- 517 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Rızkın Onda Dokuzu Ticarettedir
M. NİHAT MALKOÇ
Dünya ve ahirete dair güzellikler dini olan İslamiyet, hayata nizam veren mutlak ölçüler bütünüdür. Bu din ifrat ve tefriti reddeder, ölçü üzere yaşamayı öğütler. Dünya ve ahiret dengesinin sağlanmasıyla gerçek saadete erişileceğini, ruhların ancak böyle bir yaşam tarzıyla huzur ve sükûn bulacağını İslam’ın temel prensiplerinden öğreniyoruz. İslamiyet hayatın bir köşesinde değil, aksine hayatın tam merkezindedir. İnsana ve onun yaşamına dair ne varsa yüce dinimizin bu hususta belirleyici hükümleri vardır. Yani bu din hayatımızı kuşatmıştır. Her mümin dünyevî ve uhrevî hayatını İslamî ölçülere uyarak tanzim eder.
İslam’ın ticaret hayatına dair ilkeleri de vardır şüphesiz. Öncelikle bu din, ticareti teşvik etmiştir. Allah’ın sevgilisi Hz. Muhammed(sav) “Rızkın onda dokuzu ticaret ve cesarettedir” diyerek ticaretin ehemmiyetine rahmanî bir vurgu yapmıştır. Demek ki Müslümanlar cesur olmalı ve ticaret hayatına atılmalıdır. Öte yandan rızkın onda dokuzu olan ticarette riskin de onda dokuzu vardır. Onun için cesaretle ticaret beraber anılmıştır. Aslında ticaret İslamî ölçüler çerçevesinde yapılırsa risk faktörü de azalır. Her alanda olduğu gibi bu alanda da ölçüyü kaçırdığımızda felaketimizi ve sonumuzu hazırlamış oluruz.
İslamiyet ticareti teşvik etmiştir. Fakat buna dair ilkeleri de koymuştur. Bu işi belli bir sisteme bağlamış, ticareti kişinin insafına ve vicdanına bırakmamıştır. Yüce Allah bu hususta şöyle buyurur: “Ey iman edenler! Mallarınızı aranızda batıl yollarla yemeyiniz. Ancak, karşılıklı rızaya dayanan ticaret bunun dışındadır.” (Nisâ Sûresi, 4/29) “Allah alış-verişi helâl, faizi haram kılmıştır.” (Bakara Suresi, 2/275) “Ey iman edenler! Cuma günü namaza çağrıldığınız zaman hemen Allah’ı anmaya (namaza) koşun ve alış-verişi bırakın. Eğer bilirseniz bu sizin için daha hayırlıdır. Namaz kılındıktan sonra yeryüzüne dağılın ve Allah’ın fazlından rızkınızı arayın. Allah’ı çok anın ki kurtuluşa eresiniz.” (Cuma sûresi, 62/9-10)
Müslümanların İslamî ölçülerle ticaret yapması şüphesiz ki piyasalara da düzen getirecektir. Müminlerin meydanı boş bırakması bir kısım sahte tüccarların işlerini iyice kolaylaştıracaktır. Ticaret dürüstçe ve İslamî ölçüler dâhilinde yapılırsa hizmettir. Unutulmamalıdır ki İslam peygamberi Hz. Muhammed(sav) de rızkını ticaretten sağlayan manevî bir önderdi. O, Hz. Hatice’nin mallarını satarken dürüst tüccar modelinin en güzel örneğini veriyordu. Üstelik o yıllarda İslam peygamberi bile değildi. O, peygamber olduktan sonra da ticaretten men edilmemişti. Zira aklın ve vicdanın yolu birdi. O da bu yoldan giderek ticarette olması gerekenleri yapıyor, kaçınılması gerekenlerden de uzak duruyordu. O büyük insan; ticarette faizi, karaborsacılığı, yalan ve hileyi şiddetle yasaklamıştır. Dürüst satıcının en güzel örneğini bizzat kendisi vermiştir. Günümüzün ticarî hayatına baktığımızda İslamî ilkelerin ticarete hâkim olmadığını görürüz. Zamanımızda ticaret İslamî zihniyetle değil, kapitalist zihniyetle yapılıyor. Müslüman ülkelerde de ticaret kapitalist usullerle yapılıyor.
