslerde yalnız bırakmıyor, gönüllü olarak yanında kalıyorlardı. Annesi öğrencilerin hiçbir isteğini geri çevirmiyordu. Nerdeyse bütün sınıfın kalemlerini o açıyor, kantinden meyve sularını getiriyordu. Bazen Taha’nın beslenmesinden sınıftakilere ikram ediyordu. Kısa sürede minik yüreklerin sevgisini kazanmış ve sınıfımızın manevi annesi olmuştu. Okulda herkes “Taha’nın Annesi” diyordu ona. Taha’nın Annesi aşağı, Taha’nın Annesi yukarı… Bir tek ismiyle ben hitap ediyordum ona.
Yıllar su gibi akıp gitmiş, Taha dördüncü sınıfa geçmişti. Yine tek başına yürüyemiyor ve tuvalet ihtiyacını gideremiyordu. Anne çok yorgundu. Eskisi kadar gücü kalmamıştı. Acı acı gülerek:” Hocam ben çok tembelleştim. Bütün yükü sana bıraktım.” diyordu. Bu kısa konuşmadan sonra Taha’nın annesi okula gelmez olmuştu. Artık Taha’yı okula dayısı getiriyordu. Merak edip Meliha Hanım’ı sorduğumda dayısı üzgün bir ifadeyle ablasının hasta olduğunu söyledi. Okul çıkışı koşarak evlerine gittim. Kapıyı annesi açtı. Meliha Hanım kanepeye uzanmış yatıyordu. Elime günlerdir yapılan tetkiklerin sonuçlarını uzattı. Okudum ve tekrar tekrar okudum… Kronik Miyeloid Lösemi (KML) yazıyordu. Kısacası hayatımda tanıdığım en iyi insan kemik iliği kanserine yakalanmıştı. Birkaç kez yutkundum konuşurken. Üzüntümü anlamış olacak ki gülümsedi ve kolumu tutarak “Aman hocam zaten başım kapalı. Saçım dökülse kim görecek? Eşim koşulsuz beğenir, kendisi de kel zaten” dedi.
Onu tedavi gördüğü iki yıl boyunca hiç yalnız bırakmadım. Zaten abla kardeş olmuştuk dört yıl boyunca. Ne çok şey paylaşmıştık hayat yokuşunda. Kimseyi rahatsız etmeden sınıfa girişi, bütün çocuklara kol kanat gerişi, kapıda büyüklere yol vermesi, güvercin ürkekliği, terbiyesi… Daha sayamadığım kadar meziyetleri olan bu insan, henüz otuz altı yaşında ve kanserdi. Kemoterapiden tanınmaz hale gelmişti. Gözleri görmediği halde sevgiyle bakıyordu yüzüme. Tıpkı minik bir serçeyi sever gibi avuçlarımda saklıyordum ellerini. Çünkü ellerindeydi onun yüreği…
Anneler Gününde aldım ölüm haberini. Annesi ”Meliha’m kokuyorsun!”diyerek sarıldı boynuma. Ağlaştık dakikalarca. Meğer ne çok birikmiş gözyaşlarım…
Son nefesini verirken şöyle demiş annesine:
__ Lütfen anne! Biraz usul konuş benimle! Misafirlerim oturuyor karşı sandalyede. Tıpkı çocukluğumdaki gibi koklayıp koklayıp öp beni. Şimdi gitme vakti…
Yazan: MEHPARE GÖKÇE
YORUMLAR
Dilerim herkese okumak nasip olur bu güzel ötesi yazıyı. Gıpta mı ettim, kıskandım mı bilmiyorum. Ama biliyorum iyi her yer de Ve iyilik onlarla çoğalıyor yeryüzünde.
İnna lillahi ve inna ileyhi raciun.