BAŞKENT EDEBİYAT'LA ŞİİRLERİ SOLUKLANMAK!..
Ankara’da her şeyin birbiri ile karıştığı, karmakarışıklığın kol gezdiği, olumsuz havaların cirit attığı bir ortamda kendilerine öz güveni ile bir araya gelen gönlü, ülküsü bir avuç pırıl pırıl yüreklerin kurduğu Başkent Edebiyat Derneği adındaki kuruluşun şiirlere, hikayelere, romanlara velhasılı Türk edebiyatına aşık bir güneşimiz doğuyordu Ankara’mızın kirli ufkundan! Çıkar ve menfaatlerin kol gezdiği, şiire gönül vermişlerin hayallerini dumura uğratan, kalemlerinden damlayan şiirlerini tarumar edenlerin çokluğundan muzdarip şairlerin dert ve kederlerinin sancılarından gübgüzel bir derneğin kurulması, şairlerin, yazarların gönlüne ve hayallerine tercüman olacak bir yapının inşasını gerçekleştiren Ahmet Kurt hocamızla birlikte İnayet Millidere, Yusuf Millidere ve diğer arkadaşlarımızla alkışlanacak başarılara imza atacakları faaliyetlere adım attıklarında pek inandırıcı bulmuyorlardı bazılarınca. Ama bu arkadaşlarımızdaki KEÇİ inadı azim ve kararlılık olumsuz düşünenlerin suratlarında kuvvetli bir şamar gibi patlıyordu. Hep birlikte kollar sıvanıyor, hayal edilenler tek tek gerçeğe geçiriliyordu.
Kabakçı konağını mesken tutmuşlar ve orada haftada bir şiir etkinliği ile şiir severlerin, şairlerin kalplerinde taht kurmuşalardı. Çaylı, sohbetli, şiirli geceler Kabakçı kınağının sıcaklığı Ankara’yı, Türkiye’yi ve ülke sınırlarını aşarak yurt dışına ulaşıyordu ciddi çalışmalarıyla. Hollanda’da yaşamını idame ettiren ben garibana bile ulaşmayı başarabilmişlerse; varın gerisini sizler düşünün daha nerelere,kimlere kadar ulaşabildiklerini...
Acemi ruhla yazdığım şiirlerimi taçlandırmak için beni şımartan, her zaman ’ağabey, yürek sesini kitaplaştıralım. Bak kaç arkadaşımızın kitabını bastık! Senin şiirlerinide kitaplaştıralım!’ diye diye beni zıvanadan çıkartan İnayet ısrarla üzerime geldikçe ona; ’Olmaz! Daha şiirlerim ham ve acemice yazılmış duygular!’ dedimsede peşimi bırakmadı. Henüz dört arkadaşımızın kitaplarını basmışlardı. Şiirlerimin fiyakalı olan aşka, sevdaya yazılmışlarını özenle seçilip, düzenlenmesi gerekiyordu. Bu bahane ile karşışına çıkıyor ama bu habanelerim inatçı keçi İnayetin nezninde on para etmiyordu. Sonunda teslim bayrağını çektim! Şiirlerimi seçtim alaceleyle ve kendisininde istediği şiirlerimi kitaba alacağını söyleyerek bir hafta şiirle yattık, şiirle kalktık! Düzenlemeleri kendilerinin yapacağı teminatınıda alarak uzaklardaki garibanın bir şiir kitabı hatıra babından olmasını isteyerek koyu bir çalışma temposuna girildi. Dizgi işlemleri bittiğinde bana gönderilen sayfaları inceleyerek eften püften şeyleri öne dürerek tam üç kez dizgi değişimi yaptırdım. Biliyordum bana DİŞ BİLEDİĞİNİ, dişlerini gıcırdattığını hissediyordum İnayet’in! O beni görmüyordu ve ben kıs kıs gülüyor, dil çıkartıyordum onu kızdırdığıma...
Başkent Edebiyat Derneği, kitap basım işine girdiğinde gerçekçi olmam gerekirse pek çok arkadaşımız başka yerlerden, kandırıkçılardan, dolandırıcılardan yedikleri kazıkları ve üçkağıtçılıkları yüzünden şair arkadaşlarımız buna, yani kitap basım işine cesaret edemiyorlardı. Güven ve itimat duvarlarını yıkanlar onları yıldırmıştı. Kitap basacağız yalanı ile nicelerin paraları PİÇ-HİÇ edilmişti. İşte bu nedenle cesaretini yitirmiş arkadaşlarımız inceden inceye pür dikkat inceliyorlardı derneği ve derneğin yönetimini. Ama bilmiyorlardı ki TAPU gibi insanlar, MANGAL gibi temiz yürekli olduklarını. Her ne kadar Ankara’da, diğer şehirlerde her türlü fırıldaklıklar döndürülsede, bu hengamenin içinde şanlı mücadelesini veren az sayıda insanımız vardı ve bu az sayıdaki edebiyatımızın gönüllü elçileri yılmadan mücadele ediyorlardı olumsuzluklara inat ’’biz varız!’’ dercesine. Yılmadılar! Zorlu merdiven basamaklarını bir bir aşarak başarı çıtalarını yükselttikçe arkadaşlarımız arasındaki güven kuvvetleniyor, kuvvetlenen itimat sayesinde de şairlerimiz, yazarlarımız bunlarla kenetleşiyorlardı.
