- 1673 Okunma
- 10 Yorum
- 6 Beğeni
ENFES GÜLÜMSEMELER USTALIĞI
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
I.
Bulantı Kulübü, bir avuç sarılma ve ekmek uğruna katlanmak zorunda olduğumuz, asla kaçamayacağımız, çağın kapkaranlık sularının biriktiği o kocaman mahalle çukurudur. Bulanıklığın merkezinde hareket halindeki kapitalizme teslim olmuş insanlar yığınağıdır. Bilginin değil bilgisizliğin, hissin değil hissizliğin aktörlerine ödüller verildiği, tapıcıların, dogmacıların, stajyer tanrıların ve anlamsızlığın zirveye çıktığı sonsuz bir alandır Bulantı Kulübü. Bu hasarlı alan; bir Guernica Tablosu değil ve gün geldiğinde hem ruhen hem de şeklen yıkıntılar arasında kalan bir toplumda ‘kim yaptı bunu’ diye sorarlarsa, kolayına kaçarak ‘bunu siz yaptınız’ demeyeceğim, ‘biz yaptık’ diyeceğim. Bunu biz yaptık. Bunu biz yaptık elbirliğiyle. Dostoyevski’nin dediği gibi:
“Her insan herkes karşısında her şeyden sorumludur.”
II.
Çünkü kelimeler birbirine benziyor. Sanki herkesin ağzında otomatik bir ses makinesi var. O duygusuz sesleri dikkatle dinlemeye çalışıyorum. Anlamıyorum, ben bu zamanın çürümüş dişleri arasından dökülen taneciklerin ne dediğini anlayamıyorum. Çocukluğum ve içsesim karşı kaldırımdan bana bakıp kendi aralarında fısıldanıyor, ceplerinden çıkardıkları kâğıtlara ara ara notlar yazıyorlar. Bazen kayboluyorlar ortalıktan. Belki de hakkımda tuttukları notları götürüp kararlar aldıkları bir yer var. Anılar kuyusu gibi bir yer olmalı o yer. Bir ambulans geçiyor yanımdan, içinde ağır yaralanmış düş dokumacıları. Herkes o yöne koşuyor. Bir başıma kalıyorum, üşüyorum ve bu eski kenti üstüme giyiyorum. Çok giyilmekten tüylenmiş bir kazak gibi duruyor bu kent üstümde. Değiştiremiyorum. Annem, babam, gençliğim, çocuklarım, aşklarım; içimdeki uçsuz bucaksız sit alanı… Ah, yaşama sanatı nasıl da ağır işçilik gerektiriyor. O işçiliği yapamayanlar ruhundaki çivili betonlara çarpa çarpa ilerliyor ve gün sonunda olmadık bir yerde yığılıp kalıyor. Bulantı kulübünde esir kalmış insanın çıkışsızlığıdır bu.
II.
Kimi sevdiysem,
benden önce büyük ve yıkıcı bir aşktan çıkmış olurlardı.
IV.
Nilüfer ile karşılaştım geçen gün, tam otuz iki yıl sonra… Sarışın, mavi gözlüdür Nilüfer. Yüzünde sisten yapılmış bir liman saklı ve o limandan platonik bir kızın şarkısıyla kalkar düşsel gemiler. ‘Keşke Naciye’nin o aşk mektubunu vermeseydim sana, aracı olmasaydım, çünkü ilk önce ben sevmiştim seni, ama mektubu o yazdı, o kazandı, o günden sonra ne sana ne başkasına söyleyemedim bunu’ dedi birden. Ortalığa portakal kabuğu kokusu yayıldı. Kalbim duraksadı. Araya şişmanca bir sessizlik girdi. Sayın sessizliğe bizi biraz yalnız bırakmasını söyledim; söz verdim ona başka bir gün uzunca zaman ayıracağıma… Ne diyeceğimi bilemedim. Sonra ikimizi de bir gülmek tuttu… Ortaokul yıllarıydı. Masumiyet çağlarında aşkların havada uçuştuğu mükemmel yıllar. O yıllarda lakabım ‘Düşlerin Ressamı’ idi. Abartmak gibi olmasın çok iyi resim yapardım. Öğretmenlerim ve arkadaşlarım ileride ünlü bir ressam olacağıma kesin gözüyle bakıyorlardı. Neredeyse okuldaki herkesin portresini yapmıştım. Laf aramızda harçlığımı bu yolla çıkarıyordum. Liseden sonra resim yapmayı bırakıp çok iyi bir hüzün ustası olma yolunda büyük aşamalar kaydettim… Kederciler ve nihilistler tarafından saygı duyuluyordum… Nilüfer ile uzun uzun okul günlerinden bahsettikten sonra tekrar görüşmek üzere ayrıldık. O yüzündeki ruhsatsız limana, ben de içimdeki kusursuz kıyımlar çığlığına geri döndüm… Her şeye rağmen onu görmek iyi gelmişti. İyi gelmişti o küçük dünyamızdaki ilanı aşklara ev sahipliği yapan mektuplar ülkesini hatırlamak…
Henüz akşam olmamıştı ama kulübün ışıkları yanmıştı.
Bütün sinekler ışığa üşüştü, kurulmuşçasına.
V.
