- 1813 Okunma
- 2 Yorum
- 1 Beğeni
0090 - AYNALAR - İKİ/YÜZLÜ AYNALAR
AYNALAR
"benim yorgun yüreğim
dağlara salkım saçak inen
günbatımı yüreğim;
kara gölgeler varken etrafında
gücün yeter mi sanıyordun
yeniden doğmaya
içten içe haykırırken suskunluğun
paçavraya döner
gecenin elinde çocukluğun"
Nazlıhan HASKÖYLÜ
***
İKİYÜZLÜ AYNALAR
Ey benim vaktiyle güneş gibi doğan, hevesle kanatlanan, göklere ağan, çoktan rampayı dönen, batıya doğru kayan, dağlara dayanan garip gönlüm! Ey benim ah ile vah ile dolan ömrüm! Ey benim yorgun yüreğim, harap varlığım! Tükenen bedenim, dalında solan gülüm! Dağlara çöken bulutlar gibi gözünün gördüğüne tutulan kalan, gönlünün beğendiğine vurulan kapılan, yaşlı ve yorgun masum yüreğim! Sana göz açtırır mı çevrendeki korkunç canavarlar! Bilirsin ki o dağlarda dolaşan kurnaz tilkiler, aç kurtlar, sinsi sırtlanlar var. Mağaralarda yılanlar çıyanlar, gökyüzünde akbabalar… Gücün yeter mi onlarla uğraşmaya, boğuşmaya? Kuvvetin var mı kıran kırana savaşmaya! İzin verirler mi yeni bir aşkla doğmana, mutlu olmana!
Ömrün nihayetine doğru, bir yaz bitimi… Sararmaya dönerken ilk güzde yapraklar, çoğalmaya başlarken şakaklarında aklar, bir heves, bir uyanış… Bir özlem, ikinci bahar, ikindi güneşi… Yaşatırlar mı sana o vahşi hayvanlar, bir nebze mutluluğu, bir akşamlık sevinci… Seni yalnızlık paklar!
Gölgeler gibi dökülürler yollara, karanlıklar gibi çökerler, çok geçmeden! Dost gibi sokulurlar sağından solundan, ağzından girer, burnundan çıkarlar, melun şeytan gibi… Çalarlar çocuksu düşlerini, mahvederler ruhunu! Koparırlar kanatlarını, dörde şark ederek yüreğini, dört parçaya bölerler bedenini, her bir parçanı bir tepeye atarlar da seyrine bakarlar!
Sustukça çatlamaya yüz tutar sabır taşı! Sustukça artarken içinde feryadın, âhın… Neydi ki günahın, duygusal kadın?
Kara kanatlı karamsar kuşlar, koruluğun kuytu köşelerinden çıkarlar. Çakallar, yarasalar etrafını sararlar. Bir günlük, bir gecelik huzuru zehir ederler! Hele o çatal dilli yılanlar, engerekler! Dillerinin kemiği yok ki her yana döner! Edepleri yok ki sussunlar, korkuları yok ki pussunlar, dursunlar otursunlar! Yaratılışlarında yok ki dost olsunlar, yanında saf tutsunlar, arkanda dursunlar! Sahtekârlık, riyakârlık kronikleşmiş. Zelil maymunluk tıynetlerinde var! Sana gelirler, senden olurlar, ona giderler ondan olurlar. Kimin safına geçerlerse onun kılıcını sallarlar. Dost gibi sokulurlar, yılan gibi sokarlar! Hem de yılışarak yanaşırlar, sırıtarak ısırırlar!
Bir bebek saflığında arkadaş sanırsın, dost diye bağrına basarsın! Kapını açarsın, evine alırsın, sırrını paylaşırsın. Senden alır, ele yayarlar. Hele en yakınlar! Hısımlar, akrabalar… “Hısım, keseyim seni, kısım kısım!” derler. Dedikodu, iftira… Birin yanına bin katarak laf taşıma… “Akraba mı? Akrep soksun!” diye boşuna dememişler. “Şeytan görsün yüzünü! En iyisinin boynu altında kalsın!”
Cam gibi saydam sanırsın, kanarsın. Sırrını içlerine alır, yutarlar zannedersin. Sırrınla sırlanırlar, sıra sıra sıralanırlar da başlarlar yansıtmaya dört bir yana. Gülümseyen aksini mi seyrettireceklerdi sana? Çaresizliğinin perişanlığını aksettirirler, dolana dolana… Donar kalır tebessümün dudaklarında, kedere dönüşür mutluluğun simanda. Gözyaşı olur süzülür yanaklarından sevincin… Çok görürler bir yudum sevgiyi, bir parçacık aşkı sana.
Ah benim yorgun kanatlarıyla havalanan yüreğim! Gelin mi sandın kendini sen? Neden tellendin duvaklandın? Neden aldandın o sinsi, o ikiyüzlü aynalara sen? Neden çıkarıp çözdün koynunda gizlediğin beliklerini, tel tel? Neden kaldırdın duvağını, neden açtın altında saklanan sırlarını? Neden yaydın sırma teller gibi omuzlarına? Neden açıldın her önüne gelene?
Şimdi yaralar, acılar içindesin! Lime lime olmuş, dağılmış damarların. Kasların parça parça, etlerin didik didik… Pare pare parelenmiş, lif lif tellenmişsin ve mevta bellenmişsin!
Ey benim telli duvaklı, gelinlik kadar beyaz ve temiz, gelin kadar güzel yüreciğim! Nene gerekti o ayaklı gazetelerle yarenlik etmek senin? Neden kandın o ikiyüzlü aynalara? Neden inandın bal bıçağı gibi bir o yana bir bu yana dönen, iki tarafı da keskin, iki ağızlı insanlara?
Bahar geçmiş, yaz bitmiş… Güz yarılanmış, kar kış kapıda… Hâlâ genç ve güzel mi sandın kendini? Neden inandın yalancı aynalara? O göz alıcı güzellik, o can alıcı körpelik eskidendi ki o zamanlar aynalar, yavukluların yüzüne tutmak, ışığı yansıtarak aşkını anlatmak içindi, âlemin diline düşmek, Şam’a şark olmak için değil!
Ne sanıyordun sen, garip gönlüm? Yeniden hayat bulacağını mı? Ne umuyordun, ne bekliyordun ki bu zamandan sonra? Kuruyan dallara can gelmesini mi? Tekrar yeşermesini mi sararan yaprakların? Yakıcı yaz güneşinin geri dönmesini mi?
Ey fani olduğunu unutan gafil varlığım! Asr vaktindesin, iyi fark edesin! Ağır çekim ölmektesin, bilesin! İdrak etmelisin ki geriye dönmez dağlara değen güneş! Artık anlamalısın ki Allah’tan başka kimseye güven kalmamış! Kuzu postunda kurt olurmuş, dost olmazmış herkes. Hatta yerine göre ana baba, evlat, kardeş, eş…
Ey Sevgili! Aşk yasaklanmış bana, mutluluk haram! Dokunma göğsüme, kanıyor yaram! Benim bu dünyada rızkım kesilmiş. Nerde yeşerdiysem köküm kesilmiş. Bitimsiz çileyle sözüm kesilmiş.
Yüreğim elinde kalsın, sen de git!..
***
Onur BİLGE
ŞİİR FISILTILARI - 0090