Başken Edebiyat; kurduğu düzeni ile kitaplar farbrika üretimi gibi takır takır dizgiler diziliyor, matbanın ruloları harıl harıl dönüyor ve cillop gibi, pırıl pırıl kitaplar ard arda çıkıyordu. Bu onların gururu olduğu kadar bizim de gururumuz ve onurumuzdu. Artık güven oturmuştu. Kabakçı Konağında sezon açıldığında ilk toplantılarına taa uzaklardan, kilometreleri eze eze şiir aşkına, edebiyatımızın güvenirleri arasına dört-beş saatliğine geliyorlardı hiç bir çıkar ve menfaat olmadan. Aşktı bu! Şiire ve şiiri taçlandıranların yüreklerindeki samimiyetlerine geliyorlardı. Bir bardak demli çay, bir şiir okuma, dostlarla sıcacık bir selamlaşma. Hepsi buydu. Derneğin hiç bir resmi yerlerden; yani ne devletin Kültür Bakanlığından, ne de belediyenin kültür birimlerinden manevi yardım, ne de maddi yardım alıyorlardı. Gerçekçi olanlar hep mağdur edildiği gibi, bu arkadaşalrımızda resmi makamlarınca görmezlikten geliyorlardı! Üç beş dangalağın bir araya gelerek, torpilli ağa babalarını bularak devleti ve belediyeyi sövüşleyenlerden değillerdi bunlar. Damarlarındaki kanlarının son zerresine kadar TÜRK’TÜLER! harama el uzatmayan şerefli yiğitlerdi. Zaten güvenirlikleride bundandı! Harama yabancı olmaları... Analardan helal süt içmişlik buydu!
Nerede bir edebiyat toplantısı olsa, imakanları müsaitse orada bitiyordu İnayet Millidere kardeşim. Geçtiğimiz Mayıs Ay’ında Adana’daki bir etkinliğe gelmişti. Orada da etkinlikteydik birlikte. Şiirin olduğu her mekan onun tekkesiydi. Şiirle yatıp kalkan değerli bir candı o. Arkadaşlar arasındaki içten samimiyeti; kimilerinin bacısı, kimilerinin ablası, benim gibi garibanların dert ortağı öz kardeşiydi! Bana çok takılır, bende ona nüktelerimi mermi hızında göndermeyi ihmal etmem! Candan öte candır o. Lafını hiç edirgemez, dobra dobra yapıştırır lafını o güzel uslübu ile. Arkasında Erciyes dağı kuvveti ve heybetinde bir eşi ve Tanrı Dağları haşmetinde bir zafer ağabeyisi var yanıbaşında! Biliyorum bu kısmı okuduğunda kahkahayı patlatmıştır ve ona tebessüm, gülmek, güler yüzlülük çok yakışıyor...
Başkent Edebiyat’ın soylu, şanlı yürüyüşüne tüm hızı ile devam ederken Ramazan Ay’ına bir hafta kala bir etkinlik düzenlemişlerdi. Etkinliğe katılmam için beni davet ettiğinde severek kabul etmiştim. O güzide toplum arasında bulunmak ne büyük onurdu bana. Fakat gideceğime bir gün kala bir yerden gelen telefonla ve o etkinliğe başkalarınında ortak olması bana geri adım attırdı ve gidemedim. Beni çok beklemişlerdi arkadaşlarım, hele İnayet kardeşim! Lakin nasip olmadı ve katılmama sebebini kaç ay sonra ona utanarak açıkladım. Meğerse benim düşündüğüm gibi değilmiş. ’Tüh len Zafer!’ demeden edemedim kendime. Nasip olmamıştı. Bir daha ki etkinliğe ne olursa olsun mutlaka katılacağıma kendi kendime söz vermişdim. Gelip çattı İzmir etkinliği. ’Ah!’ dedim. İzmir etkinliğine bir elim kanda da olsa katılacaktım. Yurt dışına çıkmam gerektiği halde iptal ettim keçi inatçı kızın, yani Başkent Edebiyat’ın sultanı İnayet’in kalbine kendimi affettirebilmek için gitmeliydim etkinliğe. Kararım kesindi. Hazırlıklara başladım. Tek kaygım vardı; evimde yalnızlığımın arkadaşı kedim Öztürk’ü yalnız bırakmak, beslediğim sokak kedilerimden Ülkü, Nalan,Canan, Kartal, Gökhan ve yavruları kim besleyecek, onlara kim yemek verecekti? Hiç kimse yoktu sokak canlarıma bakacak. Merhamet duygularını yitirmiş insanların olduğu bir yerdi buralar. Allah’a emanet edip gelecektim. Bir iki günlük ayrılığıma inşallah dayanırlar tesellisi morel veriyordu bana. Evdeki Öztürk’e yiyecek ve içeceklerini hazırlayıp çıkacaktım ama o da yalız kalmasından korkuyordu. Evin iki ışığını açık bırakarak gidecektim. Başkada çarem yoktu. Allah büyüktü. Onları koruyacak, gözetecek, nasiplendirecekti. Bu inaçla hazırlıklarımı heyecanla tamamladım. Çirkinliğimi yakışıklı hale dönüştürmek adına takım elbiselerimi, gömleklerimi, birazda Başken Edebiyatın yayınlarından çıkan ’UZAKLARDAKİ YALNIZLIĞIM’ adlı şiir kitabımdan onbeş kadar bavuluma yerleştirdim. Cuma öğlen çarşıdaki bir firmanın yazıhanesinden gecenin 1:30 saatine biletimi aldım. Hayaller kurarak eve geldim.
