- 568 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
abdullah karakurt... ardahan öyküleri... 2017/16
bir merhaleden... her iki dünya görünür.
geçmiş gelecek cümlesi rüya gözükür... yahya kemal diyeni.
sarıkamıştayız... onyedi yaşlarımdayım.
handerelinin evlerin birinde oturduk.
ev güzel klasik rus mimarisi bildiğiniz malikhanelerdi.
kanatlı kapıları yüksek odalar vardı.
sürekli karsa yerleşmek olmaz mı Allahtan dilemiştim.
karslıların oturdukları evler nasıldı... orada yaşamakın faiz-değeri ne olurdu?
merakımdı ve arzumdu. niyazımı Allah kabl-i olur kılmıştı.
Allah isteklere kayıtsız kalmaz...
insanoğlu kavuştuğunu seneler sonra bilse kıymet kırar mı ki.
handerelinin bizlen yekun üç kiracısı vardı.
giray amca dişciydi... çerkezdi... eşi annemle arkadaştı... gelmeleri- gitmeleri olurdu.
ankaraya yerleştiler sanırım.
yukarı- sarıkamış hepsi çerkez muhacirdiler. bu köyü ruslardan sonra çerkezler iskan etmişti.
bizim şişkadan kirvemizin kardeşi buraya yerleşmişti. babam kirvemizin kardeşini buldu. biz onlara payızdı misafir gittik... çok eğlenmiştik.
rus bürokratların çocuklarından ahırı bize kolların açmıştı sarıkamış.
bir kez kayakevine kayak yapmak için ormancının oğluyla çıkmıştık.
onun kayakları vardı... askeriyeden temin etmişti. ruslardan kalma kayaklardı; diyebilirim.
BİR MERHALEDEN GÜNEŞLE DERYA GÖRÜNÜR
SON MERHALE BİR FASLI HAZANDIR Kİ SÜRER
sarıkamışta yaşamak güzeldi...
babam tapu müdürüydü...
ruslar burada kırk yıl sefa sürmüşlerdi...
onların biz gibi memurları olmuştur derdim o çocuk düşüncemle.
onların çocukları edepli terbiyeliydiler insani ilişkilerinde babalarının izzetini yüceltmek gayretleri muhakkak vardı... diye yorardım.
temsil kabiliyeti sorumluluğumuzla riayet ederdik. memur çocukları hep öz-denetimlidirler, babaların teşvikiyle denetim ve sonrası terbiye halini alır bu.
pencere nişin içinde saksılarımız vardı... perdesi tüldü... burada yoldan yolcuları seyrederdim.
çerkez muazzez hanım ankardan babama çocuklarının üniversite hazırlama sınav kitaplarını yollamıştı.
ben hiç şey anlamadım. ve okumaya çalıştım... anlamadım yine.
şunu idrak etmiştim... okuduğunu anlamak uzun zaman sanatıdır.
şimdi bir ekmek kapısı bulmalıyım... sonra okumak işini halledecektim.
buna karar verdim... tüm kalbimin açıklığıyla yazıyorum. zamanın okumak yanlışına ortak olmayacaktım.
gerçek hayat kuralları sınav saçmalığıyla devam edecekti. bunu ahlaklı ve akıllı adam rızaen razı gelmeliydi.
aksi açlık ve ya yoksulluk olurdu.
nafaka gerçi bir yerden doğrultulurdu.
kimse acından ölmemişti.
memur çocuğuyduk... hayatın haritasını biliyorduk.
sahil kenarında yaşamakla himalayaların yüksek kayalıkları yaşamak farkını çözebiliyorduk.
ekmek kavgasına babamızdan sonra kendi kavgamızda olacaktı hayat.
ben de kendi emeğimi taştan çıkaracaktım.
ekmek kapısına yetmek; olgunlaşmak sanatı değildi ki.
batıda ekmek kapısı ve olgunlaşmak okulları vardır ve ayrılmışlardır.
bizde eskiden varmıştı fakat tanzimat fırtınasıyla yerle yeksan olmuş.
olgunlaşmanın okulu olmayacaktır hiç zaman.
sonralar duydum... işittim ve öğrendim: maksim gorki okullu değilmiş.
her okuyan yetkin olacak şartı yoktur.
edebiyat fakülte mezunları hepsi yazar mıydı?
resim okulları her mezunu sanatçı mıydı?
abdullah karakurt’u gördüğüm birkaç seferdi.
yokuştan özünün apartman tarafa yönelmiş gidiyordu.
kırmızı tuğlaları sıvanmamıştı apartmanı; abdullah beyin. sarıkamış soğuk olur.
kiracıları özünden haric beş haneydi. kira geliriyle hayatını idame ederdi.
herkes onun ahil insan olduğunu söyler idi.
bu merağıma mucip olmuştu. abdullah karakurta hayranlığım doğdu.
