- 1095 Okunma
- 3 Yorum
- 0 Beğeni
MASAL BAKIŞLI ADAM
Vapur beyaz gelinliğini giymiş nazlı zarif bir gelin edasıyla yanaşıyordu Burgazada İskelesine ağır ağır.
Ahenkle çalan düdüğü adayı coşkuyla selamlarken şiirsel aşkların her zamanki sırdaş tanıkları martılar da yaşanacak ölümsüz bir aşkın habercisi gibiydiler çığlık çığlığa yine. İskele bir anda şen cıvıl cıvıl insan kalabalığıyla doldu.
Yakışıklı genç bir erkekte yanında küçük bir kız çocuğuyla birlikte bu kalabalığın arasındaydı. Bir süre sonra iskeleden uzaklaşmış adanın nasılsa tenha bir sokağında ilerliyorlardı.
Genç adamın bir iki adım önünde yürüyen yanakları gamzeli küçük kız o gün yaşayacaklarını yaşamı boyu hiç unutamayacağını ve kendilerini ziyarete geldiğinde odasını paylaştığı en yakın arkadaşı olan anneannesine ağzında neden hiç dişinin olmadığı? sorusunu ona soramayacağını nasıl bilebilirdi…
“İşte geldik. Bak şu ev” dedi önünde yürüyen küçük kıza genç adam.
Evin bahçe kapısına doğru yöneldi küçük kız heyecanla.
“Sana şaka yaptım. O ev değil” dedi gülümseyerek. Ve bu şakayı birkaç kez sürdürdü. Küçük kız ise her defasında bu şakaya tüm kalbiyle inanıp koşuyordu evlerin bahçe kapılarına doğru.
Bahçelerden taşıp sokakları kucaklayan renk renk çeşit çeşit çiçeklerden ortalığa yayılan bu mis kokuların formülünü bulup çıkartamazdı hiçbir kimyager. O gün çok sevinçliydi küçük kız. Hemen her kız çocuğunun yaptığı şeyi o ilk kez o gün yapmıştı. Birkaç adım da olsa sekerek yürümüş ve arkasına dönüp gülümsemişti genç adama çocukça bir mahcubiyetle.
Bahçe kapısı açık olan bir evin önünde durdu genç adam “Hadi gel. Şaka yapmıyorum bu kez” dedi.
Bir genç adama bir evin bahçesine baktı.
Çok genç bir kadın bahçe kapısına uzanan merdivenleri iniyordu yüzünde tatlı gülücüklerle.
“Buyurun. Hoş geldiniz” dedi.
Kapıdan önce küçük kızı geçirdi genç adam sonra kendisi girdi.
Yaşlıca bir kadın elinde bastonuyla merdivenlerin başında durmuş gülümseyerek bakıyordu gelenlere.
“Hoş geldiniz” dedi.
Adam eğilip kadının elini öptü.
“Hoş bulduk” dedi ve ardından yanında duran küçük kıza döndü.
“Yeğenim. Ablamın kızı. Bizde misafir” dedi.
“Hoş geldin çocuğum” dedi yaşlı kadın küçük kızın lüle saçlarını okşarken.
“Hoş geldin prenses. Dayın seni bugüne kadar nerelerde saklıyordu hı! “ dedi genç kadın da çocuğun yanaklarına içten öpücükler kondururken
“Gel bakalım şöyle otur önce” diyerek onun bahçe salıncağına oturmasına yardım etti. Yaşlı kadın da yanına oturdu ve küçük mahcup kızın elini tuttu.
“İsmini söyler misin güzel çocuğum?” dedi şefkatle gülümseyerek.
Kendinin bile zor duyabileceği bir sesle “Tülin” dedi.
O sıra genç adam genç kadının uzattığı eli dudaklarına götürürken çarpışan bakışları birbirlerine duydukları derin aşkın gücüyle yıldırıma dönüşmüş kalpleriyle birlikte bedenlerini de tutuşturmuştu adeta.
Suyeşili gözlerini derin masal bakışlı adamın gözlerinde bırakarak girdi içeriye.
Döndüğünde elindeki kocaman tepsiyi masaya bıraktı ve birkaç kez daha gidip geldi.
Masa çeşitli yiyecek ve içeceklerle doldu bir anda.
O güne kadar tatlarını bilmediği kurabiyelere bayıldı küçük kız.
Bardaklar da ne kadar çok parlıyordu öyle! Gözlerini alamadı onlardan uzun süre.
“Çoğu bahçemizin ürünlerinden. Şuruplar ve marmelatlar annemin eseri” dedi kızı şurupları üzerlerinde güneşin renklerinin oynaştığı pırıl pırıl kristal bardaklara doldururken.
“Gemimiz İtalya’dan yeni döndü. Küçük şeyler..Hatıra olarak kabul ederseniz...” dedi bu arada genç adam.
Küçük bir paketi yaşlı kadına uzattı önce. Biraz daha büyük olanını da genç kadına.
Üzeri işlemeli gondol biçiminde ilginç bir ilaç kutusuydu yaşlı kadının armağanı.
Armağanı çok beğendiğini. Kendisinin zevkli ve düşünceli biri olduğunu söyledi genç adama içtenlikle. Bu gerçek hanımefendi olan yaşlı kadın.
Çerçevesi kelebek kanadını andıran çok şık bir güneş gözlüğü ve ucunda zarif bir çıpa asılı olan zincir kolye ise genç kadının paketinden çıktı.
Bir ara öğlen uykusuna yatmasını uyandığında birlikte dondurma almaya gideceklerini söyledi küçük kıza genç kadın.
Söz dinledi küçük kız. Ancak hiç uyuyamadı.
“Dayını çok seviyorsun değil mi?”
Bu soruya karşılık gülümseyip başını salladı.
