- 1086 Okunma
- 2 Yorum
- 3 Beğeni
-BAKAKALIRIM DÜŞEN YAPRAĞIN ARDINDAN-(*)
Ekşi sözlükte bir cümle karşılıyor. Jon Snow öldü mü? Bir dizi karakteri, Jon Snow. Gayri meşru bir ilişkiden dünyaya gelir. Annesinin kimliği ise tam bir spekülasyon kaynağıdır. Bu bağlamda alırsak soru Jon Snow doğdu mu olmalıdır belki de. Bir dizi karakteri olarak görülebilir ama gerçek hayatta da bu hazin durumun karşılıkları, hani nice Jon Snow’lar vardır, değil mi? Yaşam, kara mizaha memba teşkil edecek kadar zengin hiç şüphesiz. Özü kaçırdığımız zaman sözlüksel ögeler kuru bilginin ötesine geçmeyecektir. Demem o ki, ekşi sözlükteki ya da diğer sayfalardaki varlığımızda böyle durumlarda snowboard yapmak kabilinden olacaktır.
Kara mizah dedikte geçtiğimiz günler bir büyük ustayı son yolculuğuna uğurlamamızın yıldönümü idi. Evet, Levent Kırca’dan söz ediyorum. Google amca kanalıyla yokluyorum şöyle bir. Kâh bilgi almak kâh teyit biraz da maziye yolculuk denebilir. Üstte yer verdiğim gibi bir anekdot rahmetli sanatçımız hakkında da karşımıza çıkmaz mı? Aynen, Levent Kırca öldü mü? Şeklinde bir soru cümlesi sarıp sarmalıyor insanı. İhtimal vefatından önce, henüz hayatta olan ama ağır rahatsızlık halinde olan biri hakkında yer veriliyor diyebiliriz.
Soru cümlesi iki yerde karşıma çıkınca hafif bir tebessüm uyandırmadı değil. Öğrencilik yıllarımızda Türkçe edebiyat derslerimizin meşhurlarından “Alp Er Tunga Sagusu” Zihnimde varlığını duyuruyor. “Alp Er Tunga öldü mü, ıssız acun kaldı mı, felek öcün aldı mı, imdi yürek yırtılır” Dizeleri canlanıveriyor gönlümün kuytularında bir an da.
Levent Kırca öldü evet. Onunla bir devir kapandı dersek mübalağa mı ederiz acep? Kuşkusuz, bir isimden değil de bir tarzdan söz ediyoruz. Kimi başka örneklerde olduğu, olabildiği gibi birkaç nesli etkilemiş, beslemiş, büyütmüş sanatçılarımızdan biride ondan.
Levent Kırca’yı düşündüğümde bin dokuz yüz yetmişlerin başlarına doğru uzanıyorum. Televizyonun evimize girdiği günler tekrardan boy veriyor benliğimin bir köşesinde. Mizahın öyle bir işlevi vardır, kuytuları aydınlatmak misali. Yuvaya devam etmek suretiyle ilkokulun birinci sınıfına hazırlandığım günlerdir. Akşam saatlerinde yayına giren “Oyun Treni “ Adlı çocuk programı, neydi be! Çocukluk çağımın dünyasını coşkuya sevk eden o harika jenerik müziği kopartır insanı. Her bölümde farklı bir ile, yöreye yolcudur o tren. Levent Kırca ve rol arkadaşları insanı gülümsetir, güldürür o dem. Bir de “Oyun Gemisi” Versiyonu vardır o programın. Yine Enis Fosforoğlu ile iyi bir ikilidirler o yıllar. Öyle ki, siyah beyaz ekranı süsler ve cıvıltılı bir dünya kurarlar bizlere, biz çocuklara.
“Ne Olacak Şimdi” İse ünlü komedyenimizin filmografisinde öne çıkan bir film olmaktadır. Bin dokuz yüz yetmişlerin kalabalık kadrolu filmlerinin mükemmel bir örneğidir de. Evet, kalabalık kadrolu; kimler yok ki? Levent Kırca, Nevra Serezli, Adile Naşit, Neriman Köksal, Selim Naşit, Bülent Kayabaş, Şener Şen, Perran Kutman gibi isimler sergiledikleri performansla göz doldururlar. Hatta Şener Baba ve Perran Kutman’ın yardımcı rollerdeki kudretleriyle filme apayrı bir renk kattıkları kuşkusuzdur. Nazan ikide bir Şakir’i bir başka kadınla basar da; bunlardan birinde Şakir’in bulunduğu ortama aldırmaksızın sarf ettiği “yaz kızım! İki yüz torba çimento, yirmi kamyon çakıl, 15 tane kapı, otuz kamyon ince kum” Repliği kanımca filmin unutulmazlarındandır.
