- 814 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
538 - ŞAHESER
Onur BİLGE
“Şaheser,
Önce hafif bir rüzgârla perdeler hareketlenmeye başladı, arkasından bir fırtına çıktı, hava bir anda bozdu. Gökyüzü sarardı, kızardı ve karardı. Arkasından iri damlalarla bir yağmur başladı. Gittikçe hızlandı, arttı, bir anda her yeri su bastı! Sokaklar göle döndü. O kadar ki ördek yüzdür!
Yağmura aniden yakalananları, saçak altları da kurtaramadı. İyice ıslandılar. Kimsenin beklemediği bir olaydı. Sabahtan hava o kadar güzeldi ki! Öğleyin de epey sıcak olmuştu. Sonra bir afet, bir tufan… Sanki Akdeniz buharlaşmış göğe çıkmış da oradan boşalıyordu!
Kaptan, öğleden sonra yürüyüşe çıkmış, Dikilitaş’a kadar yürümüş, dönüşte bana uğradı. O da bende mahsur kaldı. Hava bozuncaya kadar bahçede oturduk. Ben çeşitli pipolar yapmaya çalışıyorum, o da onların pazarlanmasına yardım ediyor. Bunlar, ahşap oyma heykelciklerle süslü, sanat eseri sayılabilecek şeyler… Elimde keskin bir çakı, mütemadiyen parçacılar koparıyorum. Kalem açar gibi ama çok daha özenli bir çalışma… Epey dikkat gerektiriyor. Düşüncesizce kesilen bir yerde meydana gelen hasarı telafi etmek mümkün olmuyor. Bu arada elimi kesmem de söz konusu…
Bunları düşünürken onun da beni, bir heykeltıraş ustalığıyla sakin ve acelesizce yontarak şekillendirmeye çalıştığını, bu cahil adamdan mükemmel bir insan meydana getirmek için çabaladığını hissettim. Kaptan, bana her yönden fayda sağlayan iyi bir arkadaş…
Zaman zaman limana yabancı gemiler gelir. Bazları onları seyretmek veya alışveriş etmek amacıyla iskeleye iner. El altından yapılan küçük çaplı bir ticarettir bu. Duruma göre takas yapıldığı da olur. Kaptan, yıllarca muhtelif gemilerde çalışmış, gidip görmediği yer kalmamış. Bu arada hemen hemen her millet hakkında bilgi edinmiş. Dünya insanlarını yakından tanıma imkânı bulmuş. Neredeyse Avrupa’da kullanılan her dili, yarım yamalak da olsa konuşabilir hale gelmiş. Onun için gelen gemilerden inenlerle konuşan, kısa sürede kaynaşan biri… Onlardan ikna edebildiklerini, sırf ben bir şeyler satıp, üç beş kuruş kazanayım diye, yaptığım el emeği eşyaları göstermek amacıyla evime kadar getirdiği bile oluyor. Gelenler hem benim nasıl çalıştığımı seyrediyor hem Türk misafirperverliğini görmüş oluyorlar. Bir bardak çay ya da bir fincan Türk kahvesi içtiklerinde, nezaketen bir şeyler satın almadan gitmiyorlar. Onlar için belki küçük harcamalar ama benim için hatırı sayılır satışlar yapılmış oluyor. Bazen de Kaptan, benim namıma satış veya takas yapıyor. Takas yaptığı zaman, verdiği mal karşılığında almış olduklarını açıp gösterirken:
“Batan geminin malları bunlar!..” diye espri yapmadan duramıyor. Parfümler, göz kalemleri, rimeller, pudralar, kremler, rujlar… Akla hayale gelmeyen eşyalar, giyecekler, neler neler oluyor, onların arasında! Birer birer çıkarıp, bilmediğimiz özelliklerini söyleyerek masanın üstüne diziyor. Onları da gelen giden gençler satın alıyor veya benim adıma üstlerinden kâr elde ederek veya hiçbir şey talep etmeden satıyorlar.
“Heykel” diyordum… Heykel yapar gibi bıkmadan usanmadan çekiç sallıyor ama kuvvetli darbeler olmuyor bunlar. Kırmadan, koparmadan, bozmadan, yavaş yavaş, usul usul, sabırla ve azimle… Onun için tesiri yapıcı oluyor, yıkıcı olmuyor.
Hani Michelangelo, Hazreti Musa’nın heykelini yapmış ya… Hani o kadar güzel, o kadar mükemmel! Sonra karşısına geçip seyretmiş seyretmiş de kendisini öyle bir kaptırmış ki onunla konuşmaya başlamış:
“Haydi kalk! Tebliğ et!.. Anlat halka bildiklerini! İrşat et insanları!”
Heykel öylece, yaptığı gibi oturuyor, nasıl kalsın! Canlı gibi duruyor ama o bir heykel, nasıl duysun! Michelangelo, o kadar kendinden geçmiş ki elindeki çekici bir vurmuş:
“Kalk diyorum sana! Canlan!.. Ayaklan!.. Konuş!.. Anlat!..”
Heykelin dizini kırmış. Korkarım ufak dokunuşların sonunda Kaptan da bana indirici darbeyi vuracak, bir gün bir yerimi kıracak! Sabrın da bir sonu var! Tahammül, bir yere kadar!
Yok, ona hak vermiyor değilim. Ne diyorsa benim iyiliğim için diyor, ben duyuyorum, uymak istiyorum ama gel de put gibi duran gönlüme anlat! Öyle samut gibi dinliyor, bön bön bakıyor. Anlıyor anlamasına da anladığını uygulamaya asla yanaşmıyor!
Gönül, güzelliğe sevdalı… Hiç vazgeçer mi! İki cihan bir araya gelse ondan vazgeçemez! Hırçın rüzgârlar, deli fırtınalar olarak başında esse ve camını çerçevesini yerlere indirse de, bardaktan boşanırcasına yağan yağmurlar olarak evini başına göçürse, yerini yurdunu sele verse de…
Saplantılı Tip”
***
Onur BİLGE
BİN BİR GECE ÖYKÜLERİ – 538
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.