- 785 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
DİKKATLERDEN KAÇAN BİR HECE OZANI: BARUKOĞLU ŞİİRİ ÜZERİNE BİRKAÇ SÖZ
Edebiyat sahasındaki gelişmeleri takip etmek; ne yazık ki, ya bir uyarıcı ön çalışmanın birkaç sayfalık bilgi notuna ya da, edibin bu dünyadan göçünden çok sonraya, “bir değişmez kader gibi” bağlı kalıyor. Bu kötü huyumuz, sadece edebiyat alanıyla da sınırlı değildir. Yaşayan değerlerimizi, onlar hayattayken gözler önüne çıkarmak görevi, maalesef genellikle ideolojik veya ekonomik mülahazalarla hatırlanan bir yükümlülüktür. Akademik çevrelerin, bu husustaki karnesi ise, kırıklarla doludur!
Size bugün, internet ortamında şiirlerine tesadüfen ulaştığım; ama kendisi hakkında tek satır bilgiden bile mahrum olduğum “hece şairi” niteliği öne çıkan ( en azından benim okuyabildiğim kadarıyla eserlerinin tamamı – 22 adet-hece şiiri olan) bir ozanın şiirlerinden söz edecek, eserlerindeki dil-üslûp ve konu çeşitliliği hakkında kısa bilgiler vermeye çalışacağım (1).
Mahlası “Barukoğlu” ve adı “İmsak Kılıç” olarak bildirilmiş ozanın, mahlasının gerçek anlamını bilmediğimiz gibi, hangi gerekçeyle seçilip kullanıldığı bilgisinden de mahrumuz. Yöresel bir sözcük olma ihtimali kuvvetlidir. Bu kelimenin sözlükteki “barık” veya “barıh” şeklinde olan kullanımı “sivri tepeler arasındaki uçurum, yüksek kayalıklardaki çatlaklar (2)” olarak belirtilmiştir.
Ozanın “Âşık şiiri” geleneğini sürdürdüğünü, ama bir “saz şairi” olmadığını, sağlam bir dil ve milli edebiyat bilgisine sahip eğitimli, köy kökenli fakat şehirde yaşayan bir kimlik taşıdığını tahmin etmek sanırım yanıltıcı olmayacaktır. Çünkü yer yer felsefi derinliği olan şiirlerinde; en az, kullandığı mahalli kelimeler kadar şehirli kültüründen izler taşıyan imge ve sembolleri tercih edişi, bu iddiamızı kuvvetlendiriyor.
Barukoğlu’nun, 6+5= 11’lik heceyle kurulmuş şiirlerinde daha oturmuş bir üsluba sahip olduğu görülmekle birlikte; gerek az sayıdaki 4+4=8’lik “güzelleme / semai” tarzı şiirlerindeki tematik zenginliği ve gerekse, 7+7=14’lük “türkü” formunda düzenlenmiş “bent” ve “kavuştak” üzerinde küçük dokunuşlarla deformasyona gittiği hece şiirindeki geleneğe dayalı yenilenme çabalarını değerli buluyoruz. Bunu edebi birikimin bir ozan için ne kadar elzem olduğunu; şiirin gücünü bu sağlam kaideden alacağını, pek aceleci şiirler karalayan şiir heveslilerine; bu yolla “taklitçi bir maymun” olabilirsiniz ama, asla “kalıcı bir şiirin şairi” olamazsınız demenin kestirme yolu olarak da önemsiyoruz. Ayrıca, böyle söylerken de, kesinlikle; “Şiir, heceyle yazılır.” demiş olmuyoruz. İşaret edilen şudur: Tarzınız, biçiminiz nasıl olursa olsun, esas olan, “şiirin iç ısısını” dışarı taşımaktır. Bunun için ise; bilgi ve birikiminizi, estetik zevkinizi yerli, sağlam bir gelenek temeline oturtmak, bizim dünyamıza ait olmayanı bilinçle ayıklamak gerekir.
Barukoğlu şiirinde yenilik adına söylenebilecek tek şey, onun şiirinde bilinçle kullandığını sandığım basmakalıp olmayan imgeler, semboller ile hece şiiri geleneğine kattığı tematik bir taze söyleyiştir. Hayal dünyası çok geniş görünmemesine karşın, dille kurduğu akıl ve gramer ilişkisi sağlamdır. Dizeden dizeye ve dörtlükten dörtlüğe geçişte; şiirin duygusu ve düşüncesi arasındaki bağ kopmadığı gibi, şiirin tamamındaki olması gereken bütünlük de bozulmuyor. Bu bütün şiirlerinde böyledir anlamına gelmez elbette. Aynı şairin; “Yoksa uzaklarda gurbet istersen / Dokunana Dokunur”, “İyi ya ki sende kalır insanlık / Dönüşüne Vurgun Gözler”, “Diyorlar ki bana gücün ki vardır / Zarar Vermezse” dizeleri şiirin bütünlüğü içinde tökezlerken, “Fırtınalar ülkesi”, “Ucuz Misafirin Yeri” ve “Gördün mü” şiirleri keşke hiç yazılmasaydı denecek kadar, başarılı şiir örneklerini gölgeler mahiyettedir.