Müslüman aslında biraz da kendine yeten insandır. Müslümanlar başkalarına muhtaç olmamaya gayret göstermelidir. Bazı Müslümanların ‘hak geçer’ endişesiyle ticaretten uzak durmaları son derece yanlış bir anlayıştır. Böyle düşünüldüğü için Müslümanlar, Yahudi sermayesinin gönüllü müşterisi olmuşlardır. Gayrimüslimler Müslümanlara onca hakaretler ettikten sonra onlardan kazandıkları paralarla semirmişlerdir. Ne yazık ki bugün Müslüman kardeşlerimiz de hiçbir şey olmamış gibi onlarla olan ticarî alışverişlerini sürdürmektedirler. Allah elçisinin, ticaret yapanlara ilişkin öğütlerinden bazıları şöyledir: “Sözü ve muamelesi doğru tüccar, kıyamet gününde arşın gölgesi altındadır.” (İbn Mâce, Ticârât 1) “Bir kimse, gıda maddelerini toplayıp günün rayiç fiyatı ile satsa sanki onu yoksullara ve ihtiyaç sahiplerine ücretsiz dağıtmış gibi ecir alır.” (İbn Mâce, Ruhûn 16) “Ey tüccar topluluğu! Hiç kuşkusuz, alış-verişe boş söz ve yalan yere yemin çokça karışır. Bu yüzden, bu eksikliği sadakalarınızla telafi ediniz!” (Ebu Davud, Büyû 1) “Dürüst, sözüne ve işine güvenilen tüccar, nebiler, sıddîklar ve şehitlerle beraberdir.” (Tirmizî, Büyû 4; İbn Mâce, Ticârât 1)
Günümüz ticaret hayatında İslamî bir düzenin ve yapılanmanın olmadığını görüyoruz. Türkçede ‘faiz’, Arapçada ‘riba’ olarak geçen kavram, ticareti çığırından çıkararak işin içine çomak sokmuştur. Zamanımızda, her şeyden evvel, ne yazık ki faiz kıskacında bir ticarî hayat hüküm sürüyor. Oysa faiz dinimizce yasaklanmıştır. Müslüman ne faiz alır, ne de faiz verir. Hatta dinî hassasiyeti olan Müslümanlar faize bulaşmış kişi ve kurumlarla olan ilişkilerini de gözden geçirirler. Bu hususta Bakara Suresi’nin 275-279. ayetlerinde şöyle buyrulur: “Faiz yiyen kimseler (kabirlerinden) tıpkı şeytan çarpmış kimseler gibi çarpılmış olarak kalkarlar. Onların bu hali, alışveriş de (ticaret) faiz gibidir demelerindendir. Oysaki Allah, ticareti helal, faizi haram kılmıştır. Bundan sonra kime Rabbinden bir öğüt gelir de faizden vazgeçerse geçmişte olan kendisinindir ve işi Allah’a kalmıştır. Kim tekrar faize dönerse, işte onlar cehennemliktir, orada devamlı kalırlar. Allah faizi mahveder, sadakaları çoğaltır. Allah hiçbir günahkâr kâfiri sevmez. Ey iman edenler, Allah’tan korkun, eğer gerçekten inanıyorsanız, faiz olarak arta kalan (anaparanın üzerindeki) miktarı almayın. Şayet bunu yapmazsanız (faize devam ederseniz), Allah ve Resulü ile savaşa girdiğinizi bilin. Tövbe ederseniz ana sermayeniz sizindir. Ne haksızlık ederseniz, ne de haksızlığa uğratılırsınız.”
Günümüz ticarî hayatında zamanın getirdiği bir kısım uygulamalar mevcuttur. Bunlardan en yaygın olanı da taksitli satışlardır. Öncelikle söyleyelim ki İslam taksitli satışa karşı değildir. İslam’ın ticarî ölçülerinde taksitli satışların caiz olup olmaması bazı esaslara dayandırılmıştır. Öncelikle şunu söyleyebiliriz ki fahiş fiyat farkı olmayan, ödeme süresi önceden belirlenmiş taksitli satışlar dinimizce caizdir. Fakat müşteriyi sıkıntıya sokan, onun rızasını almadan, gerekli izahat yapılmadan gerçekleştirilen taksitli satışlar haram kapsamına girer. Yani her alanda olduğu gibi ticarette de tabir caizse kaçak güreşmemek gerekir.