Otobüsün servisi gece 1:00 de evin önüne gelecekti. On dakika önce çıktım dışarı. Benim sokak canlarım kokumu alarak hepside başıma üşüştüler. ’’ Yavrularım dedeniz İzmir’e sizleri temsilen ve sizler için şiirler okumaya gidiyor. Allaha’a emanet olun!’’ desemde anlıyordum yemek istediklerini. Vakitte daralmıştı. Son surat üçüncü kattaki evime çıkarak yiyeceklerini bir çırpıda alarak indim aşağıya. Onlara yemeklerini paylaştırırken seviş geldi.Her birine ayrı ayrı öpücükler sallayarak bindim servis aracına. Otagara vardığımızda daha onbeş dakika vardı arabanın gelmesine. Ellerim cebimde olta attım yârimi hayal ederek. Gökyüzündeki yıldızları, ay’ı izledim hafif ıslık çalarak. Sevdam düşmüştü gözlerimin önüne. Can dediğim, cananım dediğim kızla hasbihal ettim gökyüzünün gizemlerinde. O an elimde kalemim olsaydı ne şiirler döktürecektim sevdalıma... İçimi yakan bir güneşti o! Kalbime yaşam kaynağı pompalayan...
Otobüsümüz homurtularla girdi otagara. Muavine bavulumu teslim edip geçip oturdum kolduğuma. Fazla beklemedi zaten. Mağrur hali ile homrdanarak yolla koyuldu. ’’bekle bizi İzmir, geliyoruz’’ dercesine. Yolculukta uyuyamadığım için yanıma aldığım TÜRK BİGE KAĞAN adlı romanı okumaya başladım. Okudukça dalıp gittim Tanrı dağlarına, Ötüken’e, Türk’ün çağlayan nehirlerine saldım ruhumu. Kitabı okudukça; dünyayı yeniden feth edercesine gururlandım. Tarihimin şanında başım dik yollar aldım. Yedi saatlik yolum cengaverlikle, Çinlilerle yaptığımız savaşlarla geçti. Derin derin nefes alırken, yan koltuklarda oturanlar beni HASTA’ zannetti! Halbuki kahramanlarımızın şanlı mücadeleleri arasında kendimde vardım kursal savaşta! Ulvi duygularla yolculuğum çarçabuk bitivermişti. İzmir Otogardaydım. Uykusuzluğunda verdiği sersemlikle şapşalca sağa sola bakatım. İlk işim yüzümü yıkamak, sonra da kalacağımız otele nasıl gidileceğini öğrenenmek. Yüzümü yıkayınca bir serinlik geldi. Vücuduma dingelik inerken hemen birini yakaladım. ’ Ağam, Bayraklı’ya nasıl giderim?’ Pos bıyıklı adamdı sorduğum kişi. Ölgün gözlerle suratımı dikizlerken ağzından çıkan sigara dumaları arasında cevap verdi sararmış, çürük dişlerini göstererek! ’ Şu merdivenlerden in aşağı. Ööööle devam et. Orda minübüsler var. Onlara sor. Sana gösterirler.’ dediğini yaptım. Maalesef orası değilmiş. Adama birşeyler saydım içimden en okkalılarından! Yorulduğuma değmedi. Sora sora Mekke Medine bulunur derler ya; bende sora sora buldum nihayetinde.
Bayraklı servis arabasına bindim. Saati gelince kalktı. Berbat bir arabaydı. Gittiği yerde sansöz gibi kıçını, kalçasını sallıyordu. Galiba balansı bozuktu, ya da tekerin rulmanları bozuktu. Gidesiye kadar adamla münekaşa ettik yolcularla birlikte. Adamcağız, ’ ben ücretli bir şöforum.’ desede, insan hayatı önemliydi. Biz tepkimizi sıklaştırınca patronuna telefon etti. O bildik cevaplardan geldi. BİŞİ olmazmış!!! Neyse, her yerimizi oynata oynata beni getirip bir dönemeçde bıraktı. Uzunca bir tarifle gideceğim yerleri NAFAKASİ gibi belirledi. Gel hadi anlayabilirsen anla! Sora sora metroyu buldum ama o uykusuzlukta ne çektim. Metro içinde ödeme kartımda yok elimde. Genç bir çocuğa rica ettim. Bedelini eline ödedim ve içeri geçtim. Basmaniye’ye gidebilmek için iki durak sonra aktarma olacakmış! Haydaaa! Neyse; bu engelli aşamalardan geçe geçe otelimize geldim. Otelin ismide tuhaf. Türk ülkesinde ismi tamamen yabancı. Kendimi Londra’da sanacaktım kaldırımda konuşanlar Türkçe konuşmasaydı! Bavulumla tangır tungur otele giridim. Daha yeni gelmişlerdi bazıları.İçeride oturuyorlardı. Gözlerim İnayet ve beraber geldikleri arkadaşlarını aradı.