Yine filmimizde Orhan (Levent Kırca) ve Özden (Nevra Serezli) duruşmalarda karşı karşıya gelen iki avukattır da boşanma davalarında müvekkillerinin pozisyonuna bağlı olarak dünya görüşlerine aykırı savunmalar yapmaktadırlar. Özden feminist düşünce yapısına ve varlıklı bir aileden gelmesinin getirdiği sosyal değerlerine tam ters yönde geleneksel toplum yapımızın argümanlarını, Orhan ise sıkı bir gelenekçi olmasına aykırı biçimde çağdaş kadın hakları kavramsallığını savunmasına taşımaktadır. Bu ise ilk tanışmaları aşamasında bir tür sosyal maske işlevi üstlenmekte ve birbirlerini aldatmalarına sebep olmaktadır. Filmde olaylar bu çizgide gelişme gösterecektir.
Hiç şüphesiz televizyon tarihimizin efsanevi programlarından “Olacak O Kadar” Üstadın asıl şöhretini yakaladığı programı olmaktadır. “Aç gözünü seyret tekrarı yok bunun, işimiz muhabbet efkârı yok bunun” Sözleriyle bezenen unutulmaz jeneriği kulaklarımızda yankılanır. Bin dokuz yüz seksenlerin sonlarından itibaren uzun yıllar yayın hayatımızda yer alan ünlü komedi programı skeçleri, parodileri dairesinde yer verdiği siyasal toplumsal taşlamalarıyla bugün artık anılarımızı süslemektedir. Hi hi hi aney diyerek ünleyen arabeskçi Küçük Hüsamettin, Bestami ve saz arkadaşları, ailemizin muhabiri Hamit El Sabah, tam teçhizatlı kameraman Cevat Kelle gibi karakterler ekranı da aşıp hanelerimizi doldururlar o dem.
Kanımca ünlü güldürü ustamızın sırrını tüm komedyenlerde farklılaşan derecelerde kendini gösteren özelliklerde aramak gerek. Mimikler, jestler komedyenlikte öne çıkan ögeler olmalıdır. Hani ne söylendiğinden ziyade nasıl söylendiği belirleyici olmaktadır. Şuradan da biliriz bu hususu. Bir fıkranın hangi ölçüde insanın gıdısına dokunacağını belirleyen de önemli ölçüde anlatıcı değil midir? Kimi zaman yöresel bir şiveyi, söyleyişi canlandırabilmek öne çıkmaz mı? Sözün bizatihi kendisinden çok beden dili ögeleriyle desteklenmesi, beslenmesi güldürüyü taçlandırmakta, unutulmaz kılmaktadır. Dünya sinemasında Louis De Funes, Norman Wisdom, Jerry Lewis ya da bizde Kemal Sunal, Şener Şen, Metin Akpınar, Zeki Alasya gibi isimlerle beraber Levent Kırca’yı da unutulmaz kılan mizah ve güldürü ögeleri zihinlerde derhal canlanacaktır.
Nihayet daha önce hayata veda eden kimi başka isimlerde olduğu, olabildiği gibi; Levent Kırca ile yitirdiğimiz fizik bir varlık bir mevcudiyet değil, çocukluk ve gençlik yıllarımızın önemli bir bölümü belki de. Sanat dünyamızın önemli figürlerinden biri idi açıktır ki. Yeşilçam filmlerinin ya da güldürü dünyamızın insana iyimserlik telkin eden karelerinde o hep vardı. Hani derler ya son şakasını da yaptı, onlardandır elbet.
L.T.
(*) Bakakalırım giden geminin ardından- Orhan Veli KANIK
YORUMLAR
Yazımızı okurken Levent Kırca'nın küçük Hüsamettin ve Bestami tiplemeleri geldi aklıma ve ister istemez gülümsedim.
Ben, sanatçıların devamlı göz önünde oldukları için hareketlerine ve yaşam tarzlarına biraz daha dikkat etmeleri gerektiği düşüncesindeyim.Oyunculuğuna elbette lafım yok iyi bir mizah ustasıydı.Güldürürken aynı zamanda düşündüren .
Bir sanatçı dilediği gibi yaşayamaz mı,elbette yaşar ama bunun için özel hayatını kameralar önüne sürekli getirmemesi gerek.Oya Başar ile iyi bir ikili idiler ama bazen dışa vuran görüntüler yanıltıcı olabiliyor.
Sanatçıların siyasete karışmasına karşıyım kaldı ki bu yüzden ne ünlü isimler bir anda alt üst oldu bu ülkede.
Yine bir nostalji molası gibi güzel bir yazı olmuş bu arada hafizanız gerçekten kuvvetli Levent bey.Bu tür yazılarınızdaki detaylara bakınca bunu rahatlıkla görebiliyor insan.
Çok uzattım yorumu.Olacak o kadar ile bitireyim.
"Arada bir dilimiz sürçerse af ola
Tutmasını biliriz de kemiği yok bunun"
Saygılarımla ...
levent taner
İşte can alıcı cümle
Rahmetli Kemal Sunal yaşantısını magazine, afişe etmezdi sözgelimi. Ya da siyasi düşüncesini yansıtmazdı. Filmlerinde eleştirel mesajlar, semboller, imgeler yok mudur? Elbette vardır. Ancak sanatını, sanatçılığını hafifletmekten sakındı kanımca. Benzeri bir duruş Şener Şen'de de vardır.
