- 1051 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Vahdet-i Vücut’a Dair Dar Çaplı Bir Deneme!
İşte gerçek bir bilge. Ne demek istiyor bu dizelerde? Ne dediğini anlayabilmek için hangi yola başvurmalı? Herkes kendi bilgi birikimi, inandığı, reddettiği evrensel görüşlerine göre yorumlayacaktır bunu.
Mesela, “her varlık sonunda aslına döner” ne demektir? Varoluşu Allah’la bağdaştıran bir zihin, ruhun bir gün Allah’a döneceğini çıkartır bundan.
Lakin benim görüşüm bu yönde değil. Ben bir panteistim ve ona göre yorumlayacağım bunu. Panteist görüş, tanrının evrenden başka bir şey olmadığını savunur. Bilim insanlarının da tanrı kavramını bu şekilde yorumlamaya meraklı olduklarını defalarca fark ettim.
Şimdi bu, “Her varlık sonunda aslına döner” dizesini Alevi felsefesiyle açıklamaya çalışalım. Her varlık atomlardan oluştuğu ve evrenin bir parçası olduğu için, ölüm gerçek manada bir sona eriş olmayacak ve dolayısıyla evrenin zerrelerinden insan donunda can bulmuş olan bu madde yığını da yine öldüğünde zerrelerine ayrılıp evrenle bütünleşecektir. Varlığın aslı da, varlığın birliği de budur zaten. Dikkatinizi “vahdet-i vücut” felsefesine verin. Sofular bu fikri sevmezler. Sapkınlık olarak yorumlarlar. Onlara kulak verin. Onların sapıklık dediği her şeyde bir bilgelik vardır. Sofuların vahdet-i vücut yorumu şudur: “Her şey Allahın ilim ve iradesinin yansımasıdır. Yasmıma! Bizâtihi kendisi değildir.” Oysa kendisi olmadığına dair ortada delil de yoktur. Yani şöyle demek istiyorlar: “Benim nefesim havayı ısıtır. Isınan hava benim tecellimdir ama kesinlikle ben değildir!” Lakin aslımı gören nefesimin pekhala benim bir tecellim olduğuna ikna olabilir ama ya ortada ben yoksam? Hiç görünmemişsem? Tanrının varlığı panteizmin bir üst basamağıdır ama siz o basamağı neye dayanarak inşaa ettiniz? Bir bilim insanının dediği gibi: “inanmak değil bilmek istiyorum!” Ben huzursuzluğumu şu dizelerle açıklamaya çalışmıştım: “Görünmez deli kasırgaların etimde duyarken çığlığını, hangi yönden eser rüzgar ve neresi kuzey dört yönün bilinmez…”
“Her varlık sonunda aslına döner. Riyakar darında durma dediler.” Bu fikir aynı zamanda “her şey hakkın zerrelerinden ibarettir” fikriyle de uyum içindedir. Kendimizi gökyüzündeki bir yıldızdan ayrı görüyoruz. Halbuki bir zamanlar onun gibi ama ondan daha görkemli bir yıldızdan gelmiştik. Burada konuyu dağıtmadan küçük bir parantez açalım. Termodinamiğin ikinci yasasından yani, entropi’den haberdar mıyız? Düzensizlik yasası. Bu yasaya göre evren bir gün enerjisini harcaya harcaya bitirecek. İş yapacak, yeni yaşamlar, dönüşümler oluşturamayacak hale gelecek. Mesela bir bebeğin doğması da, yeni yıldızların doğması da yaşamın ölüm karşısında (düzenin düzensizlik karşısında) direnişinden başka bir şey değildir. Suyun o yıkıcı gücünü durdurmaya çalışan bir baraj gibi. Tamamen lokal önlemler.