Salona bavulumu koydum. Yeni gelenlere ’Hoş geldinizi’ dedikten sonra etrafı kolaçan ettim İnayet’le, Arif’i görmek için. Oradakilere sordum göremediğim arkadaşlarımı. ’ Arif, İnayet neredeler?’ Dışarıyı işaret ettiler. Dışarıda masada oturuyordu dört arkadaş. Sabahın çaylarını götürüyorlardı yudum yudum. Baktım Arif Baran arkadaşım çayını afiyetle içerken arkadan dokundum. Geriye bakar bakmaz beni görünce bir fırlayışı vardı, görmeğe değerdi. Oturduğu sandalyesi kanatlanıp uçacaktı yerinden. Kucaklaştık özlem duygularımızla. Diğer arkadaşlarlada el sıkıştık ve oturdum yanlarına. Bir çayda bana söylendi. Çaylarımızı içerken eski günleri yad ettik. Hatıralar canlandı o anda.
Baktım İnayet içeride koşuşturuyor telaşlı telaşlı. Sorumluluk kolay değil tabi. Bizim yerlerimiz ayarlandı. Arif’le beraber kalacaktık aynı odada otel ücreti kesemize hesaplı olması için. Yalnız kalındığında otelin cebine biraz daha fazla para girecekti. Bizde bu uyanıklığı engelledik! İnayet işlerimizi halleder etmez salona gitti bir gurup arkadaşla hazırlık yapmak için. Bizde odamıza yerleşmeye çalıştık bu zaman zarfı içinde. Otelimiz çok temizdi. Basmane’deki otelleri bildiğim için bizim bu otel onların yanında beş yıldızlı gibiydi. Diğer otellerin nasıl hizmet verdiklerini az çok biliyordum. Gençlik yıllarında burada okumuştum ben. Ne dolapların döndüğünü ta o zamandan bilirdim.
Salona gitme vakti geldiğinde hazırlıklarımız bitmişti. Sinek kaydı taraşımı olmuş, takım elbisemi giyinmiştim. Jilet gibiydik! Yanıma kitaplarımıda almıştım. Ankara’dan gelen minübüse doluştuk. Koltuklar yeterli gelmedi sonradan gelen arakadaşlara. Tıkış tıkış gittik. Trafik polisine yakalanmamak için arkada oturanlarımızı gizledik yerde oturmalarını sağlayarak. Güzelim İzmir’imizin caddelerinden bir gelin gibi süzle süzüle vardık salonumuza. Kocaman bir salondu. İçerisi etginliğe göre düzenlenmiş; kocaman bir bayrağımız, Mutafa Kemal ve Bayraklı belediye başkanımızın potresi ile şereflendirilmişti. Girişe çay konulmuş, gelen arkadaşlarımız çay ikramından nasiplendiriliyorduk ve bizi görevliler karşılıyordu kapıda. Güler yüzle karşılanmak insana tarifsiz bir huzur ve mutluluk veriyor. Girişin sağ kısmına standlar kurulmuş kitaplarını imzalayacak arkadaşlarımıza. Sanal ortamda tanıdığım değerli arkadaşlarımızdan Ayşe Karadeniz, yeni yayınlanan şiir kitabını masaya yerleştirip sandalyesinde oturuyor gördüm. Selamlaşarak tebessümlerimle başarılar dedim ona. Şık bir giyimle okurlarını bekliyordu. Salonu göz gezdirdikten sonra salonun bahçesi vardı, oraya çıktım. Tanıdık bazı arkadaşlarım bir masa başında hasret gideriyorlardı. Salonun yan kısmı ise denizin bir parçasıydı. Deniz ayağımızın dibindeydi. Balık tutmaya gelenler oltalarını salmışlar denize balıkların oltaya takılmasını sabırla beklerlerken ’ rast gele’ dedim onlara. İzmir’in o sevecenlikleri ile gülümseyerek karşılık verdiler. İzmir’imizin insanı bir başkadır. Hepside birer çiçektir. Her ne kadar medeniyetini bozmaya çalışsalarda o kendini korumuş bir şehirmizdir İzmir! Yunanı bile denize dömüş efelerin diyarıydı İzmir’imiz. İzmir marşı neden bestelendi dersiniz? Şanı yüce bu şehrin kahramanlığından, yobazların ihanetlerine karşı dik duruşlarından...
