- 1525 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
ADIYAMAN KIZLARI
Adıyaman’a elektriğin ilk geldiği yıllarda halkın çoğu evine gücü yetmediği için elektrik alamamıştı. Evlere elektrik tesisatı yaptırmak çoğu kişinin parasal gücünü aşıyordu. Bu nedenle evlerde aydınlatma aracı olarak gaz lambaları kullanılırdı. Bu lambaların dibine çökerek onun loş ışığında nakış işlemek kolay değildi. Aynı şekilde okula giden çocuklar da bu loş ışıkta ders çalışmakta zorlanırlardı. Ne var ki ödevleri yetiştirmek zorundaydılar. Lambanın önüne iki büklüm bükülerek derslerini, ödevlerini tamamlamaya çalışırlardı. Unutulmaz zor günlerdi o günler.
Adıyamanlı kızların bu loş ışıkta nakış işlemeleri daha da zor bir işti. Çeyizine koyacağı işlenin yetişmesi gerekiyordu. Tam da bu günlerde onların imdadına sokaklara dikilen sokak lambaları yetişti. Sokak lambası hangi evin önündeyse, oraya gider çullarını ve minderlerini sererler, mahallenin kızları başlarlar nakışlarını işlemeye. Bu arada koyu söyleşiler de yapılır. O denli laf bir araya gelir de dedikodu olmaz mı? Olur elbet, incitmeden, lafı yozlaştırmadan olur dedikodular. Kapıların önünde oturmak adettendir komşular arasında. Bir köşede yaşlılar, bir köşede genç kızlar vururlar lafın gözüne. Arada bir de anlatılanlara birlikte kıkır kıkır gülüşürler. Tüm bunlar işlerinden, nakışlarından ödün vermeden, yanlış yapmadan sürer gider. Hani bizde dedikleri gibi; “Eli işte, gözü oynaşta…” Aynen böyledir bizim Adıyamanlı kızların ahvali.
Daha sonra sokakların çoğuna bu direklerden dikilmiş, her birine lambalar takılmıştı. Bundan böyle sokaklar aydınlık ve de gecenin karanlığında pırıl pırıl ışıldıyordu. Her yaz gelende, yaz geceleri genç kızlar bu direklerin dibine öbek öbek otururlar; kanaviçelerini, nakışlarını işlerler. İşlerler de koyu lafların gözüne de vurmadan edemezler.
Damların içerisi sıcaktır. Komşular ancak kapı önlerinde soluklanırlar. Karadağ’dan getirilen karlarla soğutulmuş sular içilir, bağlardan getirilen üzümler, bahçelerden toplanıp getirilen meyveler yenirdi.
Sıcaklar başlayınca bunalır kalırsınız gündüzleri, bazen nefes alamayacak duruma gelirsiniz. Böyledir bizim sıcağımız, böyledir bizim yazlarımız. Bu sıcaklar damlardaki çullarımızı bile yakar. Biz buna “çul yakan sıcakları” deriz.
Bir zamanlar yazdığım şu dizeler gibidir Adıyaman’ımız.
“Kışın kar düşerken erirdi havada
Sıcak mı sıcak yazlar
Yeller serinletir gönlümüzü
Gelinler gibidir Adıyaman’da bahar.”
Çocuklar ayrı bir alemdir, onlar sokak lambalarının aydınlığına sığınıp, koşarlar özgürce, oynarlar bir yerlere çarpma endişesi duymadan ve de saklanırlar köşe bucak. Ebe olanın işi zordur. Ara ki bulasın saklananları. Köşe bucak dön dur, kuytulara bak, karaltıların peşinde koş, derken yorulduğunu hissedersin.
İşte böyleydi Adıyaman geceleri. Sokaklara dikilen elektrik direklerinin ışığında keyfini çıkarırdık aydınlanmış sokaklarda, tümüyle çocukluğumuzu yaşardık. O günlere özlem duyarak anımsıyorum tüm bunları.
“Allof dağı alev alevdir Temmuz sıcağında
İbrahim Peygamberi yaktınız der gibi
Bir efsanedir sürer gider rüzgar sesinde
Orman ağlar, su çağlar bitmeyen türküler gibi.”
Sizler de bu duyguları yaşadınız mı?
Ben yaşadım, hem de türküler gibi.
Yaşadığım için de çok mutluyum.
Mehmet Erbil
www.mehmet-erbil.tr.gg
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.