Levent Kırca düşüncelerini ortaya koyarken üslubu kaçırdı kanımca. Gergin, agresif bir vücut dili sergilediği ölçüde yanılgıya düşecektir.
Benzeri bir durum Tarık Akan'da da vardır. Politik düşüncelerini ortaya koyarken konuları politize etmek noktasına geldiler.
Siyaset bilimi, siyaset sosyolojisi nosyonu düzleminde ancak yumuşatılabilecek hususları ortalığa hatta ayağa düşürdüler.
Farklı olarak, Levent Kırca'da biraz daha özel yaşantısındaki buhranların dışa vurumu boyutu da taşır zannımca. Açıkçası evlilik, aile yaşamındaki çöküntü minvalinde de algılıyorum konuyu.
Şu kadar ki, bizdeki arabesk aydın reflekslerini de yabana atmamak gerek derim.
Nihayet hanımefendi
Katılım ve katkınızla şeref verdiniz her dem olduğu gibi
Saygı ve selamlarımla...
Değerli üstadım, Paris'te yoksulluk içinde ölen Perulu şair Cesar Vallejo (1895-1937) Saatlerin Zorbalığı şiirinde, köyünde yaşayan bazı insanları ölümleriyle anar ve sonunda şöyle der: "Çocukluğum öldü ve ben başında sabahlıyorum."
Şimdi bu yazı da bu şiiri hatırlattı bana...
Evet, hayatımızın anlamında 'yakınımız' olan öznelerin eşsiz yerleri var...
Onların kaybıyla da yukarıda andığım şairin sözünün ağırlığını hissediyoruz...
Ne var ki, yazınıza konu olan sanatçımızın kötücül Gezi sürecinde provakatif duruşu imajını çok olumsuz etkiledi...
Demek ki, sanatçının sanatını isabetsiz, haksız öngörülerle siyasete kurban vermemesi gibi bir basirete, ferasete sahip olması da gerek...
Hele hele büyük bir sanatçı değilse...
[Onu yanıltan belki de bu oldu; doğru bir siyaset anlayışı zannıyla sanatını şişirebileceği inancı... Bu özneler burada da bolca var; bir nevi narsizm... Hoş, büyük sanat yapan ne yazar bu sosyolojide...Gerçi, sanatın naifliğini göz önüne aldığımızda, bu çıkarsamanın da bir anlamı kalmıyor; 'cesur pozlar' vermenin yeterli olduğu bu zamanda...:)))]
Değerli üstadım, konu kaotik, spesifik ve sofistike...:))))
Bizimki de 'cesur pozlar' vermeye benzedi ya, neyse...:)))
Selam ve saygılarımla.
levent taner
Karikatürist kimliğiniz pratik bakabilme gücünüzü katlıyor
Sizin yanınızda zahirde kalıyor insan
Arz ettiğiniz hususları reddetmek veya yok saymak ne mümkün
Tam da bu nedenle Levent Kırca'yı komedyen kimliği dairesinde aldım
Ve yalnızca bu düzlemde aldım
Atatürkçü, çağdaş, ilerici gibi kavramlar bağlamında sloganlaştırmadım
Kaldı ki, ideolojik-politik yapısına mesafeli baktığımı söylemeliyim
TİP'liliği benim dışımda kalır
Ya da sosyalizm nosyonunun bir nevi losyondan öteye gittiğini düşünmüyorum
Benzeri durum Tarık Akan içinde geçerlidir
Ülkemizde sosyalist dendiğinde Attila İlhan, Kemal Tahir gibi isimleri düşünürüm de Tarık Akan, Levent Kırca kel alaka kalır
Bu tip oyuncu olarak başarı göstermiş isimler siyasal söylemlerde yetmişlerin sloganvari terennümlerini aşamazlar ve o devrin koalisyonlarla örülü iyi kötü dirsek teması yapabildikleri şablonun yittiğini gördükçe buhran geçirirler kanımca
2000'ler Türkiye'sinin siyasal yapılanması ufuk çizgisi kadar uzaktır bu tip insan varlığımıza
Özellikle Tarık Akan'ın son yıllarında ağaç kakan misali tıkırdamanın, takırdamanın ötesine geçemediğini düşünüyorum
Levent Kırca'da gergin ve agresiftir, yalnız onunkinde salt siyasal boyuta indirgenemeyecek bir yan da var zannımca, özel yaşantısındaki bazı kırılımlar
Oya Başar ile iyi bir ikili idiler, kuşkusuz evlilikleriyle bütünleşen, yuvanın yıkılması Levent'i yıkar, dağıtır
Derinlemesine girmek haddimin dışındadır elbet, ancak alt üst oluşun ağırlık merkezi asıl buradadır bence
Elbette bizdeki arabesk aydın refleksleri yok denemez
Şu kadar ki, insanları alanında değerlendirirsek sorun önemli ölçüde aşılabilir derim
Biraz teknokrat perspektifini kaçırmamalı bence
Nihayet hocam
Katılım ve katkınız dolayısıyla şükran duydum
Cumanız mübarek olsun
Saygı ve selamlarımla...