Paranın kıymetinin sürekli değiştiği, daha çok düştüğü bir ülkede yaşamanın sancılarını hissediyoruz. Enflasyon canavarı aramızda dolaşıyor. Onun için tüccarlar vadeli sattıkları malların yerini doldurmakta zorlanıyorlar. Halk tabiriyle dökülen su, bardağı doldurmuyor. Bazı kimseler aldığı malın parasını söz verdiği sürede ödemiyor. Bu da ticarette aksaklıklara, iflaslara neden oluyor. Taksitli satışlar da bu kapsamdadır. Yani bugün peşin aldığımız bir malın fiyatıyla bir yıl içinde taksit taksit ödeyerek aldığımız malın fiyatı aynı olmaz. Çünkü satıcı bugün sattığı malı birkaç ay sonra sattığı fiyatla alıp yerine koyamıyor.
Enflasyon faresi paramızı sürekli kemiriyor. Hiçbir şeyin fiyatı yerinde durmuyor. Makul olmak şartıyla satıcı taksitli mallara vade farkı koyabilir. Bu konuda günümüzün en büyük fıkıhçılarından Hayrettin Karaman da vade farkının faiz olmadığını söylüyor. Hatta alıcının borç öderken enflasyon farkını da ödemesi gerektiğini belirtiyor; aksi halde satıcının hakkının yenildiğini, haram işlendiğini vurguluyor. Benim kişisel kanaatim odur ki kişi ayağını yorganına göre uzatmalıdır; zorunlu ihtiyaçlar dışında taksitli ve vadeli satışlara bulaşmamalıdır. Bunun dinî yönü dışında psikolojik ve sosyolojik boyutları da vardır.
Günümüzde büyük bir kredi kartı çılgınlığı yaşanıyor. Hemen herkesin cebinde ‘plastik para’ olarak niteleyebileceğimiz kredi kartları var. Kredi kartları hayatımızın ayrılmaz bir parçası oldu. Kapitalist sistem, aşırı harcama hevesini kredi kartlarıyla iyice körüklüyor. Olaya İslamî açıdan baktığımızda ödemelerin zamanında yapılması, faiz ödenmemesi şartıyla kredi kartıyla yapılan alışverişe cevaz verilebilir. Bu hususta da günümüzün değerli İslam hukukçularından biri olan Hayrettin Karaman şöyle diyor: “Faizci kurumlarla mubah olan işlemleri bile yapmamak suretiyle bir çeşit tavır koymak da dinî ve ahlakî bir ödevdir.” Ben de bu kanaate katılıyorum. Zira bu bankaların faizci sistemi ayakta tutmak için çırpındıkları malumdur. Böyle bir sistemi ayakta tutmak için çalışanlarla işbirliği yapmak doğru değildir.
Müslümanlar ölçü üzere hareket ederler. Günümüzde kredi kartı borçları yüzünden insanların nelerle karşılaştıklarını görüyoruz. Evlerdeki huzur buharlaşıyor. Yuvalar dağılıyor, insanlar akıl sağlığını kaybediyor. Bazı kimseler sırf bu yüzden canına kıyıyor. Böyle bir hayatı İslam’ın hoş görmesi, tasvip etmesi mümkün değildir. Bu tam bir başıboşluk ve kendini bilmezliktir. Müslüman israfa ve lükse kaçıp hayatını mahvetmez, ölçü üzere yaşar.
Günümüzde ticaretle birlikte reklâm sektörü de almış başını gidiyor. Satış için vazgeçilmez sayılan reklâmlar tüketim çılgınlığını körüklüyor. Helal haram demeden her türlü ürünün reklâmı uluorta yapılıyor. Bu reklâmlarla vatandaşlar çoğu kez de aldatılıyor. Reklâmda belirtilen özellikleri bir kısım mallarda genellikle göremiyoruz. Yani dürüst satıcı ve dürüst üretici imajı her geçen gün biraz daha zedeleniyor. İsraf almış başını gidiyor. İnsanlar alışveriş delisi olup çıkmış. Sanki yaşamak için yemiyoruz da yemek için yaşıyoruz.
Günümüzde çoğu zaman reklâm yoluyla ahlaklar erozyona uğratılıyor. Reklâmı yapılan ürünle hiç alakası olmamasına rağmen cinsel öğeler ön plana çıkarılıyor. Dikkat ettiğimizde görüyoruz ki reklâmlarda daha çok kadınlar kullanılıyor. Çünkü kadın, güzelliğiyle göze ve gönle hitap ediyor; dikkatleri üzerine çekiyor. Kadınlarla ilgili ürünlerde görülmelerini anlıyorum da erkeklerle ilgili ürün ve hizmetlerde kadınların kullanılmasını bir türlü anlayamıyorum. Kadınların yarı çıplak vaziyette reklâmlarda oynatılması, öncelikle ve özellikle kişinin nefsine ve zaaflarına hitap edilmesi ayrı bir fecaattir. Bir araba reklâmında vurgulanması gerekenler arabanın teknik ve estetik özellikleridir. Fakat görüyoruz ki reklâmlarda arabanın değil, reklâm yapan kadının teknik(!) ve estetik özellikleri ön plana çıkarılıyor. Bunun yanında her ürünün televizyonlarda tanıtılması hicap duygularını köreltiyor. Öyle reklâmlar oluyor ki aile içinde seyredilirken insanlar utanıyor, birbirlerinin yüzüne bakamıyorlar. Her şeyin uluorta teşhir edilmesi çağımızın kepazeliği olsa gerek.
