- 1558 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Wolfgang Borchert: Fareler Geceleri Uyurlar
Mavi beyaz esniyordu dolu dizgin akşam güneşi ile erken dolmuş kimsesiz duvarın kof penceresi. Toz bulutlar parıldıyordu dikine yığılmış şömine artıklarının arasında. Enkaz uyukluyordu. Gözleri kapalıydı. Bir anda daha karanlık oldu. Birinin koyu, sessiz gelip önüne dikildiğini fark etti. Şimdi enselendim! Diye düşündü. Fakat gözlerini biraz kırpınca, sadece pantolona kuşanmış iki bacak gördü. Oldukça çarpık duruyorlardı önünde, aralarından bakabiliyordu. Kırparak tekrar göze aldı pantolonlu bacaklardan yukarıya bakmayı ve yaşlı bir adam fark etti. Elinde bir bıçak ve bir sepet vardı ve parmak uçlarında biraz toprak. Burada uyuyor musun ne? Diye sordu ve yukarıdan çalı gibi saçları görmekteydi aşağısındaki. Jürgen adamın bacaklarının aralığından yumdu gözünü güneşe doğru ve: Hayır uyumuyorum. Burayı beklemek zorundayım, dedi. Adam başını salladı: Demek öyle, sanırım bu yüzden orada kocaman bir değneğin var? Evet diyerek cesurca cevap verdi Jürgen ve değneği sıkıca tuttu.
Nedir beklediğin şey?
Bunu söyleyemem. Elleri ile sıkıca sarmıştı sopayı. Para mı ne? Adam sepeti yere bıraktı ve elindeki bıçağı bir ileri bir geri sildiriyordu pantolonunun kıçına.
Hayır, para ile hiç alakası yok, dedi Jürgen hakir bir yüz ifadesi ile.
Tamamen başka bir şey.
Nedir peki? Söyleyemem başka bir şey işte. Söyleme madem. O halde ben de sepetimde olanı tabii ki sana söylemem. Ayağı sepete dokunurken elindeki bıçağı kapattı. Peh, sepetin içinde olanı tahmin edebiliyorum, dedi Jürgen küçümseyerek; tavşan yemi. Vay canına, evet! Dedi adam şaşkınlık içinde; sen çok uyanık bir keratasın. Kaç yaşındasın ki?
Dokuz.
Vay be, şuna bak sen, dokuz demek. Öyle ise sen üç çarpı dokuzun kaç ettiğini de bilirsin, değil mi?
Tabii ki, dedi Jürgen ve zaman kazanmak için ekledi: Bu çok basit. Ve adamın bacaklarının arasından bakıyordu. Üç çarpı dokuz, değil mi? diye sordu tekrar, yirmiyedi. Bunu hemen bildim. Doğru, dedi adam, ve tam bu miktarda tavşanım var. Jürgen ağızını O-şekline getirdi: Yirmiyedi tane? Onları görebilirsin. Birçoğu daha yavru. Görmek ister misin?
Benim vaktim yok. Burayı beklemeliyim, dedi Jürgen tedirgin.
Her zaman mı, diye sordu adam, geceleri de mi? Geceleri de. Her zaman. Daima. Çarpık bacakların yukarısına baktı Jürgen. Cumartesi akşamından bu yana, diyerek fısıldadı. Peki hiç eve gitmiyor musun? Bir şey yemelisin. Jürgen yanı başında duran taşı kaldırdı. Bir yarım ekmek vardı altında. Ve tenekeden bir kutu. Sen tütün mü içiyorsun? Diye sordu adam. Pipon var mı? Değneği tuttu Jürgen sıkıca ve: Sarıyorum, dedi ürkekçe. Pipo sevmiyorum. Yazık, adam sepetine eğildi, tavşanları bir görseydin iyi olurdu. Özellikle yavruları. Belki bir tanesini seçebilirdin kendine. Ama buradan ayrılamıyorsun. Hayır, dedi Jürgen üzgün, hayır hayır.
Adam sepeti yerden kaldırarak doğruldu. Burada kalmalı isen - çok yazık. Ve arkasını döndü. Eğer beni ele vermezsen, dedi Jürgen hızlıca; fareler yüzünden. Çarpık bacaklar bir adım geri gitti: Fareler yüzünden? Evet ölülerden besleniyorlar ya. Böyle hayatta kalıyorlar.