İncelediğim şiirlerin hemen tamamında teşbih ve istiarelerin tabiat hal ve varlıklarından alındığını, hatta teşhis (kişileştirme) yoluyla gönül bağı kurulduğunu görüyoruz:
“İnişin var yokuşun var düzün var,
Yor beni içinde ey kara toprak.
Bilirim ya, her yerinde hüzün var,
Sür beni içinde ey kara toprak” ( Ey Kara Toprak)
derken, ister istemez rahmetli Âşık Veysel’in “Kara Toprak” şiirini hatırlarız. Nitekim, “kara toprak” söz kalıbı aynen tekrarlanmış ama, Âşık Veysel’den farklı olarak, bu şiirde “kara toprak” kişileştirilip insanı cezalandıran bir otoriteye; daha temelde bir tür “kul-Allah” ilişkisine dönüştürülmüştür:
“Gururlanıp yükseklerden uçarsam,
Unutur verdiğim sözden geçersem,
Nişan al peşimden senden kaçarsam,
Vur beni içinde ey kara toprak.”
Aynı şiirin devamında 3. 4. ve 5. dörtlüklerin son iki dizelerinde ise, şairin “ey” diye seslendiği ve kendi varlığından üstün gördüğü “toprak” ile “insan” ve “fanilik” arasındaki ilişki çeşitli açılardan tekrarlanır:
“Niceyim, nasılım, hangi haldeyim?
Gör beni içinde ey kara toprak.”
………………………
“Başka yerde değil, sende adresim,
Sor beni içinde ey kara toprak.”
……………………....
“Barukoğlu bir gün beni bulacak
Yâr beni içinde ey kara toprak.”
………………………………
Teşhis üzerine kurulu bir diğer şiir “Gelmez Olsun” adını taşıyor. “Albenili” olarak tasvir edilen “uyku” halleriyle pazarlığa girişen şair;
“Bu gün benden uzak durun
Albenili uykularım
Gidin başka gözler bulun
Albenili uykularım” (Gelmez Olsun)
derken, uykuyla barışık olmamasının sebebini adeta sezdirir:
“Sessizliği indirmeyin
Düşlerime döndürmeyin”
dizeleri, unutulmaya çalışılan bir sevgili özleminden kaçışa işaret eder. Nitekim benzer tema ve duygu ifadesini “Karışmam Tarafsızım” şiirinde daha açık seçik olarak buluruz. Şair bu kez kendisini aradan çekerek, “uyku” ile “gözlerini” karşı karşıya getirir:
“Uykular yaklaşmayın bu akşam gözlerime,
Aranız anlamadan bozulursa karışmam.” (Karışmam Tarafsızım)
………………..
“Nefesim mühürlenmiş penceremin camında
Sıktım yumruklarımı masam gibi zeminde” demelerin nedeni ise, şu dizelerdedir:
……………………………….
“Geri dönün uykular çıbanımı deşmeyin”
………………………………..
Anlaşılıyor ki, sevgili hasreti çeken şairin; uyku halinde “bilinçaltı”nın faaliyete geçeceğinden ve sevgiliye özleminin denetlenemez bir duruma geleceğinden korkmaktadır. Çünkü “Kirpiklerim asılır duvardaki resmine” diye belirttiği aşk-hasret sarmalına kapılmaktan kaygılıdır ve eşya ruhsuzdur:
“Geceler sağır olmuş kulakları çınlamaz
(Telmih var; dostlar birbirini anar, kulaklarını çınlatır. Ama gece, bunu bilmez.)
Döşek ikiye katlı, şu an seni dinlemez
Yorganımı okşama hiç boşuna, anlamaz”
Şaire göre aşk, aşığın içinde bir yanardağ barındıran derinliği olan bir duygudur. Bu duyguyu kalbe sığdırmak ve kalp içinde kontrol etmek “paylaşılmadıkça” zordur. Çünkü aşk, seven ve sevilenin birlikte yanmasıdır:
“Al da kendi kalbine kolaysa sen barındır
Bilmez misin aşkımız ne kadarca derindir
İçimdeki yanardağ kız senin eserindir
Bu ateşin üstüne birlikte konacağız
Kaçışında şansın yok beraber yanacağız” ( Demiştik ya Birgün).
