- 800 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
Ses Bir İki Deneme
Telgrafın tellerine yalnızca kuşlar konmuyordu. Bütün kelimelerimizi düşman hattına ileten sistemler kurmuşlardı. Arabalarımızın içlerini gözetliyor, mektuplarımızı okuyor, içtiğimiz sigara izmaritlerini toplayıp kim bilir hangi maksatla biriktiriyorlardı.
Telgrafhanenin ışıkları hep yanardı. İçeride hiç kimse yokken bile. Acele kelimeler getirildiğinde, bir an önce tellerden kaydırabilmek için bir telaş başlardı. Peki kelimelerinin izlendiğini bile bile yine de onlardan cayamayanlar akıllarını mı yitirmişlerdi? Tabi ki hayır. Onların da vardı bir bildiği. Düşmanın telgraf telleriyle ilgili bildiklerini onlar da öğrenmişlerdi. Bu yüzden telgrafhanenin bir görevi de, düşman kelimelerini ve bunların şifrelerini çözmekti.
Gökyüzü pırıl pırıldı. Ay sanki uzansam dokunabileceğim kadar yakındı. Çok erken alışmıştım tütüne. Ne çare ki, tütün pek alışamamıştı bana. Boğazımı eğip büküyor, nefesimi daraltıyordu. Sokağın köşesinde durdum. Köpek ulumaları, bekçinin asayiş berkemal sinyalini verdiği kesintili düdüğü, gece sesleri. Hepsi yerli yerindeydi.
Sokağın aşağısındaki salaş meyhaneye gitmek geldi içimden. Küflü peyniri, kirli bardaklarıyla burası tam bir izbeydi. Ama çoktu müdavimleri. Ahşap masalar, duvarlara sinen duman ve yaşam izleri beni de çekerdi bu meyhaneye.
Kapıdaki çan her içeri girip çıkanla birlikte hareketleniyor, korku filmlerindeki gerilimli müzik armonisini andıran tınılar türetiyordu. Deniz gören masalardan birine doğru ilerledim. İçerisi kalabalık sayılmazdı. Gecenin geç bir vakti olduğundan, demciler son kadehlerini yudumlayıp tabaklarında kalan meze artıklarının üzerine sigara külü döküyorlardı. Makamları hiç öğrenememiştim. Oysa dedem tamburuyla bir başlardı ikindiden sonra fasıla, gece yarısına kadar şarkılar söylerdi. Ben kıvrılıp karşı sedire, öylece dinlerdim. Dedem bazan bana da makamdı tavırdı öğretmeye çabalar, çabuk sıkılmamdan olacak kızıp söylenir, sonra tamburun tellerine vurmayı sürdürürdü.
Kimseye etmiyordu şikayet, ağlıyordu o haline. Yani o şarkı çalınıyordu plaktan. Meyhanenin doğal korosu eşliğinde yayılıyordu gökyüzüne, aya doğru nameler.
Kapı açıldı. Çan oynadı yerinden. Kırmızı ceketli, ceketinde yağmur izleri olan, dar yüzlü, orta boylu esmer bir kadın girdi içeriye. Masaların arasında dolaştı bir süre. Sarhoşların baygın bakışları da kadının üzerini dolaştı. Karşıma geçip oturdu teklifsiz. Masadaki bardaklara, birazı içilmiş rakı şişesine baktı kadın. Meyhaneci kadına yaklaşıp ondan ne içmek istediğini öğrendi. Masanın kendisi için ayırdığı ve sınırlarını çantasıyla çizdiği bölümünde demlenmeye başladı kadın. Başkası olsa, ortaya bir laf atar, eliyle koluyla olmadı ayağıyla kadını dürter, sigara çakmak uzatır, yılışık yılışık gülümserdi belki. Fakat ben rakımı içmeye devam ediyor, kadın rahatsız olmasın diye bakışlarımı ondan kaçırıyordum.
Bir ara göz ucuyla baktım sadece. Kadın, telgrafhaneden benim az önce yolladığım bir cümleyi yazıyordu defterine. O andan sonra yüzümün bütün kasları gerildi. Kadın belli ki düşman hattına bilgi taşıyor, mesajlarımızı okuyordu. Bir an bocaladım. Düşmanın haber alma uzmanlarından biri karşımda oturuyor, üstelik benim görebileceğim bir açıdan defterini temize geçiyordu. Belki o da benim kim olduğumu biliyordu. Öylesine kendi halinde ve öylesine umarsızdı ki, ne düşüneceğimi bilemiyordum. Kırmızı ceketindeki yağmur izleri, uzun saçları, dar yüzü kaybolmuştu kadının. Yalnızca kalemi ve defterine yazdıkları vardı gözlerimin önünde. Daha dikkatli bakıp neler yazdığını anlamaya karar verdim. Ama bunu istihbarata karşı koyma yöntemlerini gayet iyi bilen birine sezdirmeden yapmam da gerekiyordu.