İzmir’imizin yetiştirdiği, entkinliğin İzmir sorumlusu değerli şair arkadaşım Hamit Karaca’yı uzun zamandır tanımama rağmen ilk kez görüşüyorduk. Onu salonun girişinde görür görmez sanki yıllardır canlı olarak görüşüyoruz gibi hiç yabancılık çekmeden sarıldık birbirimize. Ayak üstü kısa sokbet ettik. Çok yoğun tempoda koçuşturuyordu orada. Misafirperverliği o kadar yüksek düzeydeydi ki; tam bir Anadolu yiğidiydi. Eskiden can dostumuz Mahlası Kul Hilmi olan Hilmi Coşkun’u sordum. Sormamın sebebi İzmir’de ikamet etmiş olmasıydı. Hemen telefona sarıldı Hamit. Hilmi ile konuşurken ’ Bak kim geldi taa nerelerden, sen neden gelemedin şuracıktan. Bak veriyorum onu, konuş’ diyerek telefonu bana uzattı. ’ Ulan galleş nerelerdesin?’ diye takıldım hemen. Konuştukça cevap veriyor ama beni tanımıyor hissi ile. ’ Beni tanıdın mı?’ dediğimde, tahmin ettiğim gibi tanıyamamıştı. Onunlada uzun zamandır görüşmüyordum. Adımı dediğimde öyle bir kahhaka kopardı ki; şankınlığını kahkahadan çıkarıyordu. Bel fıtığı olmasından dolayı gelemediğini söylerken çok üzüldüm. Acil şifalar dileyerek kendisini ziyarete geleceğimiz müjdesini vererek kapadık telefonu.
Ön sıralarda bir masa bulmuştum. Yuvarlak masa oldukça büyüktü. Hemen bir kenarına iliştim proğram başlarken. Bizim kız İnayet, etkinliğin sunuculuğunuda üstlenmişti o kadar yorucu koşturmalarının ardından. Maşallah yorgunluğunu bile unutan kızdı şiir aşkı adına. ’Afferin be!’ demeden edemedim. Şık giyimi ile tam bir Türk hanımefendisiydi. Milli gurur edası ile mikrofanı eline alarak bizi şehitlerimiz adına saygı duruşuna ve ardından İstiklal marşımızı okumaya davet etti. Ayağa kaltığımda etrafıma göz ucu ile söyle bir maktım saolana. Muhteşem bir kalabalık vardı. Umduğumdan çok çok fazlaydı. Ummuyordum bu kadar sevildiklerini ve güven kazandıklarını. Tam tamına yüzotuzbeş kişiye yakın şair, yazar ve şiir sevenlerimiz vardı. Bu çok iyi bir başarı örneğiydi. Yürekten kutluyordum emeği geçen herkesi...
Proğram öyle bir güzellikle devam ediyordu ki; insanlarımızın yüz ifadelerinden, tavırlarından, tebessümlerinden bunu anlamak kolaydı. Etkinliğin görevlilerinden ve Başkent Edebiyatın müdavimlerinden değerli arkadaşımız Canan Ö. Örenlioğlu gamzeli gülümseyişi ile oturduğum masama geldi. Şiir okuyacakların listesini hazırladığını söyledi. Bende ’abim okuyacağım’ diyerek ismimi yazdırdım. Sırası gelen şiirini okuyor, sonra karşı sahnede ozanlar için ayrılmış bölümde ozanlar bestelerini okuyor, atışmalar yapıyorlardı. Hele bir ozanımız vardı ki; kendi küçük, marifeti ve ozanlığı dev bir aşık, ozan vardı. Henüz on yaşında bir çocuğumuz. Canan Ö. Örenlioğlu’nun evladı. Sahneye çıktığında sazı hoplatıyordu ellerinde. Saz onun sihirli parmaklarında coştukça coşuyor ve o muhteşem hareketleri, sahne hakimiyeti ile bizleri büyülüyordu. Maşallah dedim kaç kez 41 kere! Allah uzun ömürler versin ona. geleceğimizin gerçek halk ozanı Karacaoğlan’ı olacağı şimdiden belliydi. Salondaki arkadaşlarımızdan en çok alkışı o almıştı. Alkışlarımız ona helal olsun...
Şiirler okuna okuna sıra bana geleceğini bilmiyordum. İnayet adımı anos ettiğinde okuyacağım şiirim hazır değildi internetti açamadığım için. Ona işaret ederek beni başka sıraya almasını dedim. Okuyacağım şiirim Cuma günü sevdama yazdığım şiirdi. Onu okumaya karar kılmıştım ,illada o şiir olacaktı. Kitabımdan her hangi bir şiirde seçip okuyabilirdim ama henüz dumanı başında olan sevdamın şiirini okumalıydım, sözüm vardı ona! Sıramı Yıldız Toksöz arkadaşıma verdim. Diğer arkadaşlar şiirlerini okumaya devam ederlerken sıra yine bana geldi ama yine habersizdim ve hazırlıksızdım . Şiirimi aramaya koyulurken İnayet hemen başka bir arkadaşı devreye soktu benim şaşkınlığıma bakarak! Artık şiirimi bulmuş, tetikte onu bekliyordum. Nihayet beni 3. kez anons ettiğinde fırladım yerimden. Şiirimi okudum heyacanımı zor zabdederek! Nedense şiir okumaya çıktığımda lal olur dilim, konuşmayı bile beceremem heyacanımdan. Şiirimi kazasız okumayı bitirdiğimde ter içinde kalmıştım. İnayet’te derinden bir nefes almıştı beni üç kez çağırmasından dolayı. Yan gözle bana kakarak’’ bi kahve ısmarlarsın artık’’ der gibiydi.