……………………………………
Sevgi, zamanı ve mekânı önemsiz kılar. Çünkü sevene sevgili, her yerde ve her andadır. Sevgi, bütün engelleri ortadan kaldırır. Aşk ise, yazılacağı umulan “en güzel şiir” gibi, her seferinde gelecekte yaşanmayı bekler. Aşka düşüren ve aşka umut aşılayan ise, bu iç sesin ahenge / şiire dönüşme çabasıdır:
“Ne fark eder seversen garip olsan nerede
Senin olduğun yerde ben de varım orada
Kabul et ki gurbet yok, dağlar yoktur arada
Sevdamız kalbimize kazılmış gibi oku
Yazılmamış şiiri yazılmış gibi oku” ( Yazılmamış Şiirin Baharı)
………………………………………
Barukoğlu şiirinin halk deyişi ve deyimlerine, Nasrettin Hoca fıkralarına anıştırmalar (telmih) yoluyla yaslandığı görülür:
“Bilirim yıllardır tüter sevdanla
Kurulmuş sabırdan taş ocağına” (Gönül Ocağı) ( Sabır taşına telmih)
………………………………
“Ekmek kıymetini bilen insanın
Yanaş kapısına, düş ocağına” (Gönül Ocağı) ( Ocağına düşmek deyimi)
………………………………
“Her yağan yağmurla yaptın savaşı
Yıprattın dağları erittin taşı
Yer mi bulamadın gözümün yaşı?
Ak sineye, zülfü yâre dokunma!” ( Dokunana Dokunur) ( Zülfü yâre dokunmak deyimi)
………………….
“Bir pireye bir yorganı yakarım
Keskin sirke küpe zarar vermezse
Yoktur derim hemen yana çekerim
Undan yalan ipe zarar vermezse” ( Zarar Vermezse) (Pire için yorgan yakmak, ipe un sermek)
………………………
“Kendime yontarım yongası kârdır
Keser dönüp sapa zarar vermezse” ( Dokunana Dokunur)
(Nalıncı keseri gibi hep kendine yontmak, keser döner sap döner; gün gelir hesap döner deyimleri).
…………………………
“Peşin ödendi diye bu düdüğün parası
Üfledim incesinden öterse güleceğim” (Ben Ne Zaman Güleceğim)
( Parayı veren düdüğü çalar; Nasrettin Hoca fıkrasına telmih )
……………………………..
“Sabır gölüne kattım umutlar mayasını
Bıraktım Allah’ıma tutarsa güleceğim” (Ben Ne Zaman Güleceğim)
( Göle maya çalmak; Nasrettin Hoca fıkrasına telmih)
……………………..
“Boncukları dağıttım güzellere gizlice
Mavisi sevdiğime çatarsa güleceğim” (Ben Ne Zaman Güleceğim), ( Mavi boncuk dağıtmak)
………………………
“Haziranda yaylalara gidende
Bardı barhanası urganı olsam”
…………….
Nitekim ozan, yaylaya göç zamanı, kağnıya koşulan “karagöz”ün eşi ve öküz morganı” olmaya razıdır:
“Karagözün eşi diye koşsalar
Ben de bir öküzün morkanı olsam” (Olsam ah Olsam)
…………………..
Şairin felsefi ve ahlaki anlayışını ortaya koyan didaktik dizelere sıkça yer verdiği de görülür:
“Kem bakmaz dostuna gözü gülenin
İnsanlığı merttir özü gülenin
Sofrası helalden yüzü gülenin
Yakışmaz mı sıcak aş ocağına?” (Gönül Ocağı) (Yüz kalbin aynasıdır)
…………………..
“Dar günde yanında olan insanın
Lokmayı ortadan bölen insanın
Ekmek kıymetini bilen insanın
Yanaş kapısına, düş ocağına” (Gönül Ocağı) ( Dost anlayışı ve dostluk ölçütleri)
…………………….
“Boşa nazar etme gurbet yurdunu
Bulamazsın insanların merdini” (Dokunana Dokunur) ( Zamandan ve çevreden yakınma)
………………………….
“Yorgun elde sunulacak gül mü var?
Neyin kaldı bükülecek bel mi var?” (Dokunana Dokunur) ( Karamsarlık)
…………………..
“Her kem sözün bir cevabı var amma,
İşittiğin lafı geri paylama
Söylenecek sözün varsa söyleme
Tık sineye zülfü yâre dokunma” (Dokunana Dokunur) ( Susmanın erdemi)
………………………
“Ömrün son deminde yokuşlar biter
Gelen bir gün gider yolunu tutar” ( Niyetin Sevmekse) ( Yaş ilerledikçe hırs azalır)
…………………..
“Senin için yanana yan
Elbet bir gün görür yanan” ( Dost Bağı Gönül Bağı, Can Neyler Bahçe Bağı) ( Karşılıklılık)
………………………
“İnansa insan dostuna
Yaslanırsın sen dostuna
Güvenmez mi can dostuna
Edep erkân ar bağında” ( Dost Bağı Gönül Bağı, Can Neyler Bahçe Bağı) ( Dostluğun önemi)
…………………………
“Vicdan muhasebesi gidecekse zoruna
O zaman ne koydun ki aldığının yerine?