Melodileri duymak yerine onları görmek de gerekiyor bazen. Nasıl mı? Mesela Boğaz Köprüsünü devasa bir gitar gibi düşün. Martılar gelip köprüdeki şeritlere, yani tellere dokunup dokunup uçuşuyorlar. Binlerce martı kendi yarattıkları melodileri alıp tanıklıklar göğüne yükseliyorlar. Deniz ve dalgalar onlara vokal yapıyor. İnsanlar, otomobiller, otobüsler, kamyonlar hiç aralıksız bir kıyıdan öbür kıyıya irili ufaklı yalnızlıklar taşıyorlar. Umutlar, kavuşmalar, vedalar, yeni yaşamlar taşıyorlar. Uzaktan izliyorsun. En çok da payına düşen melodiyi alıp kaybolan martı grubunu izliyorsun büyülenmişçesine. Ve bazen bir martının peşine takılıp gitmek gerektiğini düşünüyorsun. O melodileri duymuyorsun, belki de duymak istemiyorsun. Çünkü yeni yüzyılın sahipleri kulaklarının kıyısında çirkin seslerden kurulu bir çöplük yaratmış. O yüzden duymuyorsun. Sadece hayal gücünün çektiği resimlerin köprüden sulara süzülüşünü izleyip o resimleri birbirine benzemeyen kelimelerle buluşturmak istiyorsun… Bunu yapabilir misin? Yapabilir miyim? Biri bunu yapabileceğimizi söyler mi? Söylerse yalnız olmadığımı anlar, ondan güç alırım ve bulantı kulübünün yuttuğu yaşama sanatının içine o enfes gülümsemeler ustalığını yerleştirebilirim.
YORUMLAR
Son günlerde değil son yıllarda okuduğum en güzel denemeydi....sonsuz tebrik ve takdirlerimle
Dramatik Buluntular
Sevgi ve selamlarımla...
Dramatik Buluntular
Her şeyi yöneten gizli el.
Dramatik Buluntular
Rumuzlarımız benziyor, ne güzel tesadüf.
Saygılar...
Her şeyi biz yaptık ve yapmaya birer gönüllü olarak "bulantı kulübü" nü! yaratık. bulantı kulübünün güzel bir tanımıyla düşünce-imge bahçesine daldım ve algıladım ki hepimiz birer yıkıntı ustasıyız!
Dalgalara göre, dalgasızlık tüm canlıların ölümüdür demek fakat kapitalistlere göre hareketsizlik ve sessizlik onlar için biçilmiş birer kaftandır; ve yayılmacı kültürleriyle insanlara, kapidinizmiyi alışkanlık haline getirmeyi başarmışlardır.
“Her insan herkes karşısında her şeyden sorumludur.”
II
"Düşlerin ressamından" güzel bir mazinin tablosunu izlemiş gibi oldum, kimin başında geçmedi ki o fırtınalı aşklar, dolu dizgince koşmalar, sensiz yaşayamıyorumlar ve "ya benimsin ya toprağın" deyişleri... aşka veya sevmeye Ev sahipliği yapan tüm yüzlerin egemenler tarafından soluk benizli hale getirildiğimizi Nilüferlere, Çiğdemlere nasıl anlatabiliriz diye düşünmüştüm ki Gülümseme ustası bize bir tabloyla anlatacağımızı çok iyi bir ifadeyle dile getirmiştir.
III
VE final:
Bir boğaz köprüsünün gitar haline getirme düşüncesi veya hayali kimin aklına gelebilirdi ki?
"Mesela Boğaz Köprüsünü devasa bir gitar gibi düşün. Martılar gelip köprüdeki şeritlere, yani tellere dokunup dokunup uçuşuyorlar. Binlerce martı kendi yarattıkları melodileri alıp tanıklıklar göğüne yükseliyorlar" sıradışı bu düşünce veya düşüncenin insan üzerine yarattığı haz sıradışı bir müzik enstrümantalini andırdı.
Bir okur olarak yazara;
Şiirlerinde ve tüm yazılarında sıradışı düşünce ve duygunun imgelerle harmanlanması, eserin içeriğini sürekli klişelerden uzak tutması ve bir cümleden bir kaç boyut yaratmanın farklılık kodlarını nasıl bulabiliyor doğrusu çok şaşırıyorum ve neyle besinlediğini de merak etmiyor değilim. sanırım hayat birikimin yanında çok kitap okumanın da etkili olduğunu düşünsem de farklılıklardan fark yaratmak yazarın bir başarısıdır diye düşünüyorum.
Sürrealizme bir örnek yazıydı ve bilinçaltı gerçeklerini yansıtan yani bilinen gerçekle bağını kesip kendince bir gerçek yaratmak amacını güden edebiyat ve sanatı iyi bilen bir yazar olmakla gurur duyabilirsin dostum.
Ve kocaman yüreği selamlıyorum
teşekkürler hocam
Dramatik Buluntular
Sevgiler ve selamlar...
DemAN
Çünkü sen bizi yazıyorsun da ondan :)
Körlere ayna oluyorsun bir bakıma...
Dramatik Buluntular
Dramatik Buluntular
Derin yorumların her zaman harika.
insanın başının ucundan ayırmak istemediği bir yazı olmuş
defalarca okunmasi gereken
...
Dramatik Buluntular
Sevgiler...