- 991 Okunma
- 2 Yorum
- 1 Beğeni
531 - YEDEK PARÇA
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Onur BİLGE
“Zikrim,
Kalbim, günde kaç kere kanla yıkanıyor? Damarlarım kaç kere? Her nefeste ciğerlerim kaç kere havalandırılıyor? Kaç kere nefes alıp veriyorum? Kaç kere adını söylüyorum, yalnızken fısıl fısıl, değilken sessiz sedasız ama mütemadiyen? Saymak imkânsız! Bilmek imkânsız! Bildiğim bir şey varsa ruhumun ruhunla karışıp durduğu… Ne kadarı bana ait, ne kadarı sana? Bazen kendimi sen sanıyorum. Tuhaf ama gerçek!
Dünyamın renkleri farklıydı, seni gördükten sonra senin renklerine boyandı. Sanki giysilerinin renkleri oldu hâkim renk, etrafımda, hayalimde, içimde… O ilk günkü ıslaklığın hep gözlerimin önünde, gözlerimde, kirpiklerimde, yanaklarımda… Bazen camlarda buğu, bazen alnımda ter, çoğu zaman da gözlerimde nem… Kimi zaman süzülerek iki sıra yol bulmakta, aşağıya doğru, bazen de dışarıya çıkamayıp içime akmakta…
Bir ruhun bir ruha uyması nasıl bir olay, düşündün mü hiç? Hayale düşlere doymak nasıl bir vaka? Artık gerçekleşse bir şeyler! Nereye kadar gidecek düşler? Hayaller nerde biter?
“Hayaller, gerçekte biter!” diyor, bilmiş Kaptan. “Senin işin gücün yok mu birader! Biliyorsun ki hayaldir, düştür, ısrarla peşindesin, bu nasıl iştir? Benim de kalbim her gün binlerce defa kanla yıkanıyor. Bir o kadar damarlarım da ama her nefesimde Lafz-ı Celal var!”
“O da ne demek?” diye sormak geldi içimden de bilgisizliğimden utandım, bekledim biraz, belki açıklar diye. İyi ki acele etmemişim! Sorup da kendimi rezil etmemişim! Başladı mı vaaz verir mübarek! En iyisi susmak ve dinlemek…
“Allah! Allah! Allah!..” derim her nefes alış verişimde ben. Rahmetli dedem öğretmişti. “Nefes alırken iki kere verirken bir kere Allah de, evladım! Allah’ı çok anmaya çalış! O’nu çok an ki o da seni ansın!” demişti. “Beni mi ansın? O beni anar mı? Nasıl anar?” diye art arda sorduğumu çok iyi hatırlıyorum. “Anar ya! O da seni anar! Sen her “Allah!” deyişinde: “Lebbeyk kulum!..” der.” Bu kadar kulu var, bu kadar adını anan var, hepsine de mi der? Nasıl der?” diye sormuştum. O zamana kadar zannediyordum ki herkes bire bir konuşur, işitir ve cevap verir. Ben o yaşta nerden bilecektim ki Allah’ın herkesi aynı anda işittiğini ve herkese aynı anda cevap verebileceğini? Meğer O’nun işitmesi bizimki gibi, görmesi, bilmesi bizimki gibi değilmiş. Cevap vermesi de bizimki gibi değilmiş. “Nasıl olur?” demişim, ağzım bir karış kalmış. “Çok mu şaşırdın Musta Efendi? O her şeye kadirdir! Her tarafta hazırdır! Her yere nazırdır!” demişti, başımı okşayarak. Biliyor musun Necmettin, aradan yarım asırdan fazla bir zaman geçti, hâlâ akıl erdiremedim ben o işe ama o gün bugün, Allah her aklıma geldiğinde dediği gibi zikretmeye başlarım. Artık o kadar yer etmiş ki bende, ruhuma sirayet etmiş, uyuduğum zamanda da ruhum zikre devam ediyor olsa gerek, uyandığımda dilimde O oluyor. İlk aklıma gelen de O oluyor!”