Rakımı yudumlamaya devam ederken, kadın kısık bir sesle sigarasını yakmak için çakmağımı istedi. İşte aradığım fırsatı yakalamıştım. Kadının sigarasını yakmak için ona yöneldiğimde, defterin açık sayfasını daha net görebileceğim bir açı yakalamıştım. Kadın aşk ve özlemekten söz eden yazılar yazmıştı defterine. Savaşımızın sihirli kelimeleriydi bunlar. Her şeyi ortadan kaldırmak isteyenlerle, var olanları bari korumaya çalışanların savaşı. Defterin açık sayfasında göz yaşı kalıntıları vardı. Belli ki kadın, hangi taraftan olduğu anlaşılmasın diye ağlama egzersizi yaptığı bir an damlamıştı bu göz yaşı defterine. Ben de karşı taraftanmış gibi görünmek için, bazı kereler şiirleri yakmıştım. İçim de yanmıştı o şiirlerle birlikte. Ama bunu yapmalıydım. Yoksa gizlenemezdim düşman hattında.
Hepimiz bir yolu yürüyorduk işte. Masanın üzerindeki bıçakla, belimdeki tabancayla, cebimdeki kalemle kadını yok edebilirdim. Meyhane biraz karışır, arbede bittikten sonra masalar sandalyeler düzeltilir, herkes kaldığı yerden devam ederdi masasına, hayatına. Bekçi düdüğü duyulurdu sonra, polisler gelip kaldırırlardı kadını yerden, ben çoktan kaçıp saklanmış olurdum. Kadının kırmızı ceketindeki yağmur izleri ne olacaktı? Polisler o izleri bulmadan önce ben yerden toplamalıydım.
Ya da hiçbir şey olmamış gibi kadınla sohbete başlayıp, onu sarhoş edip, sonra peşine düşmeliydim gece karanlığında. Kimin hesabına çalıştığını öğrenmek için sorgulamalı, bunun için kadını telgrafhanenin bodrumuna indirmeliydim. Kadın konuşmamakta direnince de, sıkıvermeliydim o incecik boğazını.
Kadın defterini masada bırakıp kalktı, kapıya doğru yürüdü, çanı çınlatıp dışarı çıktı. Gözlerim fal taşı gibi açılmıştı. Bir hamlede deftere uzanıp kendime doğru çekmeliydim. Ama önce kadının bu gaflete neden düştüğünü geçirdim içimden. Nasıl unutup gidebilirdi bunca önemli bilgilerin yazılı olduğu bu defteri? Benim düşünmem henüz tamamlanmamıştı ki, arka masadan bir el uzanıp defteri aldı. İçerisi loştu ve ben uzanan bu elin kime ait olduğunu göremiyordum. Saatlerdir yalnızca kadına ve deftere odaklandığımdan, etrafımdakilere de hiç dikkatli bakmamıştım zaten. Defter, masa, kadın, uzanan el, rakı şişesi, ben, tütün, ay, gece, kelimeler. Hepimiz işte her şey. Yapmıştık yapılması gerekeni.
Telgrafhaneye döndüğümde olup biteni kimseye anlatamamıştım. Ama o da ne? Defter işte o defter öylece duruyordu karşımda. Her şeyi kaydettikleri, her şeyi tek tek okuyup bütün kelimeleri lime lime ettikleri, telgraf tellerindeki ve mektuplardaki sözcüklere bile el uzatabildikleri o defter. Demek hepimiz yapmamız gerekeni yapmıştık sahiden. Defter de yapılması gerekeni. Aramızdaki en masum olan da zaten defterdi...
YORUMLAR
Sıradışı bir ökü ve gizem dolu satırlar! tekno egemen hayatımızda her zaman gözlendiğimizi biliyoruz sanırım bir de bilinçaltındaki düşüncelerimizi de göz altına aldılar
aslında çok şey yazmak isterdim fakat anladıklarımı anlatamıyorum kadar derin
Etkileyiciydi çokça
Fırat Avcı
DemAN
Böyle düşündürücü eserlerinizi bizimle paylaştığınız için asıl ben teşekkür ederim
DemAN
Ayrıca kelimelriniz insanı büyülerken bir yandan da düşündürtyor ...
herkesin bu sayfada olmalı gerekirken; insan okurken ölü ilhamlarımızı da kamçılıyor gibi tüm yazdıklarınız...