- 459 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Garb(Batı) Medeniyeti Karşısında Mehmet Akif
M. NİHAT MALKOÇ
Her milletin kendine mahsus bir medeniyeti mevcuttur. Bunun yanında medeniyetlerin beynelmilel uzantıları da vardır. Bugün, medeniyet kavramı “uygarlık” sözcüğüyle karşılık bulmaktadır. Kültür ve medeniyet kavramlarının içeriği ve kapsamı konusu, bugüne dek çokça tartışılmıştır. Bazıları kültürü millî, medeniyeti evrensel olarak nitelemiştir. Her ikisinin de millî olduğunu söyleyenler de vardır. Bu konulardaki kişisel kanaatler aslında sorgulanmalı ve bu hususta derinleşilmelidir. Mevzumuz bu olmadığı için bunun üzerinde durmayacağız.
İstiklal Marşı’nı bize kazandıran Millî Şairimiz Mehmet Akif Ersoy, “İslam Şairi” olarak hafızalarda yer edinmiştir. Zira o abide şahsiyet, ömrü boyunca kâmil bir mümin olarak yaşamıştır. Dünyaya bakışı hep müslümanca ve Kur’anî ölçüler dâhilindedir. O, hayata iman aynasından bakmıştır. Dinle devlet işlerini birbirinden ayrı düşünmemiştir. Müslümanlığı, hayatın bütününe dâhil etmiştir. Hakk kelamını hiçbir zaman tartışma konusu yapmamış, ona yürekten inanmıştır. Dinin bir kısmını kabul edip, bir kısmını çağdışı olarak görmek mümine yakışmaz. O da Müslümanlığı bir bütün olarak görmüş ve öylece yaşamıştır.
Bazı insanlar Mehmet Akif’i, yobaz ve medeniyet düşmanı olarak kabul ederler. Buna dayanak olarak da İslâma tavizsiz bağlanmasını, Batıyı ölçüsüzce eleştirmesini gösterirler. Onlara göre, dünya zamanla değişiyor. Değişen dünyaya ayak uydurmak gerekir. Oysa Akif çağdaş bir insandı. Yani çağın ilminden ve tekniğinden haberdardı. Hiçbir zaman, başını kuma gömerek dünyadan habersiz yaşamayı tercih etmemiştir. Lâkin manevî değerlerinden de asla taviz vermemiştir. Onun için, bazılarının gözünde taassupkâr bir kişi olarak görülmüştür.
Bilindiği gibi “medeniyet” Arapça kökenli bir kelimedir. Bu kelimenin başındaki “mim” harfi kaldırıldığında “deniyet” olarak okunur. “Deniyet” de “hayvanlaşma” demektir. Akif, medeniyetin, deniyete dönüşmesine karşıdır. Onun için, Batı medeniyeti hususunda ince eleyip sık dokumuştur. Çünkü onların inançlarıyla bizimkiler hiçbir zaman birbiriyle bağdaşmaz. Osmanlı Devletinin yıkılışına sebep olarak da, Batı’ya körü körüne bağlanışımızı gösterir. Çünkü Osmanlı’nın son dönemlerinde Batı’nın ilim ve tekniğinden ziyade, modası takip edilmiştir. Avrupa’ya teknoloji transferi gayesiyle gönderdiğimiz talebeler, kimliklerini kaybederek melez bir hâl üzere geri dönmüşlerdir. Bilimden nasiplerini alamamışlardır. Akif bu hususta Japonları takdir etmektedir. Çünkü onlar yozlaşmadan Batı’nın teknolojisini ülkelerine taşımışlardır. Gelenek, görenek ve inançlarından asla taviz vermemişlerdir. Ona göre Japonlar, tevhid hariç, müslümanlığın bütün gereklerini, farkında olmadan, yerine getirmektedirler. Akif, biz Müslüman- Türk milletine şu tavsiyede bulunmaktadır:
“Alınız ilmini Garb’ın, alınız sanatını,
Veriniz mesainize hem de son süratini
Sade Garb’ın, yalnız ilmine dönsün yüzünüz
Çünkü kabil değil artık yaşamak bunlarsız
Çünkü milliyeti yok sanatın, ilmin yalnız.”
Merhum Mehmet Akif Ersoy, dünyaya at gözlüğüyle bakan biri değildi. O mütefekkirdi; her şeyden önemlisi de vicdan sahibiydi. Hadiselere bakışı makul daima çizgilerdeydi. Akif’e göre Batı, geçmişte Müslüman Türklere karşı kötü bir imtihan vermiştir. Onun için İstiklâl Marşı’nda Batı medeniyetini “tek dişi kalmış canavar” a benzetir:
“Ulusun, korkma! Nasıl böyle bir imanı boğar,
Medeniyet dediğin tek dişi kalmış canavar?”
Merhum Mehmet Akif, Batı kültür ve medeniyetinin ahlakî değerlerimizle çeliştiğini özellikle belirtir. Burada sözü edilen, yerilen kültür ve medeniyet, Batı’nın ahlâksızlıklarıdır; yoksa pozitif ilim ve teknik değildir. Akif’in, Batı’nın ilim ve tekniğiyle alâkalı şu değerlendirmesi dikkate şayandır: “Avrupalıların ilimleri, irfanları inkâr olunur şey değildir. Heriflerin ilimlerini, fenlerini almalı; fakat kendilerine asla inanmamalı, kapılmamalı…”
Akif, ilme ve teknolojiye hayrandır. İnsanların yerinde sayması, onu rahatsız eder. Batı’dan gelen her şeye önyargıyla yaklaşan kaba softalara da kızar. İfrat ve tefritten uzak durulmasını ister. O, her konuda ölçülü hareket edilmesinden yanadır. Batı’nın teknolojisini alırken, onu da kendi millî rengimize boyamamız gerektiğini ifade eder. Yani Mehmet Akif, taklide şiddetle karşı çıkar. Çünkü taklit hiçbir zaman aslı kadar mükemmel olamaz.