Kim söylüyor bunu?
Öğretmenimiz.
Ve sen de şimdi fareleri korumak için mi bekliyorsun? diye sordu adam. Tabii ki onları korumak için değil! Ve sonra çok sessizce söyledi. Kardeşim, şu aşağıda yatıyor çünkü. Şurada. Jürgen sopa ile çökmüş duvarları gösterdi. Bizim evimize bir bomba düştü. Bir anda Bodrum katında ışıklar gitti. Ve o da. Benden çok daha küçüktü. Henüz dört yaşında. Buralarda bir yerde olmalı. O benden çok daha küçük. Adam yukarıdan çalı gibi saçlarına bakıyordu. Fakat sonra aniden: Evet ama öğretmeniniz size farelerin geceleri uyuduklarını söylemedi mi?
Hayır, diyerek fısıldadı Jürgen ve o an çok yorgun göründü ve bunu söylemedi dedi.
Bak, dedi adam, bu nasıl bir öğretmen ki, bunu dahi bilmiyorsa. Fareler geceleri uyurlar. Geceleri eve gitmende bir sakınca yok. Onlar daima geceleri uyurlar. Karardığında hava tabi. Jürgen sopası ile moloz içine oyuklar yapıyordu. Ufak ufak yataklar bunlar, diye geçirdi aklından, hepsi ufak yataklar. Bunun üzerine adam (çarpık bacaklarını kımıldatıyordu bunu söylerken): Ne yapalım biliyor musun? Ben hemen tavşanların yemini vereyim, daha sonra hava karardığında seni gelip alayım. Belki de sana bir tane getiririm. Küçük bir tane, ne dersin?
Jürgen molozun içine ufak oyuklar yapıyordu. Bir çok küçük tavşan. Beyaz, gri, gri-beyaz. Bilmiyorum diyerek sessizce çarpık bacaklara baktı, gerçekten de uyuyorlarsa. Adam duvar yıkıntısı üzerinden caddeye geçti. Tabii ki, dedi oradan, sizin öğretmen çantasını toparlasın, eğer bunu dahi bilmiyorsa. Bunun üzerine Jürgen ayaklandı ve sordu: Eğer bir tane alabilirsem, beyaz olabilir mi? Bir deneyelim bakalım, diye seslendi adam uzaklaşırken, ama burada bekleyeceksin. Sonra seninle eve döneceğim, biliyor musun? Babana bir tavşan kümesi nasıl yapılır diye göstermeliyim. Çünkü bunu bilmelisiniz. Tamam, diye bağırdı Jürgen, bekliyorum, zaten burayı beklemeliyim, karanlık olana dek. Kesinlikle beklerim. Ve yine bağırarak: Bizim evde tahtalar var. Sandık tahtaları, dedi. Fakat adam onu artık duyamıyordu. Çarpık bacakları ile güneşe doğru ilerliyordu. Akşam güneşi kızıla bürünmüştü ve Jürgen onu bacakların arasında görebiliyordu, o denli çarpıktılar. Ve sepet heyecanla bir o yana bir bu yana sallanmaktaydı. İçerisinde tavşan yemi vardı. Yeşil tavşan yemi, molozdan üzeri grileşmişti.
Wolfgang Borchert; 20 Mayıs 1921’de Hamburg’da doğdu; 20 Kasım 1947’de Basel’de öldü. Kısa öyküleri, şiirleri ve bir tiyatro piyesi onu ikinci dünya savaşı sonrası yıkım literatürünün en tanınmış yazarlarından biri yapmıştı. Borchert genç yaşta birçok şiir kaleme aldı ise de, hayali oyuncu olmaktı. Tiyatro eğitiminden sonra 1941’de askeriyeye çağırıldı. Sovyetler birliğine karşı cephede savaşırken yaralanıp bir enfeksiyona yakalandı. Nasyonal sosyalist rejimi eleştirmekten yargılanıp mahkum edildi. Savaş sonrası tekrar oyunculuğa dönmek için çabalasada ciğer hastalığı izin vermedi ve yatağa bağlı kaldı. Ocak ’46 ve Eylül ’47 arası yattığı yerden birçok esere imza attı. (Almancadan çeviren: Erhan Balaban)
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.