Reklâm sektöründe kantarın topuzu çoktan kaçtı. Üreticiler kapitalizmin gereklerini yapıyorlar aslında. Zira kapitalizmin ruhu yalana, yemine, hileye ve kadına dayanır. Onlarda önemli olan, daha çok üretmek ve pazarlamaktır. Onlara göre ticarette her şey mubahtır. Kazanmak, daha çok kazanmak, her ahval ve şerait içinde kazanmak!... İşte şerefli geçmişin asil ruhunu çalan, yerine pörsümüş kanaatler getiren kapitalizmin sözüm ona ruhsuz ruhu bu!
Eskiden geçimin zorluğunu ifade etmek için “ekmek aslanın ağzında” deyimi kullanılırdı. Günümüzde bu deyim “ekmek aslanın midesinde” diye değiştirilmelidir bence. Zamanımızda hızlı bir nüfus artışı yaşanıyor. İnsanlar köylerini terk edip şehirlere akıyor. Tarım ve hayvancılık çekildi hayatımızdan. İnsanlar şehirlere doluştu. Bu da birçok zorluğu beraberinde getirdi. Artık dünyanın en güçlü ekonomileri bile çökme sinyalleri veriyor. Bence bunda da ilahî hikmetler vardır. İnsanlar dünyayı alabildiğine sömürdü. İsraf, şükürsüzlük ve kıymet bilmezlik nimetlerin hayatımızdan çekilmesi neticesini doğurdu. İnsanlar lükste ve savurganlıkta sınır tanımadılar. İnsanlar dünyayı bir imtihan yeri olarak değil, ebedî kalacakları bir yer sandılar. Oysa burası ebedî âlem için sadece bir duraktan ibaretti. Fertler gece gündüz demeden dünya için çalıştılar. Böylece daha zengin olacaklarını, daha müreffeh yaşayacaklarını sandılar. Dünya-ahiret dengesi gözetilmedi. Sonuçta dünyayı da ukbayı da tehlikeye attılar. Bizi hayata bağlayan, diri ve iri tutan huzur çekildi yürek coğrafyamızdan.
Müslüman çalışkan insandır; o miskin miskin oturamaz. Fakat bu tek taraflı bir çalışma değildir. Mümin dünyası için çalıştığı kadar ahireti için de çalışır. Hatta öteki âleme daha çok zaman ayırır; çünkü orada ebediyen kalacaktır. Onun içindir ki asıl yatırımı oraya yapar. Bizi hiç durmadan çalışmaya, üretmeye ve kazanmaya zorlayan kapitalist sistem, ruhumuzun ve vicdanımızın sesini dinlememize imkân tanımıyor. Dünyevî meşguliyetler varlık sırrımızı sorgulamamıza ve gereğini yapmamıza zaman ve zemin bırakmıyor. Bizler çalışıyoruz, birileri semiriyor. Her geçen gün manevî ve kültürel değerlerimizden uzaklaşıyoruz. Günümüzün insanı her geçen gün kendine ve değerlerine yabancılaşıyor.
Çalışıp araması şartıyla kula rızkı veren Allah’tır. Aç kalmaktan korkan, rızık endişesi duyanların kalplerini yoklamaları ve imanlarını tazelemeleri gerekir. Önemli olan çok kazanmak değil, helal kazanmaktır. Paranın kıymeti miktarında değil, şüphesiz ki bereketindedir. Bazıları milyarlarla geçinemediği halde bazıları çok küçük meblağlarla huzurlu bir biçimde gül gibi geçinmektedir. Huzuru maddiyatta arayanların hüsrana uğramaları kaçınılmazdır. Bunun acı örneklerine bu hastalıklı çağda sık sık rastlıyoruz. Gelin kaybettiklerimizi bir kez olsun hatırlayalım ve düştüğümüz yerden kalkmaya çalışalım.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.