Sevdaya yüklenmiş, vatan aşkına yürekten yazılmış şiirler okundukça, ozanlarımız kopuzlarına (sazlarına) dokundukça buram buram Anadolu ateşi İzmir’den Türk dünyasının dört bir yanına ulaşıyordu. Ozanların, şairlerin dilide olmasaymış, bu topraklar sanki ölüler yurdu kalacakmış. Hantal, coşkusundan, milliliğinden uzak, vatan ve sevda aşkından mahrum bir yığınlar kitlesi olmaktan öteye geçemeyecektik. Bizim özümüzde ozanlık vardı zaten. Biz dünyaya şiiri öğretmişiz. Türk yaratılışından günümüze kadar geçirdiği evreler arasında dünyanın gıpta ettiği ünlü ozanlarını yetiştirmiş, destanlarını yazmışlardır. Karacaoğlan, Yunus Emre, Nedim-i, Pir Sultan Abdal’ı ve daha niceleri bu topraklarda filizlenip boy atmıştır... Günün önemine binaen, milli duruşunda etkisi ile muhteşem bir etkinlik; emeklerinden dolayı hak edenlere verilen plaketlerle devam ediyordu. Hiç tanımadığımız yüzler, sanal ortamda samimiyet kurupta görmediğimiz arkadaşlarımız oradaydı. Uzun yıllar Edebiyat Defteri sitemizden tanıdığım çok kıymetli can arkadaşlarımdan Salihli’den gelen hikaye yazarımız ve şairimiz, iki kitabı yayınlanmış arkadaşım Emine Uysal’ı görmek ne kadar mutlu etmişti beni. O mütavaziliği ile candı o, Şiir kitabı yayınlanmış gerçek dostum Yıldız Toksöz ta Tekirdağ’dan, Ayşe Karadeniz Bursa’dan ve Kamile ablamız, Havva Köseoğlu arkadaşımız İzmir’den ve nicleri nice yerlerden etkinliğe teşrif etmeleri şiir adına şerefti. Onurlu bir yürüyüşün temsilcileri ile bir arada olmanın hazzı ile şimdiye kadar gittiğim etkinliklerin daha içten, samimi oluşu beni çok mutlu etmişti. Diğer arkadaşlarımızda memnuniyetlerini gülen yüzlerinden anlaşılıyordu. Kardeşlik, dostluk, kadirşinaslık, vefa bu olmalıydı!
Şiir etkinliğinin ardından şairlerimiz ayrılırken vedalı kucaklaşmalar gözlerimizi bulutlandırıyor, dokunulsa gözlerimizden yağmur boşalacak noktaya getirmesi bile ne denli samimi bir etkinlik olduğunun ispatıydı. İnsanlar bu etkinliğin sabahlara, günlere sarkmasını istiyordu yüz ifadelerinde. Gidenleri üzüntülerimizle yolcu ederken bir yanımızın, duygularımızın sancılandığını hissetmemek mümkün müydü? Kalan arkadaşlarımızla hazırlanan yemeğe oturduk. Nefis yemeklerin ardından ikinci kez vedalar başladı. Gidenler gitti, kalanlar bizimle beraber gelmiş olanlardı. Bir kısmımız minübüse binip otelin yolunu tutarlarken ben, Hamit Karaca, Arif Baran Hamit arkadaşımızın oğlu ile birlikte kadim dostumuz Hilmi Coşkun’u ziyarete gittik! Evi Konak’ta tepe üzerinde eski bir evdi. Etrafındaki pek çok ev yıkılmış, bu evinde yakında belediye tarafından istimlak edilerek yıkılması planıda varmış. Evin önüne geldiğimizde seslenerek arkadaşımızın kapı zilini çaldık! Bel fıtığından rahatsız olan Kul Hilmi kapıyı açıp bizi gördüğünde yüzünde güller açıyordu. Kendisine takılarak ’Len daha yaşıyon mu bu felaket evde’ derken nasıl gülüyordu bize. Fakirhanesine çıkıp oturduk kucaklaşma faslından sonra. Bize kahve yapmasına itiraz etsekde o haliyle kahveleri yapıp getirdi. Sohbetlerimizide köpürterek dertleştik onunla. Geçen yılları yad ettik birlikte. Şair ruhundan bir şeyler kaybetmişçesine hüzünlü gördüm onu. Belki rahatsızlığından dolayı veya yalnızlığından dolayı idi. Hamit bekar bir kadından bahsedince bizim Hilmi’nin kulakları ağzına geldi, yüzündeki tebessümler çiçekleşti. Ona kadın, sigara, çay ve şiirden bahsetmek yeterliydi coşkusunu artırmak için. Bizim Hamit’te bildiğinden damardan giriyordu söze... Koyu sohbetimizin ardından yine buruk bir ayrılışla bizi taksi ile otelimize götürdü Hamit. Etkinlikten gelen arkadaşlarımızda oradaydı. Lobide bir iki saat kadar oturdum ama benim ayakta duracak gücüm kalmamıştı uykusuzluktan. Müsaade edip çıktım odama. O gün kılamadığım namzalarımı kılıp yattım...