bildikleri neydi... ki: modern devir okullarına gitmemişti.
kocaman yedeksubaylar aynı şeyi söylüyordu:
" çok olgun insan... derin ve ehil." derdiler.
sarıkamıştan dışarı çıkmamış demek yalan olmaz.
evine gittiği vakitler onu incelerdim... onu kavramak için.
gazeteci necati hocadan aldığım gazeteler ve radyo vardı o devir.
bol ideolojik söylemler... tek kanal televizyon... kütüphane kahvehaneler bir de.
onaltı... onyedi yaşın açlığıyla anlamak ve bilmek istiyordum... kainatı.
kısır bir rahim gibiydi sarıkamış ardahan kars...
yer demir gök bakırdı...yaşar kemal diyen de.
gökyüzüne korkmadan bakamıyordum... bilmemek ve korkmamak olacaktı bunu sezmiştim ve bilirsem herşeyi... herşeye aşık olacağım kesindi. inanmak istiyordum hayata. daha çok sevmek ve iman etmek.
kitaplar ehil insanlar din bilginleri müminler... hanak-damallı musahipler karsta ahundlar...
bilenler bilmeyenler herşey merak ettim.
allahtan olmaz cahillik... yaman tahsil ister.
sürek avıydı sorakmak kafam için.
hiç zaman faydalanacağım bilgiyi umursamazlık etmedim.
hırsızı dahi merak ettim: inceledim:
sivasta otobüsten inmiştik... bizim otobüsün yolcusuydu: sivas hatırası müştükler olurdu...
müştük tezgahın orası karıştı birden... esnaf yolcumuzun yakasını bırakmıyor.
" hırsızlığını kabul et bırakacağım" diyordu.
bizim yolcu... üstüne almıyordu; müştüğü çaldığını, kabul etmiyordu.
olgun bir adam duruma müdahale etti:
" yegenim navulmuş yani bu gök kubbenin altında... hiç mi müştük çalındığı olmamişdür... bu ne ilktir ne sondur. sen hiç bir şey çalmadın mı ömründe?"
esnaf acayip duruldu. ardahanlı yolcunun yakasını bıraktı; usulca ellerini çekti; kelepçeydi eller... şimdi götünün üstüne götürdü onları dalında bağladı.
eğer yakasından düşmeseydi müştük hırsızının... hazırladığı daha tesirli anektod vardı... söyleyecekti olgun adam:
- isa peygamber taş atmağa gelmiş adamlara dedi ki:
" hiç günahı olmayan varsa o atsın ilk taşı fahişeye."
eyki demedi kan çıkardı anam-avradım... yanlış anlayacaktı sivaslı al sana prablem.
o buna bu ona... kim yalan diyerse kainat onun anasını...
o buna diyecekti: senin anan eyse benim anamı ki görmüş senin anan temiz papuçsa orda işi neydi?
kim ki bunların arasında; o ona bu buna yemin ant verecekti:
diyecekti ki:
- anam- avradım... yalan demiyerim; kim ki yalan diyer kainat onun anasını öz arvadı bilsin.
ben çokta seslerden yöresel kelimeler seçemem... tamlayamam ki ne dendiğini.
kainat... ne kainat? onun anasını niye temasen elinden öpsün.
böyle hüdeleşme olmuştu da mal-meydanda... olmuştu.
canbazlar ant-yemin verirken...
ankaralı zengin bir adama yeminlen: " kainat anamı zina etsin" demişlerdi... yeminnen arkadaş, ne çıkar bundan sade yemindi.
bin üçyüz kuzulu koyun almıştı; onları arabalardan indirmişti:
" böyle ant içmek olur mu? ne terbiyesizce... " demişti.
" bir daha ardahana gelmem; gelirsem kainat benim anamı zina etsin..." demişti. bilmeden ağzından kaçırmıştı.
üç gün de o da öğrenmişti.
abdullah amcayla duyduğum sitayişlerin harici, sezgimle, tahmini hülyalar ile onun eren kişiliğe haiz olacağını sanmaktan öte bir şey diyebilemem.
onun kiracısı bayan vardı... seneler sonra: gebzede onlan sohbet ettiğimde ise kadın bana onun tasavvufi bilgilerinin olabileceğini ve bu yol yolcusu olacağını... söyledi.
bu insanlar: gökyüzüne göz gezdirdiğimizde... geleceği gördüğümüze isnaden söz ederlermiş.
geleceği görürmüşler dem de ve şimdinin içinde; geleceği sönmüş- ölmüş yıldızların geleceğini görmekliğimizi gelecek olduğu derinine akıl edebildiklerinden...
abdullah karakurtta geleceği şimdi de görebilmiş insan olduğunu düşünüyorum... allah utandırmasın.
ölmüş ise allah rahmet etsin.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.