“Yahu abi! Ben de dediğin gibi yapıyorum, elimde değil! Uyurken de onu zikrede zikrede uyuyorum ve uyanırken adını söylemekte olduğumu fark ediyorum. Gece de sayıklıyor muyum acaba diye işi sağlama almak için Yunus’a soruyorum. “Arkadaşım, ben o kadar yorgun oluyorum ki, akşam oldu mu sırıdikme gidiyorum! Akşama kadar taban tepiyorum, vasıta param da yok, biliyorsun. İflahım kesiliyor koşuşturmaktan! Bitkin bir halde eve dönüyorum. Gece de beyhut uyuyorum. Dünya yıkılsa haberim olmaz, inan ki! Fena horluyormuşum ben de ama horultumu bile duyamıyorum!” diyor. Ah, aşk!.. Abi ya! Sen benim halimden hiç mi anlamıyorsun, yoksa anlamak mı istemiyorsun?”
“O hastalık benim başımdan da geçti. Gayet iyi anlıyorum hem de! Halini anlıyorum anlıyorum da… Anlamadığım bir şey var. Yaşın olmuş en az elli… Olacaklar belli! Doğarken ölüme imzayı atmışsın! Ömür sermayenin neredeyse tamamına yakınını şöyle ya da böyle harcamışsın, geriye kalan yok gibi bir şey… Allah’ını seversen, sen ne zaman ibadet edeceksin de kendini kurtaracaksın? O kız seni kurtaracak mı? O kızı zikretmek sana uhrevi bir şey kazandıracak mı? Yarın Allah’ın huzuruna gittiğinde kendini nasıl müdafaa edeceksin? “Kulum! Benden daha önemli biri miydi zikrettiğin?” diye sorarsa, nasıl bir cevap vereceksin? “Sana o mu hayat verdi? Sana o mu nimet verdi?” diye sorarsa ne diyeceksin?”
“Ama onu o kadar güzel yaratmış ki! “Allah’ım! Yarattığın güzellik, gözlerimi o kadar kamaştırdı ki Seni göremedim! Beni kendisine öyle meftun etti ki Seni sevemedim! Aklımı başımdan öyle bir alış aldı ki Seni düşünemedim! Onun için bende ne zikir kaldı ne fikir!” diyeceğim, başka ne diyebilirim ki!”
“Vereceğin cevabı sen beğendiysen, başka bir diyeceğim yok!”
Ne yapacağım şimdi ben? Adam çok konuşuyor ama boş konuşmuyor, hoş konuşuyor. Birkaç kere “Cumaya gidelim!” dedi. Yani camiye… Hiç değilse haftada bir kere… Onun tabiriyle Hıristiyanların kiliseye gittikleri gibi… Sarhoş adamın camide işi ne! Hem içimdeki sanemle nasıl gireyim mübarek yere! Gitmedim haliyle. Gitmedim ama kendi kendime konuştum durdum:
“Neden o gidiyor da ben gidemiyorum? Onu evine kabul ediyor da beni etmiyor. Zaten yerin göğün kabul etmediğiyim ben! Annem bile istememiş de ellere vermiş! O da istemedi de başkasına gitti! Neden dünyadayım hâlâ ben? Mademki kimse istemiyor… Yaratan bile…” diye saçmaladım durdum. Ağladım da… Kaptan’a ağladığımı söylemedim de kendi kendime konuştuğumu, böyle şeyler dediğimi söyledim. Bana dedi ki:
“O herkesi ister! İstemeseydi, davet etmezdi. Ezanı sen de duyuyorsun ben de… Herkesi aynı anda davet ediyor. İsteyen davete icabet ediyor, istemeyen etmiyor. Sen davete icabet etmiyorsun, bir de: "O beni huzuruna kabul etmiyor! Lanetliyim ben!..” diye iftira atıyorsun!.. Kendine gel, Necmettin! Kendini tenkit ettin, iyi ettin ama bunu böyle demekle hiç de iyi etmedin! Hemen tövbe et! Af dile! Bilerek ya da bilmeyerek büyük bir günah işlemişsin!..”
O zaman bir şey demedim. Düşündüm kaldım. Sonra sen aklıma geldiğinde, senin adını her söyleyişimde, kendimi suçlu gibi hissetmeye başladım. Aldığım nefesi veren O’ydu. Ciğerlerimi yaratan O! İyi kötü barınacağım yeri nasip eden, az ya da çok rızkımı veren… Seni bana gösteren de O’du! Hiçbir şey için hamd etmesem bunun için hamd etmem gerekirdi ama ben son derece gafletteydim. Sanki devre dışıydım. Bir sistem tıkır tıkır işliyordu, ben de o sistemin bir parçasıydım aslında ama yedek parça gibi dışarıda beklemekteydim.
Bir kere de bunun için ağladım!
Yedek Parça”
***
Onur BİLGE
BİN BİR GECE ÖYKÜLERİ - 531