Otelin yedinci katında sabah kahvaltımızı yapmak için Arif’le oraya çıktık. Kahvaltıya hemen hemen çok arkadaşımız gelmişti, dünden yorgun düşenler henüz yoktu ama onlarda zaman zaman geldiler kahvaltıya. Allah var; harika bir kahvaltı hazırlamıştı otel. Böyle bir oteli bize buldukları için İnayet kardeşimize teşekkür ettik. Yemekhanenin balkonuna çıkıp baktığımızda İzmir’in karşı, tepecik ve fuar yönü harika görünüyordu. tarihi evler ile cami ve cami minareleri tarihe şahitlik edercesine bu şehir sekizbin yıldır bizim diyordu. Her ne kadar Yunan işgaline uğrasada Türk şehri olmanın şerefini yakta tutabilmiş sahil şehirlerimiz gibi dimdik ayaktaydı. Ne çileler çekmişti İzmir’imiz. Ne çok şehitler vermiştik ve kendi içinden ihanet eden alçak yobazlar Yunan gevuru ile birleşerek nice Türk kdınının ırzına geçtiler, çocukları, yaşlıları, savunmasız insanları katlettiler. Kanlarınınn çiçek kokuları hala taptaze! Bu şehrin hatıraları kayıt ediliyordu terasımızdan! Balkondan izlerken güzel şehri, arkadaşlarımız hatıra fotoğraflarını birbirleri ile yarışırcasına YEŞİLÇAM pozları veriyorlardı birbirlerine. Bense Cüneyt Arkın pozu veriyordum yan duruş profil fotoğraflarımla.
Kahvaltı yapılmış, eşyalarımız lobiye indirilmiş, otelden ayrılma vakti gelmişti artık. Muhteşem etkinliğe yeni güzellikler eklemek gerekiyordu. Kordon boyuna gidilecekti ama yolların 29 Ekim Cumhuriyet bayramı nedeni ile kalabalıktı. Oraya gidilmesininm imkansızlığı ile Konaya yöneldik. Konağa vardığımkızda törenler yeni bitmiş, dağılıyorlardı. Arabamızı münasip bir yer bularak park ederek aşağıya indik. Saat kulesinin bulunduğu alana geçtik. Hasan Tahsin anıtı önünde fotoğraflar çekindik. Saat kulesinin önünde de şık pozlar vermeyi ihmal etmedik. Sonra ben sesizce aralarından kayarak rıhtım yönüne uzandım. Körfezden pozlar kaparak fotoğrafladım. Ne mükemmel yerdi buralar. Gezmenin doyumsuzluğu ile dolaşırken parkta lavanta çiçeği gördüm. Sevdalıma saklamak için iki çiçeğinden ve dalından koparıp aldım. Nefis kokusu vardı. Tıpkı karasevdalımın kokusu gibi. Kokladım, öptüm Lavantayı aşkım adına ve aldım yanıma kopardığım çiçekleri ve dalı ona ulaştırmak için...
Arkadaşlarımız toparlanıp arabaya yerleştiğimizde kaptanımız bastı gaza, İzmir’imize de elveda edik. Doya doya yaşamıştık her şeyi bu güzel şehirde. Elbette ayrılırkende üzüntülerimizi gizleyemedik, ayrılık şarkıları dolandı dillerimizde... Dolu gözlerle ayrıldık şehirden. Ben Afyon’a kadar birlikte seyhat edecektim arkadaşlarımla birlikte. Onlar oradan Ankara’ya, bende Akşehir’e başka bir arabayla... Afyon’a kadar arbada şarkılar, türküler söyleye söyleye, şiirler okuya okuya yol alıyorduk. Ben kızım nazlı Ülkü’me yazdığım şiiri okurken çok duygulanmış, şiiri zar zor bitirebilmiştim. Kendimi tutamadım, ağladım sessizce. O benim ilk aşkımdı, babasının can kızıydı ve kadersizdi, talihsizdi! Benide de yaralayan o yönüydü! Belli yerlerde mola verip çay ihtiyacımızı karşılıyor, dinleniyorduk.
Afyon’a yakın bir dinlenme tesislerinde durduk. İhtiyaşlarımızı karşıladık. Tam yola çıkacağımız sırada Konya’ya giden otobüste moladaydı. Beni alıp alamayacaklarını söyledim Ahşehir’e kadar. ’Atla, gel’ dediler. Münibüsten eşyalarımı alarak arkadaşlarımla tek tek kucaklaşarak veda ettim. Otobüse bindiğimde kendimiz zor tuttum ağlamamak için. Öyle zoruma gitmişti ki canım gibi sevdiklerimden ayrılmak. Ne zormuş samimiyeti ile gönüllerde iz bırkanlardan ayrılmak Yarabbi!