Mehmet Akif, Doğu ve Batı medeniyetlerini çok iyi tanıyan bir aydındır. Onun bu iki dünyayı yakından tanımış olması değerlendirmelerine de yansımıştır. Onun içindir ki bu iki dünyaya dair düşünceleri afakî değildir. O, Müslümanların ilimden uzak düşüşüne çok üzülür; onları sürekli uyarır. Tevekkülü tembellikle karıştıran Müslümanları şiddetle eleştirir:
“Çalış dedikçe Şeriat, çalışmadın durdun
Onun hesabına birçok hurafe uydurdun
Sonunda bir de ‘tevekkül’ sokuşturup araya
Zavallı dini çevirdin onunla maskaraya!’
Biz ülke ve millet olarak Asya’yla Avrupa’nın birleştiği noktada olsak da Akif’e göre biz her şeyimizle Doğuluyuz. Bir parça toprağımızın Avrupa’da olması bizi Batılı yapmaz. Hem ona göre Doğulu olmak küçümsenecek ve ayıplanacak bir durum değildir. O, “Bülbül” şiirinin bir bölümünde kendini Şark’ın “vefâsız, kansız evladı” olarak niteleyerek eleştirir:
“Ne hüsrandır ki: Şark’ın ben vefâsız, kansız evlâdı,
Serâpâ Garba çiğnettim de çıktım hâk-i ecdâdı!”
Mehmet Akif’e göre “Avrupa medeniyeti, bir medeniyet-i fâzıle, bir medeniyet-i hakikiye-i insaniye değildir” Onlar hakkı değil, kuvveti üstün tutmuşlardır. Bunun en büyük delili, onlarla yaptığımız çetin savaşlardır. Onlar bu amansız savaşlarda bütün vahşiliklerini pervasızca ortaya koymuşlardır. Bunun örneklerini Balkan, Çanakkale ve Kurtuluş Savaşlarında bütün çıplaklığıyla görebiliriz. Zira onlar teknoloji zengini olsalar da merhamet ve insaf fakiridirler. Batı insanı bencildir, zayıf olanı ezmeye meyillidir, adalet duygusu yok denecek kadar azdır. Böyle oldukları için de onlara güvenmek ahmaklıktır. Mehmet Akif, hiçbir zaman güven vermeyen bu insanlara karşı çok öfkelidir. Öfkesi şahsî değil, umumîdir:
“Tükürün milleti alçakça vuran darbelere!
Tükürün onlara alkış dağıtan kahbelere!
Tükürün ehl-i salîbin hayâsız yüzüne!
Tükürün onların asla güvenilmez sözüne!
Medeniyet denilen maskara mahlûku görün,
Tükürün maskeli vicdanına asrın tükürün!”
Mehmet Akif Ersoy, bizzat gidip gördüğü Batı’nın ilmî üstünlüğünü kabul ediyordu. Fakat bu şimarık kıtanın fitne fesat değirmeni olduğunu da aklımızdan çıkarmamamız gerektiğini öğütlüyordu. Bu kıtanın sakinleri, sömürgelerinin omuzları üzerinde yükselmeyi sıradan görüyorlardı. Sanki dünyada onlar “Efendi”, ötekiler köleydi. Siyasî meselelerde uyguladıkları ikiyüzlü politikalarla güvenilmez insanlar olduklarını açıkça gösteriyorlar. Avrupalılar her şeye maddî boyuttan bakıyorlar. Mehmet Akif, bununla ilgili olarak örnekler vererek şöyle diyordu: “Avrupalılar, zapt etmeyi kararlaştırdıkları memleketin ahalisi arasına evvelâ tefrika sokarlar, senelerce milleti birbirleriyle boğuştururlar. Sersem ahali yorgun düştükten sonra gelip çullanırlar. Bugün de işte bize karşı aynı siyaset kullanıldı. Zaten her yerdeki siyasetleri budur. Hindistan’da, daha evvel Endülüs’te, sonraları Cezayir’de, İran’da hep böyle yaptılar. Takip ettikleri siyaset hep aynı siyasettir, hiç değişmez.”
Netice itibariyle Mehmet Akif’in, Batı’ya karşı mesafeli bir duruşu vardır. Fakat o, yine de Batı’nın ilminin ve bize uygun olabilecek sanatının alınmasını ister. Yani o, Batı ülkelerini geçmişteki vukaatlarından dolayı damgalamıştır. Onların ne zaman ne yapacağı hiç belli olmaz. Batı’nın bizim hayrımıza bir şey düşünmesi ve yapması nadirattandır. Bunun böyle bilinmesi, hâl ve hareketlerimizin buna göre gerçekleştirilmesi hepimizin hayrınadır.
Mehmet Akif’in ne kadar doğru söylediğini bugün yaşadıklarımız göstermiyor mu?
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.