Biliyor musunuz, içimizde bizi yok etmeye çalışan moleküller var. Onların fiziksel eğilimleri bu yönde. Lakin bir bütün halinde bu varlık (yani insan) bu yok oluşa direnen fiziksel bir sistemden başka bir şey değil. Yemek yiyerek ve nefes alarak enerjiyi yakıt olarak kullanıyoruz. Yani entropiyi durdurmaya çalışıyoruz. Ama entropinin elinde yaşlılık gibi büyük bir koz var. Yolun sonunda onu kullanarak varlığın birliğini bozup kullanılmaz hale getirmeye çalışacak. Ne heyecan verici bir bilgi ama. Bundan üzüntü çıkartmayın kendinize. Dahil olduğumuz hamurun mayasının böyle yaramazlıkları var. Farz edin ki sevgilinizi tanımak istiyorsunuz. Evren gibi kışkırtıcı kıvırtmalara sahip başka sevgili mi var şu düzende? Nasıl, safsatalardan daha gerçekçi ve daha eğlenceli değil mi? Bilim eğlencelidir.
“İnsan hakta hak insanda”, yani, insan evrende, evren de insanın içinde. Evrenin bir parçasıyız, ondan bağımsız olmadığımız gibi özel de değiliz. Kainatın yani, hakkın böyle maarifetleri vardır. Bir bozup bir tamir ediyor. Acemi çıraklar gibi. Çocuğunuz var mı? Varsa bilin ki yaşam, o entropiye karşı direnmek için çocuğunuzu yarattı. Bunu yaparken bazı yöntemler de geliştirdi. Mesela Dna. Bu sayede kendisini bir sonraki nesle kopyalayabilecekti. Yaşamak ve hayatta kalmak! Evrim kuramının en güçlü hipotezleirnden birisidir bu. Bakın ne kadar da bilimsel. Safsata değil. Eskiden “yaşamak nedir”, diye değil, “yaşamak neden var” diye sorardım. “Tohum toprakta neden filizlenir?” Şimdi diyorum ki evrenin bir yanı doğurmaktan bir yanı öldürmekten yana. Yaşamak işte bu yüzden var. Direnmek için. Evrenin kendi mayasında olan “yok etme” eğilimine karşı geliştirdiği bir savunma mekanizmasıdır yaşam!
Günay Aktürk
Bir menzile vardım elsiz ayaksız
Bundan ötesine varma dediler
Bir kubbe dikmişler durur direksiz
Sakın ol kubbeye girme dediler
Seyrine can bile dayanmaz yanar
Gel yolcu sırrını sorma dediler
Her varlık sonunda aslına döner
Riyakar darında durma dediler
Cüret et görmeye o güzel şahı
Sakın ol sırrına erme dediler
Perdeli göründü cibrile bile
Kamile bu yeter sorma dediler
Vakti gelmeyince gonca bir gülü
Su verip çiçeğin derme dediler
Bin muradın bile olsa hilkati
Cahile birini verme dediler
Eyup Aktürk
YORUMLAR
yazınızın bir kısmı farklı bir terim ve anlayışta diğer kısmı daha farklı, her varlık aslına döner, diyorsunuz, asıl olana dönmez yaratıcıya döner. aslına dediğinizde kendi kendine dönüş anlaşılır oysa ki insan asıldır zaten varlığını tamamlayınca yaratıcıya döner diye düşünüyorum, çok ta zor anlaşılan bir konu olmasa gerek.
diğer vahdeti vücud sofular bu fikri sevmezler sözünüzde kasıt vahdeti vücud sözü ise o zaten tasavvuf içinde şekillenen bir cümle, sofiler vahdet vücudu savunurlar..
bir de zat ve sıfat karıştırmışınız gibi, sıfatlar bildiğiniz gibi kahhar, adil, şafi v.s. bunlar tabi ki tecelli ederken zat sıfatlar (irade. kudret v.s. ) gibi tecelli etmezler.
sevgiyle kalın..
çok geniş bir konuyu ele almaya çalışmışınız, yazıda geçen sözcükler bile sözlük anlamlarını alsanız yine de bir çok yazı kaleme almak gerekir gibi...