Böylece muhteşem bir etkinliği tamamlamış olduk. Huzurla, sevgiyle dopdolu kısacık iki gün bize güç, kuvvet ve azim vermişti. Tazelenmişti ilhamlarımız. Daha nice nice fırtına gibi şiirler yazacaktık ve Başkent Edebiyat’ın zengin yüreğinde hep var olacaktık biz!
İyi ki varsınız İnayet Millidere, Yusuf Millidere, Ahmet Kurt, Canan Örenlioğlu, Arif Baran, Hamit Karaca ve tüm can dost şairlerimiz, yazarlarımız. O güzel yüreklerinize selam olsun!
Gelecek etkinlikte buluşmak dileği ile hepinizi Allah’a emanet ediyorum...
Sevgi, barış, dostlukla...
Zafer Direniş
...
31 Ekim 2017 Salı 01:00 Akşehir
YORUMLAR
Ah Zafer abi ah ne demeli sana bana ilk süpriz otelde yapıldı senin haberin yok yıllardır hep İzmire gitmenin İzmirde ki dostlarımı görmenin hayalini kurmuştum nihayetinde İnayet kardeşim vesile oldu yolda sordum otelde ben kimle kalacam diye bana süpriz dedi seni görene kadar oda arkaşımı bilmiyordum ama inan süper bir süprizdi özledigim sevip saydığım bir abimle aynı odada aynı havayı tenefüs etmek anlatılamayacak bir duygu.İzmir yolculuğumuz Ankaradan muhteşem başlamıştı zaten yolculuk boyunca Aşık Yakup Temeli ve Murat Duman hocam yolculuk boyunca aslında bir birini tanıyan ve aramıza yeni katılan misafirlerimizi öyle bir kaynaştırdı ki inan ayrılık çok zor geldi.Bu arada abim yazın çok muhteşem ve doğru tespitler var yalnız salonda ki kişi sayısı 250 kişiydi böyle bir etkinlikte inan rekordu Hamit Karaca kardeşimimi ve Vahap Ünsal abimi bu yüzden kutlamak gerekir.Başkent Edebiyatın 2.sini düzenlediği etkinlik İzmirde bir ayrıcalık yaratmıştır Yönetim kurulu ve Başkanımız Ahmet Kurt hocayıda ayrıca kutlarım.
Ayrılık sahneleri oldum olası hüzün verir bana dönüşün hüznünü hala üstümden atamadım.Bir daha ki etkinliği iple çekmek düştü banada can dostlar candan dostlar sizlerle İzmirde olmak aynı havayı solumak zevkti.Zafer abim bu yazı dan sonra bir özelliğin daha ortaya çıkmış hayranlıkla soluk almadan okudum.
Bu kadar anlamlı duygusal insanı sammiyete ve samiyetin dogru kalemde anlatılması bu yazının içindeki kahramanlardan biri olmasamda neferi olmak bana sevinç ve huzur verdi kutladım abim kalemini yüregini.
Gurbet yoluna düşerken hayırlı yolculuklar diliyor Yüce Allahıma emaet ediyorum selam ve dualarımla
çok teşekkür ederim zafer hocam dostlugunla yüreğinle hep yanımızda oldun izmirden saygılar yoluyorum
direniş
iyi ki varsınız can dost, kardeşim, üstadım
Allah'a emanet ol
Bizlere en güzel misafirperverliğinizi gösterdiniz.. sağolun..
Sevgili abim böylesine güzel bir yazı ile bizi onure ettin. Yüreğimizin sesleri bir gönüllerimiz bir senin gibi abilerim iyi ki var sevgilerimle teşekkür ederim.
direniş
ne güzel bir etkinlik yaşadık. Tanımadığımız şair ve yazar arkadaşalrımızı sayenizde tanıdık.
Amatör ruhla kaleme aldığım yazıma gösterdiğin ilki içinde teşekkür ederim...
İyi ki varsınız...
selam ve saygılar bizden can kardeşim..
Merhaba Zafer kardeşim, etkinlik gercekten güzeldi. Onu güzel yapan senin gibi güzel dostlardı. Seni ve nicelerini yakindan tanima firsatı bulduğum icin çok mutlu oldum. Şiirler de olmasa kimseyi göremeyeceğiz.
Basket Edebiyat'a böyle bir etkinlik düzenleyip bizleri bulusturdugu icin çok tesekkür ederim.
Böyle guzel bir yazı ile etkinligi ve bizleri anlattığın icin sana da çok tesekkür ederim.
Seni tanıdığima cok mutlu oldum. İlk kez karşilasmamıza ragmen yillardır tanışıyor gibiydik. Öyleyiz ama degil mi :-)
Tebrik ederi, selamlarımı gönderirim.
direniş
direniş
Allah Sitemizi kuranlardan ve yöneticilerinden razı olsun...
Bize çok şeyler verdi...