“Peki ya beni. Beni de sevdin mi?”
Bu kez daha çok gülümsedi ve başını daha çok salladı..
“Hadi daha hızlı yürüyelim. Dondurmalar erimesin.”
Elini tuttu küçük kızın. Koştular koştular koştular...
Biraz da oyun olsun diye.
“Eleni ablanı sevdin mi?” dedi vapurda küçük kıza masal bakışlı adam.
“Evet. Çok sevdim.” dedi. Çukur çukur oldu gamzeleri…
Yıllar sonra şirin bir Beldede bahçesi çeşitli meyve ağaçlarıyla donanmış tek katlı bir evin bahçeye açılan mutfağında bir kadın birkaç çeşit meyveyi rendeden geçirip porselen tabağa aktardı ve üzerine bir parça tarçın serpiştirdi. Daha sonra yanında kendisini sessizce seyretmekte olan 11-12 yaşlarındaki kız çocuğuna döndü. “Hadi kızım. Bunu anneannene götür” dedi.
Kız serçelerin sabah konserlerini verdiği dalları yerlere sarkan yemyeşil can erikleri ile dolu ağacının altında oturmuş taze yeşil fasulyeleri ayıklamakta olan anneannesine baktı. Pembe beyaz cildinin altında görünmeyen minik renkli ampullerin yanıyor olabileceğini düşledi yine…
Dişsiz ağzı hep gülümsüyormuş gibi gelirdi ona hep.
“Anneannem neden kendisine takma diş yaptırmıyor? O güzel yiyeceklerden yiyemiyor hiç. Yazık…” dedi annesine.
“Dişinin ölçüsünü vermişti. Yaptıracaktı. O sırada dayını kaybettik…
Diş benim neyime bundan sonra dedi…”
Beyaz bir vapur kalkıyordu Burgazada İskelesinden yine ağır ağır.
Bir kaç martı uğurluyordu onu isteksizce...
“Sen buralısın. Tanırsın. Kim bu kadın? Gözlerinin rengi ne kadar güzel. Suyeşili. Biraz tuhaf biri galiba. Bir şey kaybetmiş gibi kumsalda aranıyor ne zamandır” dedi sahildeki çay bahçesinde karşılıklı oturdukları iki kadından biri diğerine.
Kadın bakmakla bakmamak arasında döndürdü başını.
“Uzun bir hikaye. Derin bir sevdanın enkazı da diyebilirsin” dedi acılı bir sesle.
“Yıllar önce çok yakışıklı bir deniz subayıyla yaşamışlar efsaneleşen bu aşkı.
Kısa bir süre sonra bir gemi faciasında şehit olmuş genç adam
Haberi duyduğunda çılgına dönmüş kız. Sahile koşmuş hemen. Çırpınıp durmuş. Çığlıklarının adeta karşı sahillerde yankılandığını söyler ada halkı.
Boynundan hiç çıkarmadığı kolyesini o sırada kaybetmiş..
O günden sonra onun ne ağladığını gören olmuş ne sesini duyan…”
“Yoksa hala o kolyeyi mi arıyor buralarda?”
“Evet!”
Bir akşam vaktiydi ılık bir bahar
Kızıl aydınlıkla parladı sular
Sürükledi beni bu ışıltılar
Özgür duyguların sıcak koynuna
Dalmışken grubun eşsiz rengine
Ansızın dolandı kollar belime
Değince gözleri birden gözüme
Tatlı bir heyecanla ürperdim o an
Henüz tanımışken o yabancıyı
Sardı sanki hemen ateş bacayı
Nasıl etkiledin nazlı Eleni’yi
Ben de anlamadım masal bakışlım
Ben oldum yalancı bahara kanan
Yiten umutlardı suda oynaşan
Ölümsüz aşkımızın sahillerinde
Sessiz çığlığımdır şimdi dolaşan
( Masal Bakışlı Dayıma ve Eleni Ablamın anısına)
(Yeri geldiğinde sözünü ettiğim gibi hücreleri iflah olmaz duygusallıktan oluşmuş biri olduğumdan olsa gerek çocukluğumdan bu ana kadar yüreğimden hüzünler hiç eksik olmadı. Bu nedenle kaleme aldıklarımda hep bire bir yaşadıklarım ya da derinden gözlemleyip içine dahil olduğum gerçeklerden meydana gelmiştir. En acı vereni de bu olsa gerek. 26 yaşında yitirdiğimiz deniz subayı dayımla harika bir insan olan bir Rum kızının martılarla birlikte tanıklık ettiğim hazin ve gerçek öyküsüdür. )
YORUMLAR
Ne kadar hazin bir öykü ve siz ne kadar güzel kaleme almışsınız, başlığı ile, şahane tasvirleriniz ile şiiriniz ile büyülü bir masal dünyasında ağırlandım adeta.Finale doğru gözyaşlarıma hakim olamadım. Kız çocukları için dayıları pek kıymetlidir kendimden bilirim. Mekanı cennet olsun dayınızın, Rabbim, siz sevenlerine sabır versin.
Saygımla.
DEVRİM DENİZERİ
Evet özellikle kız çocukları için dayılar çok kıymetlidir belirttiğiniz üzere. Güzel temennilerinize içten teşekkürlerimi iletiyorum.
Selam Sevgi ve Esenlikler dileklerimle.
her zaman ki gibi duyguluydu,esenle kal.
DEVRİM DENİZERİ
SELAMLAR BENDEN DE.
Değerli yazarın duygusal ve hüzünlü bir öykü idi. Allah geride kalanlara sabır versin.
Kaleminize sağlık.
Saygılar.
DEVRİM DENİZERİ
Sayfamda sizi görmek sevindirdi beni.
Sevgi ve selamlar.