Götürdüğün nedir ki dünden alıp yarına?” (An Meselesi) ( İnsanın hayat karşısındaki sorumluluğu)
…………………………
“Alacağın her nefes belli ezelden beri
Yazılmış kıpırdamaz ne ileri ne geri
Takvimin son yaprağı saymaz geçen günleri” (An Meselesi) (Kadere ve kazaya iman)
………………………………
“Bir avuç kül bir de ocak kalacak
Saltanatım bir tek taşım olacak” (Ey Kara Toprak) ( Tevekkül ve teslimiyet duygusu)
…………………………..
Barukoğlu’nun şiirinde özgün benzetmeler ve semboller de yer alıyor. Birkaç örnek vermekle yetinelim:
“ Umudun çırası yanmak, gözlerin deresi, uykunun iştahı kaçmak, korkunun hırsı, aynayı tersine çevirmek, akan zaman hırsı, gözlerini asmak, yaprakların çözülmesi, inişlere sitemli yokuşlar, pişmanlık bir sihirli elbise, hasret şafaklarında şebnemlerin burkulması, ayazda gül titremesi, umutların kutuplarda buz olması, aşkı kalbinde barındırmak, bir bacanın dumanına (benzeyen) geçen günleri anmak, hayata boynunu sefilce bükmek, vesvesenin hıncına inadı nakışlamak, severek sabır arabasına binmek, serçe postuna pençe atan kartal, sefil baş üstünde dönmedik taş kalmamak, yüreğin hasretle ezilmesi, ömrün kervanı, sevda yükünü sineye yıkmak, boşa nazar etmek, işitilen lafı geri paylamak, mutluluk torbasından acılar çıkmak, kaderin (feleğin) çemberine takılmak, sevgilinin kollarını yorgan edinmek, albenili uyku… vb.
Şair, birçok şiirinde kusursuz bir söyleyişe ulaşıyor. Hecenin hakkını vererek ve taze bir üslupla takdiri hak ediyor. Söz gelimi, “Olsam Ah Olsam”, “Ey Kara Toprak”, “Gönül Ocağı”, “Dokunana Dokunur”, “Niyetin Sevmekse”, “An Meselesi”, “Ben Ne Zaman Güleceğim” bunlardan birkaçıdır.
Barukoğlu şiirini kurarken ünlü halk ozanlarından Âşık Veysel’den, Karacaoğlan’dan, Neşet Ertaş’tan etkilendiği kadar, yer yer Necip Fazıl, Orhan Veli ve Cahit Sıtkı şiirlerinden de etkilenmiş görünüyor. Başta da belirttiğimiz gibi, şiirinin iyi taraflarını geliştirmesi şartıyla, daha güçlü ve kalıcı eserler verebilecek bir kalem ehli olarak dikkatimizi çekmiştir. Dileriz bu çalışmamızın hem şairin sanatına, hem de edebiyat dünyasına bir katkısı olur.
………………………………………………………………………………………………………………..
(1) Yazının hazırlanıp yayınlanmasından sonra rastladığım bir şiirinde Barukoğlu, Artvin sevgisini dile getirir. Aynı şiirin son iki dörtlüğünde ise, Artvin doğumlu olduğunu ve doğduğu yerlere özlem duyduğunu anlarız. Buna göre, şairimiz Artvinli olup şiirin yazıldığı dönemde 60 yaşlarındadır: “Artvin’e sevdamın olmuyor sonu / Daha bundan öte ne desem yani / Ben ona nettim ki unutmuş beni / Yâr Artvin’e âşık olmuş duydun mu?”, “ Olsun o da yüreğimdir içimdir / Yâr olduğu yolda benim göçümdür / Yaşım altmış, beyazlanan saçımdır / Pir Artvin’e âşık olmuş duydun mu?” “Artvin’e Âşık” şiiri, 12.04.2014 (Aynı sitede yine tesadüfen rast geldiğim YALÇIN TEMİZ adlı şairin şiirleriyle Barukoğlu şiirlerinin dil-üslup-yazım tarzı ve tekniği ile sitede yayımlanış alışkanlıklarına varıncaya kadar benzeştiklerinin altını çizmeliyim. Ayrıca ikisinin de Artvinli oluşu tesadüf müdür acaba? Kendini sır gibi saklayan, bunlardan hangisidir dersiniz? Herhalde okuyucuya ve araştırmaya saygı gereği bir bilgi vermesi yerinde olacaktır!)
(2) Bkz. TDK. Türkiye Türkçesi Ağızları Sözlüğü (Derleme Sözlüğü, Cilt: 2 )
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.